#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey
Mavi Ekonomi

Mavi Ekonomi ve Türkiye

Su konusu sadece biyolojik açıdan yaşamsal değil, aynı zamanda ekolojik ve ekonomik anlamda da kritik bir faktör. Buradan hareketle doğan mavi ekonomi kavramı; denizler, okyanuslar, nehirler ve tüm su kaynakları üzerinde gerçekleşen; deniz taşımacılığı, deniz turizmi, balıkçılık endüstrisi, tersaneler, limanlar, kanallar gibi daha da çeşitlendirebileceğimiz tüm ekonomik faaliyetleri kapsayan bir konsepte sahip.

Arif ERGİN, Yeşil Ekonomi ve İklim Finansmanı Uzmanı ergin@arifergin.com

Bir ekonomide trendin nereye yönelmiş olduğunu anlamanın önemli göstergelerinden biri o ülkede düzenlenen etkinliklerin konusuna bakmaktır. Bu yılın ilk üç ayında konuşmacı olarak katıldığım 20’den fazla etkinliğin altısı su veya mavi ekonomi üzerineydi. Bu konuya olan ilginin ve farkındalığın arttığını sadece bu veriye bakarak bile söyleyebiliriz aslında. Bu ay (22 Mart) idrak edeceğimiz Dünya Su Günü için güzel bir manşet olabilir bu. Yeşil ekonomi ve sürdürülebilirlik çerçevesindeki yatırımlara finansman ve teknik destek sağlayan GEFF programında danışman olarak bu yıl 12. yılım. Bunun yanında yeşil ve sürdürülebilirlik temalı başka projelerde de neredeyse 20 yıldır görev alıyorum. Hepsini topladığımda, en azından yeşil ve sürdürülebilirlik temalı seminer, çalıştay, konferans gibi etkinliklerin nabzını tutabileceğim önemli bir veri tabanına sahibim diyebilirim. Bu yılın mavi ekonomi etkinliklerini geçtiğimiz yılların aynı dönemleriyle karşılaştırdığımda eskiden mavi ekonominin hiç gündem olamadığını görüyorum. Ama bu tablo son bir yılda ciddi bir değişiklik göstermişe benziyor.

İyi haber: Su konusu artık gündemimize “mavi ekonomi” konseptiyle girmiş durumda.

Su konusu sadece biyolojik açıdan yaşamsal değil, aynı zamanda ekolojik ve ekonomik anlamda da kritik bir faktör. Buradan hareketle doğan mavi ekonomi kavramı; denizler, okyanuslar, nehirler ve tüm su kaynakları üzerinde gerçekleşen; deniz taşımacılığı, deniz turizmi, balıkçılık endüstrisi, tersaneler, limanlar, kanallar gibi daha da çeşitlendirebileceğimiz tüm ekonomik faaliyetleri kapsayan bir konsepte sahip.

Doğal Hayatı Koruma Derneği’nin (WWF) bulgularına göre, suyun küresel ölçekte ölçülebilir ekonomik kullanım değeri 58 trilyon dolar olarak tahmin ediliyor. Bu hacim, Çin, Almanya, Hindistan, Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri’nin aşağı yukarı toplam GSYİH’sına eşit. Bu büyüklüğün 7,5 trilyon dolarlık kısmı doğrudan su kullanımına dayanıyor. Doğrudan tüketim: sanayide tüketilen (5,1 trilyon dolar), hanelerde tüketilen (1,5 trilyon dolar), tarımsal amaçlı kullanılan (380 milyar dolar), iç ulaşım, hidroelektrik, rekreasyon gibi tüketim dışı kullanılan (460 milyar dolar) ve sayılamayacak kadar detaylı su kullanım alanlarını kapsıyor

Dolaylı yoldan sudan etkilenen ekonomik faaliyetler ise su kalitesini ve toprak sağlığını iyileştirme, tortu ve besin maddeleri taşıma, karbon depolama, kuraklık ve sel gibi aşırı olayların azaltılması ve karada, tatlı su ve deniz ortamlarında biyolojik çeşitliliğin sürdürülmesi gibi çevre çalışmalarını da içeren faaliyetlerin toplamından oluşuyor ve yaklaşık 50 trilyon dolar değerinde bir ekonomik büyüklük yaratıyor.

Bir başka deyişle su konusunda yaşanacak her türlü olumsuzluk, aslında dünya ekonomisinin %60’ına denk düşen toplamda 58 trilyon dolarlık bir ekonomik büyüklüğü tehdit etmiş oluyor. Dünya Bankası’nın sağladığı bilgilere göre, su sıkıntısı yüzünden küresel ekonominin 2050 yılına dek senelik 6 trilyon dolar zarar görmesi olası. Bu tehdit, milyonlarca insanın kıtlık ve kuraklıkla karşı karşıya kalması, yaşam alanlarından kopması, işsiz kalması, sosyal adaletin ve kapsayıcılığın bozulması ve aynı zamanda ekolojik bir yıkımı da beraberinde getiriyor. Zaten mavi ekonomi konseptiyle hedeflenen de bu yıkımın önüne geçmek, olumsuz etkilerini azaltmak ve yeni koşullara uyumlanmayı içeriyor.

