#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey
milli ruzgar turbinleri geliyor

Milli Rüzgar Türbinleri Geliyor

Kısaca MİLRES olarak ifade edilen Milli Rüzgâr Enerjisi girişiminin adını bile duymak bizi heyecanlandırmaya yetti. Ne zaman ve nasıl oluştu bu girişim?
Aşağı yukarı iki yıldır devam eden sivil bir ulusal nano teknoloji girişimimiz var. Türkiye’deki dokuz sektör için nano teknoloji sanayi perspektifinden bir yol haritası çıkartmaya çalışıyoruz. O vesileyle çeşitli sanayi kuruluşları yla bir araya geliyoruz. Bu çalışma sırasında geçtiğimiz yıl, o dönem Aksa’nın genel müdürlüğünü yapan, şimdi Akkök Grubu’nun İcra Kurulu Üyeliği görevini sürdüren Mustafa Yılmaz’la bir araya geldik. Bildiğiniz gibi, Aksa sentetik elyaf üreten dünyanın en büyük fabrikalarından birisi. Son zamanlarda, rüzgâr enerjisinde kritik bir öneme sahip olan karbon elyaf üretecek duruma geldiklerini anlattı bize. Daha sonra ekim ayında beş altı sanayiciyle birlikte tekrar bir araya geldik. Rüzgârla ilgili bir fikir alışverişinde bulunduk. Ortaya şöyle bir resim çıkmaya başladı: Türkiye rüzgâr enerjisinde Avrupa’da potansiyel olarak beşinci sırada. Dolayısıyla çok önemli bir potansiyele sahip. Ve bu potansiyeli harekete geçirerek hem karbondioksit salımını pozitif yönde etkileyebileceğini hem de Türkiye’nin enerji ithalatını azaltabileceğini gördük. Dolayısıyla bu grup biraz genişledi, sonunda on sanayicinin katıldığı, bizim de Sabancı Üniversitesi olarak koordinasyon düzeyinde katıldığımız bir Rüzgâr Enerjisi Teknolojileri Platformu Girişimi ortaya çıktı. Bu önemli potansiyel göz önünde bulundurarak da bir arama konferansı yapma kararı alındı. Ve sektöre döndü, sektörü davet etti. 40’nın sanayici olduğu 73 kişinin katıldığı bir arama konferansı düzenledik.

Bu arama konferansından ne gibi sonuçlar çıktı?
Sonucu bir cümleyle söyleyeyim: Türkiye bu sektörü oluşturmalıdır; bu sektör içinde bir oyuncu olmalıdır; bu öngörülen yatırımın en azından bir bölümü Türkiye’nin teknolojileriyle ortaya çıkmalıdır. Bu fırsat vardır çünkü rüzgâr enerjisiyle ilgili teknoloji, Türkiye’nin çok aşırı derecede zorlanmadan katılabileceği ve bundan sonra değişimleri takip edebileceği bir seviyededir. Çok geç kalınmış bir alan değil. Şöyle ifade edildi toplantıda: 20. yüzyılın başındaki otomotiv endüstrisinin bulunduğu konumdayız. Önümüzdeki 20-30 yıl içinde birçok şey değişecek. İlla klasik yöntemle olması gerekmiyor. Eğer Türkiye gecikmeden buna başlayabilirse, çok önemli yollar alabilir.

