2017 yılı iklim değişikliği ile mücadelede önümüzü görebilmek için belirleyici bir yıl olacak. Almanya, COP23’ün yanı sıra aynı zamanda dönem başkanlığını üstlendiği G20’yi de ağırlayacak. Zirve, Donald Trump’ın dünya liderleriyle ilk defa buluşacak olması ve iklim politikaları açılarından kritik bir role sahip. Almanya, G20 başkanlığında iklim politikalarını G20 Zirvesi gündem maddeleri arasına sokmuş durumda. Bu açından COP23’e de özel önem verecekleri şimdiden netleşti. Almanya’da 2017 yılında düzenlenecek seçimlerin, COP23’ü gölgede bırakmamasını umuyoruz.
Yazı: R. Ünal SAYMAN, REC Türkiye Direktörü
Dursun BAŞ, REC Türkiye Uzmanı
İklim konferanslarını her zaman konferans öncesi oluşan atmosfer, konferans süreci ve konferans sonrası etkiler bütünü olarak ele almak gerekiyor. COP21’de, konferans öncesinde oluşturulan atmosfer, Paris Anlaşması’nın imzalanacağını gösteriyordu. Nitekim öyle de oldu. Paris Anlaşması’nın imzalanması da akabinde iklim değişikliğiyle mücadelede ivmelenme sağladı. Paris sonrasında devam eden olumlu hava içerisinde anlaşma beklenenden çok daha hızlı bir şekilde yürürlüğe girdi, bu kapsamda 2020 sonrası için yol haritası çalışmaları tahminlerden önce başladı. Gezegen için hayati olan bu süreçte vakit kaybedilmemesinin sevindirici olduğunu söyleyebiliriz.
Paris’in bulutu biraz aralanıp, COP22 Marakeş’e doğru ilerlerken, ABD’de seçilecek başkanın küresel iklim müzakerelerine etkisi ana gündem maddesiydi. Konferans günlerine denk gelen başkanlık seçimini bildiğiniz gibi iklim değişikliğiyle mücadele karşıtı politikalarıyla bilinen Donald Trump kazandı. Bu durum tüm önemli iklim aktörleri üzerinde şok etkisi yarattı. Marakeş Konferansı’nda beklenti, Paris Anlaşması’nın uygulanmasına ilişkin detayların netleşmesi yönündeydi. Ülkelerin finansal desteklerinin daha belirgin hale gelmesiyle yıllık 100 milyar doların üzerine çıkması hedeflenen iklim fonlarında ilerleme sağlanması umuluyordu. Biraz da ABD seçimlerinin etkisiyle bu konularda kayda değer bir ilerleme sağlanamadı. Çıkan karar, çalışmaların 2017’de devam etmesi ve 2018’de karar alınması şeklinde takvimin belirlenmesi oldu. Konferansın ana çıktısı olan Marakeş Duyurusu, azaltımların ölçülmesi ve doğrulanması, iklim finansmanı, teknoloji geliştirilmesi ve transferi gibi konuları da içerecek şekilde atılan ve atılacak adımların şeffaflığı konularında çağrıda bulundu.
İşbirliği Girişimleri Arttı
Marakeş’te de birçok yeni çoklu anlaşma yapıldı. Bu açıdan, belki de Marakeş’in en önemli artılarından biri işbirliği girişimlerinin artması oldu. Burada önemli bir konu, bu oluşumlarda “uyum” bileşeni varlığının artması. Uzun dönemde, ulusal katkılardaki uyum bileşeninin de gözden geçirilmesine dair kararların çıkması muhtemel görünüyor. Hükümetler dışındaki diğer birçok paydaş (yerel yönetimler, kent birlikleri, özel sektör inisiyatifleri ve benzeri çoklu anlaşmalar ve koalisyonlar), sayısı 100’e yaklaşan kapsamlı oluşumlar içerisinde kayda değer hedefler belirledi ve taahhütte bulundu.
Artık Marakeş geride kaldı ve önümüzde Almanya’nın Bonn şehrinde düzenlenecek olan COP23 Konferansı var. Bonn, iklim müzakerelerini takip edenler için simgesel şehirlerden biri. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) Sekretaryası’na ev sahipliği yapan şehirde daha önce iki kere COP düzenlenmişti.
