Yerel yönetimlerin başta deprem olmak üzere afetlere ve iklim değişikliğiyle artan felaketlere karşı halkın huzur ve sağlığını temin etmek adına dirençli kent modeline uygun politikalar uygulaması günümüzün bir gerekliliği olarak ortaya çıkıyor. Yeditepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü Başkan Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Barış Gençer Baykan, iklim dirençli kentler yaratmada eşitsizliklerin giderilmesinin gerekliliğine dikkat çekerken yerel yönetimlerin uluslararası işbirliği içinde olmasının önemini vurguluyor.
Türkiye’nin gündemi malum, yerel seçimler. Fakat siyasi bir meselenin ötesinde, iklim değişikliğinin ve doğal afetlerin etkilerine ciddi anlamda tanıklık ettiğimiz bir dönemden geçiyoruz. Bu durumu neye bağlıyorsunuz?
31 Mart 2024 yerel seçimlerinde çevre ve ekoloji sorunları çok arka planda kaldı. İmar, ulaşım, yeşil alan konuları tartışılsa da günübirlik siyasi polemikler arasında yitip gidiyor. Deprem gibi yakın ve yıkıcı bir tehdit dahi gündemin ilk sıralarında değil -ki kentsel dönüşümün ana odağında bunun olması gerekir. Çoklu krizlerden kentler de etkileniyor. Kentler gözlerimizin önünde hızla dönüşüyor çünkü ekonomide rant yaratmanın en kolay yollarından biri imardan, inşaattan geçiyor. Hızla kentleşen nüfus iklim krizinin etkilerini giderek daha fazla hissedecek. Artan sıcaklıklar, hava kirliliği, su kaynakları üzerindeki baskı ve gıda tedariki gibi konuları bunlar arasında sayabiliriz. Aslında politik ve tutarlı bir perspektif ile ele alınmadığı için tüm bu sorunları yaşıyoruz. Eşitsizlikler arttıkça, adil bölüşüm sağlanmadıkça büyüyen kentsel problemlere çözüm bulmak zorlaşacak.
İklim dirençli kentler yaratmada yerel yönetimlerin rolünü nasıl görüyorsunuz? Bir belediyenin tekil olarak ya da örgütlü belediyeciliğin kent hayatını iklim uyumlu politikalar ile yönetmesi olanaklı mı?
İklime dirençli kentlerin oluşturulmasında yerel yönetimlerin rolü çok önemli. Planlama, altyapı yatırımları, yurttaş katılımı, acil durum hazırlığı ve işbirliği gibi çeşitli alanlarda bu rol gözlemlenebilir. Yeşil altyapı, enerji verimliliği ve su yönetimi alanlarında politikalar geliştirilmesi gerekiyor. Stratejik planlar ve iklim eylem planları üzerinden politikalar incelenebilir. Ölçek meselesi de önemli. Büyükşehir ve büyükşehir ilçelerinin iyi bir yönetişim sergilemesi lazım. Elbette enerji, altyapı ve ulaşım gibi ulusal planlamanın ağır bastığı alanlarda etkin bir işbirliği yapılmazsa dirençli kentler hayata geçirilemez. Öte yandan yerel yönetimlerin yeterli maddi kaynakları yok. Finansal özerklik de önemli. Yerel yönetimlerin uluslararası iklim ağları ile bilgi paylaşımı, ortak işbirlikleri ve teknik destek ve kapasite geliştirme alanlarında işbirliği yapmaları değerli. Sonuçta tek bir belediyenin tüm bu altyapı yatırımlarının ve yönetişim problemlerinin üstesinden gelmesi mümkün değil. İstanbul örneğini alırsak sadece bir ilçenin altından kalkabileceği bir yük değil. Büyükşehir, Marmara, ulusal, bölgesel ve uluslararası ölçekler iç içe geçmiş halde.
Sürdürülebilirlik ile yerel yönetimler arasında bürokratik anlamda ne tür bir ilişki olduğunu düşünüyorsunuz? Tepeden dayatılan politikaların mı yoksa yerelden yükselen taleplerin mi dirençli kentler oluşturmada etkili olacağı kanısındasınız?