Bu potansiyelin ekonomik boyutuyla ilgili nasıl veriler var elinizde?
Türkiye’nin şu andaki toplam elektrik tüketimi 80 gigavatlar civarında. 2023 için öngörülen rüzgâr enerjisi üretimi ise 20 gigavat, yani 20 bin megavat. Dolayısıyla Enerji Bakanlığı 2023’e kadar 20 gigavatlık rüzgâr santrali kurulmasını ön görüyor. Şimdi bunun parasal büyüklüğüne bakalım. Yaklaşık 1 megavatlık santral yatırımının aşağı yukarı maliyeti 1,5 milyon dolardı r. Yani toplamda 30 milyar dolarlık bir satın alma sözkonusu. Türkiye’nin gerçek potansiyeliyse 40 gigavat civarındadır. Yanı sözünü ettiğimizin iki katı. O halde biz 60 milyar dolarlık bir yatırımdan söz ediyoruz. Türkiye bu parayı öyle veya böyle harcayacak. Bu azımsanacak bir büyüklük değil. Herhangi bir sektör 1 milyar dolarlık ihracat yapınca “çok iyi” diyoruz. Önümüzdeki 10 yıl boyunca 20 gigavat demek, her yıl 2 gigavat anlamına gelir. Bu da her yıl 3 milyar dolarlık bir yatırım demektir. 20 gigavat olur olmaz, o ayrı mesele ama en azından plan böyle. Bu perspektiften bakıldığında ne kadar önemli bir olaydan bahsettiğimiz daha iyi ortaya çıkıyor.

İsterseniz bir de, şu anda dünyada rüzgâr enerjisiyle ilgili genel duruma bakalım…
Genel olarak bazı pazarların yavaş yavaş doyma noktasına geldiklerini söyleyebiliriz. Yani rüzgâr kapasitelerini neredeyse tamamen kullanmışlar. Mesela Danimarka, Hollanda, Avusturya, İspanya, Almanya, Belçika neredeyse doyma noktasındalar. Potansiyeli kullanma açısından Portekiz, İngiltere, Fransa, İtalya ve İrlanda arka arkaya sıralanıyor. Türkiye bu tablonun tam dibinde. Bu da bize önemli bir mesaj veriyor: Türkiye hem rüzgâr potansiyeline sahip hem bu potansiyelini yeterince kullanmamış bir ülke konumunda. Biz çalışmalara başladıktan sonra yaşanan bir gelişme de önemliydi. Ocak sonu itibarıyla Türkiye’de bir yasal düzenleme çıktı. Bu düzenleme alım ve fiyat garantisi verdi; bu fiyatı da yerli üretimle ilişkilendirdi. Türkiye rüzgâr enerjisinin kilovat saatini 7,3 dolar kuruş olarak satın alacağını deklare etti. Ama buna paralel olarak, eğer rüzgâr tribünlerinin belli bölümleri yerli üretim olursa satın alım fiyatının yükseleceği taahhüdü verildi. Eğer kanatlar yerli üretim olursa, artı 0,8 dolar kuruş verilecek. Yani 7,3 yerine 8,1 dolar kuruş. Eğer jeneratör ve güç elektroniğiyse 1,1 dolar kuruş daha ekleniyor. Eğer rüzgâr türbininin kulesi Türkiye’de yapılmışsa 0,8 daha. Mekanik aktarma tarafları da Türkiye’de yapılırsa satın alım fiyatı 1,3 dolar kuruş daha artıyor. Dolayısıyla eğer tüm kompenantlar Türkiye’de yapılırsa, kilovat saat başına 7,3 yerine 11 dolar kuruş alacaksınız. Yani yüzde 50 daha fazlaki bu çok ciddi bir fark. Bu da bizim için çok önemli bir teşvik oldu.