Dünya Liderleriyle Buluşma
2017’nin bir diğer önemi, Almanya’nın sadece COP23’ü değil, aynı zamanda dönem başkanlığını üstlendiği G20’yi de ağırlaması. G20 Zirvesi, Trump’ın dünya liderleriyle ilk defa buluşacak olması ve iklim politikaları açılarından kritik bir role sahip. Almanya, G20 başkanlığında iklim politikalarını G20 Zirvesi gündem maddeleri arasına sokmuş durumda. Bu açı dan COP23’e de özel önem verecekleri şimdiden netleşti. Almanya’da 2017 yılında düzenlenecek seçimlerin, COP23’ü gölgede bırakmamasını umuyoruz.
Trump’ın seçilmesine tekrar geri dönecek olursak, yeni statükonun ABD’nin müzakere pozisyonunu etkileyeceği aşikâr. ABD’nin iklim değişikliğiyle mücadelede yavaşlaması diğer gelişmiş ülkelerin özellikle finansman ve teknoloji transferi desteklerini de yavaşlatması bekleniyor. Biz bu etkinin sınırlı kalacağını düşünüyoruz. Öncelikle ABD kompleks bir sisteme sahip. 50 eyaleti bulunan ülkede, Kaliforniya gibi büyük eyaletlerin önemli etkisi bulunuyor. Kaliforniya’da eyalet düzeyinde çıkarılan bir mevzuat, diğer eyaletler için örnek teşkil ederken, özel sektör için de bir eşik değer oluşturuyor. Benzer şekilde ABD şehirleri iklim değişikliğiyle mücadelede önemli inisiyatifler geliştirmeye başladılar. Yukarıda da değerlendirildiği üzere, iklim değişikliğiyle mücadelede hükümet dışı aktörlerin etkisinin arttığı bir döneme giriyoruz.
Paris Sürecinde Türkiye
Türkiye, Marakeş’te, tarihinin belki de en aktif COP katılımını gerçekleştirdi. İlk olarak, çeşitli paydaşların kullanımına açık bir toplantı salonunda Türkiye’den projeler ve iyi uygulama örnekleri paydaşlara sunuldu. Sunumlar sırasında yeteri kadar yabancı izleyiciye ulaşıldığını düşünmüyoruz, ancak bu bir öğrenme süreci olarak ele alınmalı. İkinci olarak, konferansın ilk gününde Başmüzakereci Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar Türkiye’nin Yeşil İklim Fonu’ndan faydalanma talebinin konferans gündemine alınmasını sağladı. Konferans sırasında bir sonuç alınamadı ve konu COP23’e sarkıtıldı. Türkiye ile benzer nüfus ve gelişmişlik seviyesindeki ülkelerin bu fondan yararlanma hakkına sahip olduğunu biliyoruz. Türkiye’nin iklim fonlarından daha fazla yararlanması için mevcut ulusal katkısını daha ileriye taşıması müzakere gücünü artıracaktır.
Bilindiği üzere Türkiye, Paris anlaşmasını Nisan ayında hızlı bir şekilde imzaladı ama halen mecliste onaylamadı. 2017 yılında iklim değişikliğiyle ilgili Türkiye’nin ana gündem maddesi Yeşil İklim Fonu’na erişim ve Paris Anlaşması’nın mecliste onaylanması olacak gibi görünüyor. Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı onaylaması, iklim değişikliğiyle mücadele kararlılığını göstermesi yanında, önümüzdeki dönemde anlaşmanın detaylarının belirleneceği Paris Anlaşması toplantılarına (CMA) dahil olabilmesi açısından önemli. Bu iki büyük sürecin yanında Türkiye’nin, uzun yıllara yayılacak iklim değişikliğiyle mücadele sürecini daha iyi yönetmek için, düşük karbonlu kalkınma plan ve politikalarını geliştirmeye devam etmesi ve uygulamaya geçmesi, ilgili uzman sayı ve kapasitelerini artırması gerekiyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 2017 yılında konuyla ilgili şu an ihale aşamasında olan büyük bir AB projesi başlatacak. Merkezi düzeyde diğer bakanlıkların ve yerel düzeyde belediyelerin katılımlarının da artması önemli. Özel sektörün itibar yönetimi ve kurumsal sosyal sorumluluk kapsamında iklim değişikliğini önemsediğini görüyoruz. Salım azaltım hedefleri koymaları ve müzakere süreçlerini daha fazla takip etmelerini önemli buluyoruz.
Son olarak Türkiye’nin seragazı salımlarında enerjinin payı %73 seviyesinde. Türkiye’nin odak noktasının enerji sektörü olması gerektiğini rahatça söyleyebiliriz. Enerji tasarrufu, enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji payının artırılması üçlü bir misyon olarak kabul edilmeli.