#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey
çevre krizi

Küresel Çevre Krizi ve Otoriter Rejimlerde Çevrenin Korunması

Çevre tarihi üzerine çalışmalar yapan Helsinki Üniversitesi öğretim üyesi Victor Pál, devletin çevre meselelerindeki kilit rolünün tehlikeler barındırabileceğini öne süren görüşleri ciddiye almak gerektiğini dile getiriyor çünkü devlet, iktidara yakın olanların çıkarları doğrultusunda kararlar alan ve muhaliflere ve “zararlı unsurlara” kendi açısından saldırabilen tehlikeli bir güç olabilir. 

YAZI: Viktor PÁL, Çevre Tarihi Araştırmacısı

Çevre koruma ve klasik liberalizm arasındaki ilişki tartışmalıdır. Hem serbest piyasaya dayalı ekonomik liberalizm hem de demokratik katılıma dayalı siyasi liberalizm; kişisel özgürlüğe, bireysel haklara saygıya ve vatandaşların akıllıca kararlarına güvenmeye büyük önem verir. Bu klasik siyasi ve ekonomik liberalizmler, Sanayi Devrimi’nden bu yana dünya ekonomisinin gelişimini daha önce hayal edilemeyecek bir boyuta ve hıza çıkardı. Bunun sonucunda klasik liberalizm ekonomik açıdan başarılı ülkelerde önemli bir toplumsal taban kazandı. Liberalizme dayalı ekonomi, beraberinde doğal çevrenin artan kullanımını ve giderek artan tahribatı getirdi. Bugün, küresel çevre krizinin insanlığın karşılaştığı en büyük zorluklardan biri olduğu artık kimileri için net bir gerçek.

Klasik liberalizmin özel mülkiyete ve bireysel girişime dayalı ekonomik modeli, çevreyi korumayı isteyen kişi ve grupların dikkatlerini devlete ve onun organlarına çevirmesiyle sonuçlandı. Böylelikle doğal çevreyi koruyan ve bireylerin hareket özgürlüğünü kısıtlayan, doğal çevre ile ilgili gereksinimlerin karşılamalarını zorunlu kılan yasalar ve kurumlar oluştu. Sürecin sonucunda dünya ölçeğinde bir dizi milli park kuruldu ve havanın, suyun, toprağın saflığından nesli tükenmekte olan türlerin korunmasına kadar son derece geniş bir alanı düzenleyen çok sayıda Çevre Koruma Yasası oluşturuldu.

Aynı zamanda, devletin çevrenin korunması adına serbest rekabeti zedeleyen aşırı müdahalesi birçok kişi tarafından eleştirildi. 20. yüzyılın başından itibaren çevre koruma konusu, yerel toplulukların korunması ve işçi sınıfının çıkarlarının temsil edilmesiyle iç içe bir hal aldı. Bu nedenle liberal ekonomi politikasının savunucuları, doğal çevrenin korunmasını genellikle ekonomik aktörlerin özgür eylemlerinin engellenmesiyle, yani uluslararası işçi hareketi ve komünist ideolojiyle ilişkilendirdiler. Sürecin bir sonucu olarak, hem çevreciler hem de çevrecilerin hedefleriyle aynı görüşte olmayanlar, devlete yöneldiler ve çevre korumayı güçlendirmek veya ekonomik ortamın liberalleşmesini teşvik etmek için devlet müdahaleleri beklediler.

Aşırı Devlet Müdahalesi ve James C. Scott

Kimi değerlendirmeler, devletin çevre meselelerindeki kilit rolünün tehlikeler barındırabileceğini öne sürüyor. Çünkü devlet, iktidara yakın olanların çıkarları doğrultusunda kararlar alan ve muhaliflere ve zararlı unsurlara kendi açısından saldırabilen tehlikeli bir güç olabilir. Aşırı devlet müdahalesine yönelik en etkili eleştirilerden biri, James C. Scott’ın Seeing Like a State: How Certain Schemes to Better the Human Condition Failed adlı monografisidir. Siyasi yönelimleri ne olursa olsun, Scott bürokratik rejimleri eleştiriyor çünkü ona göre toplumlar, yüksek modernizmin teknokratik idealizmine göre örgütleniyor ve yerel halkın spesifik bilgisi hesaba katılmıyor. Bu durum ise toplumların baskı altına alınmasına ve teknokratik projelerinin kaçınılmaz şekilde başarısız olmasına yol açıyor.