Peki, kamu bu projenin neresinde?
Aslında bundan yaklaşık iki yıl önce başlayan bir başka süreç daha var. Enerji Bakanlığı’nın da içinde bulunduğu, TÜBİTAK’ın KAMAK (Kamu Araştırma Geliştirme Projeleri) diye bir fonu var. Dolayısıyla kamu ajanı, özel sektörü, üniversiteyi bir araya getirerek bir proje, bir araştırma geliştirme projesi oluşturabiliyor. Enerji Bakanlığı’nın bu kapsamda Türkiye’de bir rüzgâr santrali tasarımı ve imalatı üzerine bir araştırma projesi girişimi oldu. Hem bakanlık hem de Sabancı Üniversitesi olarak biz bu sürece katkı yaptık. Sabancı Üniversitesi öğretim üyemiz Mahmut Akşit’in yürüttüğü proje, bir 500 kilovatlık, iki tane de 2,5 megavatlık rüzgâr santrali yapılması üzerineydi. Talep edilen araştırma fonu da 50 milyar lira civarındaydı. Yapılan değerlendirmeler sonucunda şöyle bir karar ortaya çıktı: Bu projeyi iki fazda öngörelim. Birinci fazı 500 kilovatlı k santralin yapılıp çalıştırılması, bilahare de daha üst güçlerde santrallerin yapılması için plan yapalım. Ama konuşurken ortaya ikinci bir önemli konu çıktı. Neydi bu konu? Şimdi bir tarafta MİLRES projesi yürüyor; 2013’ün başlarında Türkiye’nin 500 kilovat gücünde çalışan bir rüzgâr santrali olacak. Daha çok TAİ ismiyle bilinen TUSAŞ-Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. de bu çalışmanın parçası çünkü kanatları TAİ yapacak. Dolayısıyla MİLRES aracılığıyla çeşitli alt parçalarının Türk tasarımları da yapılıyor olacak. Hem jeneratör, hem mekanik, hem de kanat parçalarında çalışmalar olacak. Bu parçaları Türkiye’de üreten çeşitli şirketler var. Bir kısmı jeneratör imal ediyor ama rüzgâra yönelik çalışmamış. Hızlar biraz farklı olduğundan yeni tasarımlar yapılacak. Aynı durum mekanik aksamlar için de geçerli. Zaten otomotiv sanayii nedeniyle Türkiye’nin ciddi bir üretim yeteneği mevcut. Dolayısıyla Türkiye’nin kendi rüzgâr santrali kompenantlarını üretmesi hem mümkün hem de son derece önemli. Ancak bu demek değil ki Türkiye’de dönen bütün santraller Türk tasarımı olacak; yabancı firmalar da yollarına devam edecek. Rekabetçi bir pazar oluşacak. Yasal düzenleme nedeniyle Siemens, Vestas, Enercon ve GE gibi dünya devi şirketler de Türkiye’de üretim yapmak zorunda kalacak. Kendinizi bir santral işleticisi yerine koyun: Elektriğinizi 7,3 dolar kuruşa mı satmak istersiniz 10 dolar kuruşa mı? Peki, bu sürecin ana taşıyıcısı bir kurum veya şirket olacak mı? Türkiye’nin önümüzdeki dönemde mutlaka bir entegratör şirket yaratması gerekir. Bu, sektörün şu andaki oyuncularının ortak olduğu bir şirket de olabilir. Modeli henüz belli değil. Bu modeller hakkında çeşitli fikirler ortaya kondu; alternatif modeller ortaya çıktı. Tüm bunlardan pazar şartlarına en uygun modelin ortaya çıkacağını ümit ediyoruz. Şöyle düşünün: Bir firma tasarımını, diğeri başka bir parçasını, bir diğeri entegrasyonu yapacak ama bunu pazarlayacak bir üst yapıya ihtiyaç var. Aslında dünyanın en büyük rüzgâr enerjisi firması olan ve 2010 yılı itibariyle sektörün global anlamda yüzde 17’sine hakim olan Vestas da böyle bir şirket. Vestas sadece kanatları yapı- yor, diğer her şeyi toparlıyor. Ama entegratör o, tasarımı o yapıp pazarlıyor. Peki, bu yerli tasarım ne zaman ortaya çıkacak. Rüzgâr kanatları ne zaman döndürecek? 2015-16 yıllarında türbininin ortaya çıkacağını varsayıyoruz. Demek ki biz önümüzdeki beş yılı konuşuyoruz. Ki gerçekçi olan da o. Şu anda 2 gigavatlık lisanslar verilmiş durumda. 8 gigavatlık lisans da önümüzdeki bir iki yıl için verilmiş olacak. Onlara yetiştirmemiz mümkün değil. Biz yapılması hesaplanan 20 gigavatın, 10 gigavatını zaten kaybetmiş durumdayız. Ama hızlı hareket edersek 10 gigavatlık, yani 15 milyar dolarlık bir satın alma işlemi hala önümüzde duruyor. Anladığım kadarıyla, bu projenin anlamlı olması için çok hızlı faaliyete geçmesi gerekiyor. Bu iş tavsarsa hiçbir şansı olmaz… Mesela 10 yıl sonraya kalırsa… O zaman geç olur, hiçbir işe yaramaz. Önümüzdeki dört beş yıl içinde yan sanayinin oluşturulması ve bir rüzgar türbininin ortaya çıkması ve rekabet etmeye başlaması gerekiyor. Bütün hikâye bu aslında. Bu yapılabilirse Türkiye 60 milyar doların 20-25 milyar dolarını buraya çevirebilir, hatta ihracatla bunu daha ciddi hale getirebilir. Şu anda oldukça ümitliyim; bunun da birkaç nedeni var. Birincisi bu çalışmanın araştırma safhası için gerekli kaynak ayrılmış durumda. İkincisi, bakanlığın çıkarmış olduğu teşvik. Alım ve fiyat garantisi vermesi. Dünyaya baktığımızda rüzgâr sanayinin oluşması için çok kaba olarak söylenmesi gereken şeyler bunlardır: Yani fiyat ve satın alma garantisi ile bir de karar vericilerin belirlediği, duyurduğu ve arkasında durduğu bir kota. Mesela “Ben 2023’te enerjimin yüzde 20’sini yenilenebilirden karşılayacağım” diyeceksin. Söyleyeceksin, sanayici önünü görebilsin ve yatırım yapabilsin. Bu proje bizce de son derece önemli.

