Üsküdar Üniversitesi’nden Prof. Dr. Süleyman İrvan, medyanın topluma karşı sorumluluklarını hatırlatırken bilim dışı, gerçek olmayan, gerçeklerle uyuşmayan fikirlerin, görüşlerin yayılmasına aracılık etmemesi gerektiğini söylüyor ve ekliyor: “Bilim insanlarının sorunla ilgili açıklamalarını haberleştirmeli. Çözüm odaklı bir yaklaşım sergilemeli ve haberleştirirken de etik davranmalı.”
Pandemi, deprem veya seçim dönemi fark etmeksizin farklı dönemlerde birçok dezenformasyon ataklarına şahit olduk. İklim krizi daha geniş bir sürece yayılıyor ancak bilimsel gerçekliklere yönelik ciddi dezenformasyonlarla karşı karşıyayız ve bunlar ekonomik/sosyal infiallere yol açabiliyor. Buradaki temel sorun nerede yatıyor?
Dezenformasyonun en çok yayıldığı alanlardan biri sosyal medya. Buna karşın sosyal medyayı dezenformasyonla mücadelede nasıl kullanabiliriz?
Burada hem sosyal medya hem de bunların haberleştirilmesi noktasında sorunlar var. Deprem haberciliği konusunda da bunu vurgulamaya çalışmıştık. Sosyal medyada bilim karşıtı birtakım kampanyalar sürdürüldüğünde sosyal medya platformlarına bazı sorumluluklar düşüyor. Ancak bununla çok ilgilenmiyorlar. Etkileşimlerden kazanç sağladıkları bir modelleri var. İklim inkarcılığı konusunda da benzer şekilde dezenformasyonu önleyecek bir politika yürüttüklerini düşünmüyorum.
“Medya ne yapıyor?” derseniz, iklim inkarcılığı etkileşim alan bir konu olması nedeniyle haberleştirilmesinde bir sakınca görmüyor. Medyanın topluma karşı bir sorumluluğu var. Bilim dışı, gerçek olmayan, gerçeklerle uyuşmayan fikirlerin, görüşlerin yayılmasına aracılık etmemeli. Bilim insanlarının sorunla ilgili açıklamalarını haberleştirmeli. Çözüm odaklı bir yaklaşım sergilemeli ve haberleştirirken de etik davranmalı. Burada eksik olan o. Medyada olumsuz olan daha çok ilgi çekiyor; yalan/yanlış haberler daha hızlı yayılıyor. İnsanlar bu yalan haberleri eleştirirken de desteklerken de yayıyorlar. İki taraflı bir etkisi var. Dolayısıyla sosyal medya platformlarına görev düşüyor. Bu tarz içerikleri ayıklamaya, bunları düzeltmeye odaklanan birtakım politikalar yürütmesi gerekiyor. Teyit.org gibi doğrulama platformlarını bu türden dezenformasyona karşı desteklemeli. En önemlisi gazetecilerin iklim inkarcılarını haberleştirirken oldukça dikkatli olması, bu sesleri çoğaltmaması lazım.
Fosil yakıt sektörünün bu dezenformasyonda büyük bir etkisi var. Dünyanın en büyük reklam ajanslarıyla çalışıp, kendilerini aklamaya çalışıyorlar. O nedenle medyanın ekonomi-politiğine de değinmek gerekir sanırım…
Özellikle fosil yakıt şirketleri iklim krizini engellemeye yönelik politikalardan zarar görüyorlar. Onlar da haliyle reklam güçlerini kullanıyorlar, sosyal medyada kampanyalar yürütüyorlar. Gelirini bu mecralardan sağlayan medya kuruluşlarının reklam gücünü elinde tutan şirketlerle mücadele etmesi pek kolay değil. Hükümetlerin ciddi önlemler alması gerektiğini düşünüyorum. Bir ülkenin iklim politikası olmalı ve o politika hem halka doğru anlatılmalı hem de yanlış açıklamalar konusunda önlem almalı. Medyayla kamuoyu bilgilendirmesi gibi farklı işbirliklerine gidilebilir. Toplumun ikna edilmesi lazım. Kamuoyu desteği çok önemli. Ben iklim kriziyle etkin mücadele konusunda hükümetlerin ayak dirediğini görüyorum. Örneğin, Türkiye iklim krizini kabul ediyor ancak bu krizi Türkiye’nin dışında bir kriz gibi sunuyor. “Bu bizim krizimiz değil, bunu biz yaratmadık, bizim bir katkımız yok” yaklaşımı var. Bunu önemseyen bir politika da bu nedenle yok. Böyle olunca iklim krizi hakkındaki dezenformasyon da görmezden geliniyor. İklim inkarcılarının yaptıkları mitinge karşı
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı bir açıklama yaptı mı? Benim bildiğim kadarıyla yapmadı. Bütün insanlığı ilgilendiren bir sorun bu. Dolayısıyla önlemlerin tüm ülkeler tarafından aynı biçimde ele alınması lazım ki bir sonuç elde edilebilsin. Bazı ülkeler önlem alıp, bazıları almazsa bu konuda kamuoyu yaratmak da zorlaşıyor.
Dezenformasyon sürecindeki neredeyse bütün aktörleri konuştuk. Sorumluluğun bireylere verilmesi gerektiğini düşünmesem de yurttaşlara nasıl bir görev düştüğünü de tartışmalıyız gibi duruyor. Siz ne dersiniz?
İyi bir medya okuryazarı olunması gerekliliğinin yanı sıra iklim konusunun ne kadar önemli olduğuna dair de toplumun bilgilenmiş olması beklenir. STK’lara da çok büyük görev düşüyor. Eğitimin içerisinde de bunun olması gerekiyor. Kısa bir süre önce milli eğitimde müfredat değişikliği çalışmaları oldu. Milli eğitim müfredatında iklim krizi ne kadar yer alıyor? Oradan başlanılması gerekiyor. Medyanın da olumlu katkısı olmalı ama toplumun da sorunlarına sahip çıkması lazım. Toplum, sorunlarına sahip çıkabilirse iklim krizini çözmeye dönük politikalar eyleme dönüşebilir.
Bu yazı, ekoIQ’nun 112. sayısında yayımlanmıştır. Dergiye buradan ulaşabilirsiniz.