Leyleğin Geciken Adımı

Adam yavaş yavaş köprüye doğru ilerledi. Önündeki kırmızı çizginin önünde durdu. Karşısında derin bir belirsizlik vardı. Bir ayağını yavaşça havaya kaldırdı. Tek ayağının üzerinde bir leylek gibi, tam sınırın üzerinde duruyordu. Adımını atarsa, bulunduğu yerden ötesine geçecekti. İlerisinin belirsizliğiyle, gerisinde bırakacaklarının derin hesabını yapıyordu büyük ihtimalle…
Yukarıdaki paragraf, büyük ihtimalle yazdığım ilk ciddi metinden küçük bir alıntı. Bir film izlemiş, bir yumruk yemiş gibi olmuştum. Kaldığım öğrenci evine gitmiş, bir süre yatakta tavanı seyrederek hazmetmeye çalışmıştım hikâyeyi. Sonra da kalkıp, beni böylesine etkileyen şeyi yazarak anlamaya çalışmıştım.
Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz, dünya sinemasının en büyük isimlerinden Yunan yönetmen Theo Angelopoulos’un 1991 yapımı “Leyleğin Geciken Adımı” idi o film. Soğuk Savaş’ın son sahnelerinin yaşandığı, milenyumun ve 21. yüzyılın hâlâ çok uzaktaki ateşböceklerinin ışıkları gibi kırpıştığı, eskinin tükendiği ama yeninin de hâlâ belirmediği bir tarihte çekilen film, yaşanan dönemin tüm sorunlarını birbirinden yaratıcı metafor ve alegorilerle ele almanın yanısıra, geleceğe dair de önemli ipuçlarını veriyordu -tüm önemli sanat eserleri böyle geleceğe dair önemli şeyler fısıldamazlar mı kulağımıza?
***
Sınırlar üzerine bir filmdi, Leyleğin Geciken Adımı. Coğrafi, kültürel, siyasal ve belki ideolojik sınırlar üzerine. Bugün bile hâlâ hayatımızı zindana çevirebilen, ilerlemeyi, bir başkasıyla karşılaşmayı, diyaloğu imkânsız kılan sınırlar üzerine. İnsanının dünyada kendi kendine yarattığı sınırlar üzerine bir şiir olarak da kabul edilebilir aslında bu film.
Şöyle diyordu filmin bir yerinde filmin iç sesi: “Sınırı geçtik ama hâlâ buradayız, evimize varmak için daha kaç sınır geçeceğiz”. Belli ki daha geçilecek çok kapı, çok sınır var. İsmini dünya koyduğumuz bu gezegende uyum ve huzur içinde yaşamak için, o sınırları zorlamak, geçmek, aşmak gerekiyor ama uzakların sınırların ötesinin belirsizliği de çoğu zaman insanı engelliyor.
3. Uluslararası Yeşil Binalar Zirvesi’nin ana temasının “Sınırları Aşmak” olduğunu öğrendiğimden beri aklımda hep “Leyleğin Geciken Adımı” var. Bir ayağı sınırda, öbür ayağı gitmekle kalmak arası dengede salınan film kahramanın hikâyesi, aslında erken bir 21. yüzyıl hikâyesiydi. Bugün hâlâ çeşitli sınırların etrafında dönüyor duruyor, varolanın tükenmişliği ile geleceğin belirsizliği ve tedirginliği arasında dolaşıp duruyoruz.
Leyleğin geciken adımını atması gerektiği gün gibi ortada; bu adımın yaratacağı sıkıntı ve ezalar da… Ama sınır tam orada, karşımızda duruyor işte. Filmin sonunda da, kahramanın o adımı atıp atmadığı kesin olarak söylenmez. Ancak bir önceki gece ortadan yokolmuştur. Sadece bunu biliriz. Artık burada değildir.
Onun gidişini ise, uzun zamandır kesilmiş telefon hatlarını tamir etmek için direklerin tepesine çıkan komünikasyon işçileri selamlarlar. Hatlar tamir edilmiş, iletişim tekrar işlemeye başlamıştır.
21. yüzyılın kaderini, sınırları aşmaya çalışanların, tekrar gerçek bir iletişimi inşa etmeye uğraşanların belirleyeceğinden en ufak bir kuşkum yok. Ya birbirimizi dinleyecek, anlayacak, modernliğin çok geç kalmış adımlarını atacak, yeni yollar, yeni anlamlar keşfedeceğiz ya da mavi gezegendeki serüvenimizi yarım kalmış bir hikâye olarak tamamlayacağız tüm bir insan türü olarak…

Önerilen makaleler