Peki, gerçekleşmesini engelleyecek ne gibi riskler var? Bir risk analizi yapsanız…
Bu projenin başarılı olabilmesi için önümüzdeki dört yıl kritiktir. Bahsettiğimiz ARGE projesi yürüyor. 500 kilovatlı k ve 2 megavatlık iki türbin yapılacak da. Onda şüphe yok. 10 milyon dolar kaynağı ayrılmış vaziyette. Bu noktada, sözkonusu geçiş döneminde dünyanın öncü firmalarının Türkiye’de imalat yapmalarını sağlayacak bir takım teşviklere ihtiyaç olabilir. Mesela jeneratörü bizim yapmamız gerekmiyor. Dünyadaki herkes jeneratörü başka yerlerden alıyor. Dolayı sıyla biz de oralardan alabiliriz. İkinci olarak da, bu dört yıllık dönem içinde yan sanayinin oluşmasıyla ilgili bir kamu erki lazım. Böyle bir sektörü başlatmak, Hükümet açısından da çok önemli bir fırsat olabilir. Şu anda farkında olmadıkları görülüyor. Yoksa seçim platformunda müteahhitlik projeleri yerine rüzgârı açıklasalar müthiş olurdu.

“Kapılar Yeni Oyunculara Açık!”
Şu andaki girişimin üyeleri Ak Enerji, Aksa Akrelik, Borusan, Çimtaş, Demirer Holding, Sabancı Holding, Sabancı Üniversitesi, Hexagon, Siemens, Türk Sınai Kalkınma Bankası ve Vestas. Bu kadro genişleyebilir. Şu anda orada aldığımız karar, TÜBİTAK Teknoloji Platformu’nu oluşturmak, oluştururken de bütün sektöre, var olan oyunculara bunu açmak, isteyenin buraya katılımını sağlamak.