Sürdürülebilirliği en geniş anlamda çevresel, ekonomik ve sosyal sürdürülebilirlik olarak düşünürsek tüm yaşamımızı etkileyen bir ilişkiler ağı tarif etmiş oluruz. Yerel yönetimler de şehirlerimizde bu alanlarda hizmet ve politika üreten bir birim olarak sürdürülebilirliğin en temel aktörü olarak karşımıza çıkıyor. Kentsel planlamada ve kalkınmada ihtiyaçların ve öngörülen risklerin bertarafında kaynaklarını harekete geçirmede yerellik çok önemli. Tepeden inmeci politikalar yerelin aktörlerini de, kaynaklarını da, teknolojisini de göz ardı ediyor. Deprem konusunu ele alırsak kentlerin gerekli direncini güçlendirmek yerine rantı ve sermaye transferini önceleyen merkezi politikalar her anlamda kentleri zayıflatıyor. Küresel ve ulusal mega projelerin çağının artık kapanması gerekiyor.
Bir makalenizde “Aktivist belediyecilik” kavramından söz ediyorsunuz. Bu yönlü bir faaliyetin olanaklı olduğuna ve genele yayılarak çözüm imkanı sunacağına dair düşünceleriniz neler?
Aktivist belediyecilik ağırlıklı olarak merkeziyetçi eğilimlere bir tepki olarak ortaya çıkıyor. Bir kısmı da yerel demokrasinin yükselişinden toplumsal hareketlerin sonuç alıcı etkinliğinden kaynaklanıyor. Merkeziyetçi politikaların oluşturduğu basınç arttıkça yerelden tepki de artacaktır. Genele yayılmayabilir çünkü belirli politika alanlarında yoğunlaşıyor aktivist belediyecilik. Doğanın ve kent müştereklerinin kalkınma politikalarına kaynak teşkil etmesi, çevre ve ekoloji hareketlerinin yanı sıra kent yönetimlerini de itiraz koalisyonunun bir parçası haline getiriyor. 2000 sonrası dönemde ulusal düzeydeki enerji, madencilik, kentsel dönüşüm, imar ve atık yönetimi politikaları birçok bölgede yerel yönetimler tarafından protesto edilmeye başlandı. Tepeden inmeci politikaları/projeleri kabul etmeyerek; kent hareketleri ile eşgüdüm halinde, protesto dahil çeşitli toplumsal hareket yöntemlerini kullanarak hak aradıkları çekişmeli bir mücadele yöntemini benimsedikleri gözlemleniyor.
Aktivist belediyecilik yürüten yerel yönetim biriminin muhatap aldığı kurum açısından üç farklı ilişki biçimi ortaya çıkıyor: Birincisi ilçe belediyesinin bakanlıklarla, ikincisi büyükşehir belediyesinin bakanlıklarla, üçüncüsü de ilçe belediyesinin büyükşehir belediyesiyle girdiği çekişmeci mücadele şeklinde. Aktivizm yürüten belediyelerin başvurduğu eylem repertuvarları arasında konuya ve bağlama göre farklılaşmakla birlikte protesto, referandum, dijital imza kampanyaları öne çıkıyor. Bununla birlikte belediyeler halkı bilgilendirme, bilimsel çalışmalar hazırlama, hukuki mücadele gibi yasal hakları olan yöntemleri de konvansiyonel olmayan yöntemlerle birlikte veya dönüşümlü olarak kullanabiliyor. Aktivist belediyeler, muhalefet cephesini genişletmek için normalde politika süreçlerine katılamayan paydaşlar ile koalisyonlar kuruyor. Yerel veya bölgesel koalisyonlar içinde genellikle muhalefetteki siyasi partinin bölge milletvekilleri, komşu ilçelerin belediye başkanları, mahalli idare birlikleri ve belediye meclisleri üyeleri bulunuyor. Kent konseyleri, muhtarlıklar, odalar, dernekler, vakıflar ve kooperatifler de koalisyonun bir parçası olabiliyor.
Bu yazı, ekoIQ’nun 111. sayısında yayımlanmıştır. Dergiye buradan ulaşabilirsiniz.