Bu devasa ekonomik hacim, maalesef tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de tehdit altında. Su kaynakları küresel ölçekte giderek artan bir baskıya ve daralmaya maruz kalırken Türkiye’deki durum da bundan bağımsız değil. İklim değişikliği, sanayileşme, hızla büyüyen şehirler ve nüfus artışı, suyun verimli ve sürdürülebilir yönetimini her zamankinden daha önemli hale getiriyor. Bu nedenle, dünya çapında deniz ve okyanus kaynaklarının sürdürülebilir şekilde değerlendirilmesi yoluyla ekonomik kalkınma, sosyal refah ve ekosistemlerin korunmasını hedefleyen mavi ekonomi modelleri üzerine çalışmalar uluslararası ve ulusal ölçekte giderek artıyor.

Örneğin, Birleşmiş Milletler Çevre Programı Finans Girişimi (UNEP-FI) tarafından başlatılan Sürdürülebilir Mavi Ekonomi Finans Girişimi’nin  (Sustainable Blue Economy Finance Initiative) bir parçası olarak Avrupa Komisyonu, WWF, Dünya Kaynakları Enstitüsü (WRI) ve Avrupa Yatırım Bankası (EIB) tarafından Sürdürülebilir Mavi Ekonomi Finans İlkeleri belirlendi. Bu ilkeler; “Koruyucu, Uyumlu, Risklere Duyarlı, Sistematik, Kapsayıcı, İşbirliği Odaklı, Şeffaf, Amaca Yönelik, Etkili, İhtiyatlı, Çeşitlendirilmiş, Çözüm Odaklı, Bilimsel ve Ortaklıklara Dayalı” olarak sıralanıyor.

Benzer bir başka girişim de Mavi Akdeniz Ortaklığı (Blue Mediterranean Partnership). Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD), EIB ve Akdeniz için Birlik (UfM), tarafından COP27 zirvesinde duyurulan Mavi Akdeniz Ortaklığı, Akdeniz bölgesinde Avrupa Birliği’nin (AB) komşu güney ülkelerinde sürdürülebilir bir mavi ekonominin geliştirilmesini amaçlıyor. Aslında bu da iyi bir haber, zira ülkemiz Akdeniz’in en büyük ülkelerinden biri ve bu sayılan kurumlarla da uzun yıllara varan bir işbirliği ve ortak başarı hikayesi geçmişi var. Bu başarılı geçmiş bundan sonrası için de önemli bir işbirliği potansiyeli barındırıyor.

Günümüzün su verilerine göre “su stresi çeken bir ülke” konumunda olan Türkiye’nin, su konusundaki daralmayı ve beraberinde getirdiği olumsuz ekonomik ve ekolojik etkileri çok daha yakından ve yoğun bir şekilde hissetmesi bekleniyor. Bu tehdidin bertaraf edilebilmesi için şimdiden çok değerli çalışmalar yapılmaya başlandı bile, ancak problemin bugünkü büyüklüğü ve yıllar içinde artacak eksponansiyel etkisi düşünüldüğünde daha fazlasını yapmaya ihtiyacımız olduğu aşikar. Dolayısıyla yukarda bahsetmiş olduğum uluslararası organizasyonlarla birlikte geliştirilmesi gereken projeler ve iklimin gerektirdiği doğru su uyumlanmasının sağlanması gereken altyapı ve üstyapı tesisleri var.

Başta sanayi, tarım ve enerji olmak üzere pek çok sektörün devamlılığı suya bağlı. 2019-2023 Ulusal Su Planı’ndaki verilere göre, Türkiye’de 2022 senesinde toplam 57 milyar m³ su kullanılmış ve bunun %77’si (44 milyar m³) tarım sulamasında, %23’ü (13 milyar m³) ise içme suyu, evsel ve sanayi kullanımlarında harcanmış. Büyüyen nüfusu ve gelişen ekonomisi göz önünde bulundurulduğunda, bu tablonun Türkiye için sadece bir potansiyel yatırım tablosu olarak algılanması doğru değil. İş dünyasının, kamunun, reel ve özel sektörün, akademinin ve konunun tüm paydaşlarının bir araya gelerek kısa-orta-uzun vadeleri kapsayacak ve makro ölçekte daha iklim dirençli bir su yapısına kavuşmamızı sağlayacak bir su yönetimi politikası ve stratejisi geliştirilmesi gerektiği muhakkak.

Arif Ergin

Sürdürülebilir Ekonomi ve İklim Değişikliği Uzmanı | Küre