Kısaca MİLRES olarak ifade edilen Milli Rüzgâr Enerjisi girişiminin adını bile duymak bizi heyecanlandırmaya yetti. Ne zaman ve nasıl oluştu bu girişim?
Aşağı yukarı iki yıldır devam eden sivil bir ulusal nano teknoloji girişimimiz var. Türkiye’deki dokuz sektör için nano teknoloji sanayi perspektifinden bir yol haritası çıkartmaya çalışıyoruz. O vesileyle çeşitli sanayi kuruluşları yla bir araya geliyoruz. Bu çalışma sırasında geçtiğimiz yıl, o dönem Aksa’nın genel müdürlüğünü yapan, şimdi Akkök Grubu’nun İcra Kurulu Üyeliği görevini sürdüren Mustafa Yılmaz’la bir araya geldik. Bildiğiniz gibi, Aksa sentetik elyaf üreten dünyanın en büyük fabrikalarından birisi. Son zamanlarda, rüzgâr enerjisinde kritik bir öneme sahip olan karbon elyaf üretecek duruma geldiklerini anlattı bize. Daha sonra ekim ayında beş altı sanayiciyle birlikte tekrar bir araya geldik. Rüzgârla ilgili bir fikir alışverişinde bulunduk. Ortaya şöyle bir resim çıkmaya başladı: Türkiye rüzgâr enerjisinde Avrupa’da potansiyel olarak beşinci sırada. Dolayısıyla çok önemli bir potansiyele sahip. Ve bu potansiyeli harekete geçirerek hem karbondioksit salımını pozitif yönde etkileyebileceğini hem de Türkiye’nin enerji ithalatını azaltabileceğini gördük. Dolayısıyla bu grup biraz genişledi, sonunda on sanayicinin katıldığı, bizim de Sabancı Üniversitesi olarak koordinasyon düzeyinde katıldığımız bir Rüzgâr Enerjisi Teknolojileri Platformu Girişimi ortaya çıktı. Bu önemli potansiyel göz önünde bulundurarak da bir arama konferansı yapma kararı alındı. Ve sektöre döndü, sektörü davet etti. 40’nın sanayici olduğu 73 kişinin katıldığı bir arama konferansı düzenledik.

Bu arama konferansından ne gibi sonuçlar çıktı?
Sonucu bir cümleyle söyleyeyim: Türkiye bu sektörü oluşturmalıdır; bu sektör içinde bir oyuncu olmalıdır; bu öngörülen yatırımın en azından bir bölümü Türkiye’nin teknolojileriyle ortaya çıkmalıdır. Bu fırsat vardır çünkü rüzgâr enerjisiyle ilgili teknoloji, Türkiye’nin çok aşırı derecede zorlanmadan katılabileceği ve bundan sonra değişimleri takip edebileceği bir seviyededir. Çok geç kalınmış bir alan değil. Şöyle ifade edildi toplantıda: 20. yüzyılın başındaki otomotiv endüstrisinin bulunduğu konumdayız. Önümüzdeki 20-30 yıl içinde birçok şey değişecek. İlla klasik yöntemle olması gerekmiyor. Eğer Türkiye gecikmeden buna başlayabilirse, çok önemli yollar alabilir.

Bu potansiyelin ekonomik boyutuyla ilgili nasıl veriler var elinizde?
Türkiye’nin şu andaki toplam elektrik tüketimi 80 gigavatlar civarında. 2023 için öngörülen rüzgâr enerjisi üretimi ise 20 gigavat, yani 20 bin megavat. Dolayısıyla Enerji Bakanlığı 2023’e kadar 20 gigavatlık rüzgâr santrali kurulmasını ön görüyor. Şimdi bunun parasal büyüklüğüne bakalım. Yaklaşık 1 megavatlık santral yatırımının aşağı yukarı maliyeti 1,5 milyon dolardı r. Yani toplamda 30 milyar dolarlık bir satın alma sözkonusu. Türkiye’nin gerçek potansiyeliyse 40 gigavat civarındadır. Yanı sözünü ettiğimizin iki katı. O halde biz 60 milyar dolarlık bir yatırımdan söz ediyoruz. Türkiye bu parayı öyle veya böyle harcayacak. Bu azımsanacak bir büyüklük değil. Herhangi bir sektör 1 milyar dolarlık ihracat yapınca “çok iyi” diyoruz. Önümüzdeki 10 yıl boyunca 20 gigavat demek, her yıl 2 gigavat anlamına gelir. Bu da her yıl 3 milyar dolarlık bir yatırım demektir. 20 gigavat olur olmaz, o ayrı mesele ama en azından plan böyle. Bu perspektiften bakıldığında ne kadar önemli bir olaydan bahsettiğimiz daha iyi ortaya çıkıyor.