Scott, ister Sovyetler Birliği ister Amerika Birleşik Devletleri hakkında yazıyor olsun, merkezi devleti homojenleşme için bir katalizör olarak görüyor. Yine de Scott’ın düşünceleri merkezi planlı bir ekonomiyi benimseyen otoriter sistemler hakkında açıktır: Merkezi olarak kontrol edilen ekonomiler, çok fazla etkiye sahip bir uzman ordusu tarafından yanlış yönde yönlendirilir ve sürecin en endişe verici sonuçlarından biri; komünist rejimlerin kolektivizasyon, kimyasallaştırma ve mekanizasyon yoluyla gerçekleştirdiği doğal çevrenin dramatik bir şekilde tek tip hale getirilmesidir.

Aynı zamanda Scott, yerel bilginin vazgeçilmezliğine ve bireyin özgürlüğüne hayat veriyor. Bu durum, Batı’nın bireysel iradeye olan inanç idealini okuyucuda farkında olmadan pekiştiriyor. Scott, insani çevre bilimleri alanında çalışan birçok araştırmacıyı etkiledi ve küresel çevresel kriz ve iklim değişikliğine rağmen son yıllarda merkezi rol oynayan devletin aksine liberalizm ve bireyciliğin insan-çevre ilişkisini daha olumlu bir biçimde şekillendirdiği inancını öne sürdü. Bu, kolektivizm etrafında örgütlenmiş otoriter sistemlerin aradığı durumu ifade eder.

Otoriter Toplumlarda da Çevre Koruma Sistemleri Geliştirilebilir mi?

Scott’ın teorisi, otoriter rejimlerdeki çevre korumanın genel resmiyle iyi bir şekilde eşleştirilebilir. Örneğin, 1980’lerde, komünist ülke hükümetlerinin, önceki 10 yıllarda kurulan çevre koruma kurumlarını ve altyapı sistemlerini etkin bir şekilde finanse edemediği giderek daha açık hale geldiğinde, Sovyet çevre koruma algısı o kadar kötüleşmişti ki daha radikal bir eleştiri Batı’da yerini aldı. 1990’larda ve 2000’lerde, sosyal bilim söylemine ekokırım yorumları hakim oldu. Ekokırım tezi, İngilizce homicide kelimesinden türetildi ve doğal çevrenin kasıtlı olarak yok edildiğini varsayıyor. Murray Feshback ve Alfred Friendly Jr. terimi ilk kullananlar oldu, böylelikle hızla moda haline gelen araştırma konusu, eski Sovyet ülkelerinden çevresel yıkıma odaklanan daha fazla ekokırım hikayeleri üretti. Tez o kadar etkili oldu ki konu, ilgili sosyal bilimler kamuoyunda bugün hâlâ tartışılıyor.

Otoriter sistemlerin ortamına ilişkin araştırmalar 2000’li yıllarda kısmi bir değişime uğradı. Bu dönüşün katalizörlerinden biri, Nazi Almanyası’nın çevre politikasını araştıran, Hitler Almanya’sında çevrenin rolü hakkındaki önceki teorileri baştan sona değiştiren ve topyekun savaş döneminde bile çevresel boyutların dikkate alınmasını vurgulayan bir dizi çalışmaydı.

Bilimsel araştırmalar genellikle, otoriter rejimlerin çevre koruma konularında Batı liberal demokrasilerine göre çevreye daha fazla zarar verdiğini ve doğal değerleri daha kötü koruduğunu varsayar. Bunlar, Batı liberal demokrasilerinin ve otoriter rejimlerin çevre koruma sistemlerini analitik bir şekilde karşılaştırmaya gitmeden yapılır. Stephen Brain ve benim derlediğimiz gibi yeni bilimsel çalışmalar, liberal demokrasileri veya otoriter rejimleri eleştirmeyi amaçlamaz. Bununla birlikte otoriter toplumların da çevre koruma sistemleri geliştirdiği gerçeğinden yola çıkar. Bu konuda çalışan araştırmacıların hedefi, politik sempati veya diğer kişisel tercihlerden bağımsız olarak sistematik bir analiz ve anlayışın sağlanması olmalı.

EkoIQ Editör