İsterseniz bir de, şu anda dünyada rüzgâr enerjisiyle ilgili genel duruma bakalım…
Genel olarak bazı pazarların yavaş yavaş doyma noktasına geldiklerini söyleyebiliriz. Yani rüzgâr kapasitelerini neredeyse tamamen kullanmışlar. Mesela Danimarka, Hollanda, Avusturya, İspanya, Almanya, Belçika neredeyse doyma noktasındalar. Potansiyeli kullanma açısından Portekiz, İngiltere, Fransa, İtalya ve İrlanda arka arkaya sıralanıyor. Türkiye bu tablonun tam dibinde. Bu da bize önemli bir mesaj veriyor: Türkiye hem rüzgâr potansiyeline sahip hem bu potansiyelini yeterince kullanmamış bir ülke konumunda. Biz çalışmalara başladıktan sonra yaşanan bir gelişme de önemliydi. Ocak sonu itibarıyla Türkiye’de bir yasal düzenleme çıktı. Bu düzenleme alım ve fiyat garantisi verdi; bu fiyatı da yerli üretimle ilişkilendirdi. Türkiye rüzgâr enerjisinin kilovat saatini 7,3 dolar kuruş olarak satın alacağını deklare etti. Ama buna paralel olarak, eğer rüzgâr tribünlerinin belli bölümleri yerli üretim olursa satın alım fiyatının yükseleceği taahhüdü verildi. Eğer kanatlar yerli üretim olursa, artı 0,8 dolar kuruş verilecek. Yani 7,3 yerine 8,1 dolar kuruş. Eğer jeneratör ve güç elektroniğiyse 1,1 dolar kuruş daha ekleniyor. Eğer rüzgâr türbininin kulesi Türkiye’de yapılmışsa 0,8 daha. Mekanik aktarma tarafları da Türkiye’de yapılırsa satın alım fiyatı 1,3 dolar kuruş daha artıyor. Dolayısıyla eğer tüm kompenantlar Türkiye’de yapılırsa, kilovat saat başına 7,3 yerine 11 dolar kuruş alacaksınız. Yani yüzde 50 daha fazla -ki bu çok ciddi bir fark. Bu da bizim için çok önemli bir teşvik oldu.

Peki, gerçekleşmesini engelleyecek ne gibi riskler var? Bir risk analizi yapsanız…
Bu projenin başarılı olabilmesi için önümüzdeki dört yıl kritiktir. Bahsettiğimiz ARGE projesi yürüyor. 500 kilovatlı k ve 2 megavatlık iki türbin yapılacak da. Onda şüphe yok. 10 milyon dolar kaynağı ayrılmış vaziyette. Bu noktada, sözkonusu geçiş döneminde dünyanın öncü firmalarının Türkiye’de imalat yapmalarını sağlayacak bir takım teşviklere ihtiyaç olabilir. Mesela jeneratörü bizim yapmamız gerekmiyor. Dünyadaki herkes jeneratörü başka yerlerden alıyor. Dolayı sıyla biz de oralardan alabiliriz. İkinci olarak da, bu dört yıllık dönem içinde yan sanayinin oluşmasıyla ilgili bir kamu erki lazım. Böyle bir sektörü başlatmak, Hükümet açısından da çok önemli bir fırsat olabilir. Şu anda farkında olmadıkları görülüyor. Yoksa seçim platformunda müteahhitlik projeleri yerine rüzgârı açıklasalar müthiş olurdu.

“Kapılar Yeni Oyunculara Açık!”
Şu andaki girişimin üyeleri Ak Enerji, Aksa Akrelik, Borusan, Çimtaş, Demirer Holding, Sabancı Holding, Sabancı Üniversitesi, Hexagon, Siemens, Türk Sınai Kalkınma Bankası ve Vestas. Bu kadro genişleyebilir. Şu anda orada aldığımız karar, TÜBİTAK Teknoloji Platformu’nu oluşturmak, oluştururken de bütün sektöre, var olan oyunculara bunu açmak, isteyenin buraya katılımını sağlamak.

EkoIQ Editör