Türkiye ekonomisi hem finansal hem de yapısal kırılganlıkları yüksek ama bir o kadar da potansiyeli, birikimi ve kültürel değerleri itibarıyla dikkat çeken ve yükselen bir ekonomi olarak mülteci ekonomisini dikkate almak ve bu süreci incelikli ve etkin bir biçimde yönetmek zorundadır. Bu süreç afet yönetimi, ekolojik dengenin korunması ve sürdürülebilir kalkınmanın geleceği açısından önem arz etmektedir. Dikkate almak zorundayız.
YAZI: Murad TİRYAKİOĞLU
Dünyada yaklaşık 70 milyon insan kuraklık, doğal afetler, siyasal rejim değişiklikleri ve savaşlar sebebiyle vatanını terk etmiş durumda. Bu sayı her geçen gün daha da artıyor ve güncel sayı, dünyanın 21. büyük ülkesinin nüfusuna tekabül ediyor. Bu göç ekonomisi, geçici ya da kalıcı olarak ev sahipliği yapan ülkelerin hem ekonomik faaliyetlerini hem de toplumsal yapısını etkiliyor.
Türkiye açısından bakıldığında bu durum çok daha özellikli hale geliyor. Bunun sebebi Türkiye’nin, dünya üzerinde en fazla mülteci kabul eden ülke olması. Bunun altında yatan sebeplerin en başında “Modern ve Gelişmiş Batı”ya (!) gitmeye çalışan insanların geçiş güzergahında olması; iklim değişikliği, kuraklık ve son yıllarda da özellikle artan siyasal karışıklıklar sebebiyle ülkelerini terk etmek zorunda kalan insanların yakın coğrafyada yer alması geliyor. Bunun yanı sıra Türkiye’nin Müslüman bir ülke olması, yaşam standartlarının görece yüksek olması ve Osmanlı’dan devralınan çok kültürlü yaşama alışkanlıklarının misafirperverlikle birlikte şekillenmesi gibi unsurları da dikkate almak gerekiyor.
İktisadi Etki
Türkiye ekonomisi açısından mültecilerin ortaya koyduğu iki temel etki var. Birincisi iktisadi etki. Her ne kadar toplumsal algı “3,5 milyon Suriyeli” ile sınırlı ise de Türkiye, sayıları azımsanamayacak düzeyde Iraklı, İranlı, Afgan ve Pakistanlıya ev sahipliği yapıyor. Toplam sayı 7 milyona yakın. Bu insanların göz ardı edilemeyecek bir kısmı işgücüne katılıyor, üretime katkı sağlıyor. Buna karşın resmi nüfusa dahil olmadıkları için kişi başına düşen milli geliri azaltmıyorlar. Bununla birlikte tüketim harcamalarını artırıyor, enflasyon üzerinde azaltıcı bir etki sağlıyorlar. Özellikle Anadolu’da, küçük şehirlerde konut piyasasında oluşan rant artışı da dikkat çekici bir gelişme olarak otaya çıkıyor.
Toplumsal Etki
İkinci etki ise toplumsal düzeyde görülüyor. Üzücüdür ki, iletişim kurmadıkları insani ihtiyaçlarını bile karşılayamayan bu insanların hem ötekileştirilme baskısı hem beraberinde getirdikleri ağır depresyon hem de yeni bir ülkede belirsiz bir geleceği inşa etme çabaları, biz yerleşikler (şahsen kendimi ev sahibi olarak tanımlamayı tercih ediyorum) açısından tam olarak görülemiyor ve anlaşılamıyor. Ne acıdır ki çarnaçar ülkelerini terk eden insanlar üzerinde “vatan haini” gibi çok ağır bir itham da var. Bu da yanımızda, yanı başımızda var olmaya çalışan misafirlerimizin sosyal içerimini de uyum süreçlerini de iki taraflı olarak zorlaştırıyor.
Hayata Destek Derneği’nin “Hiç karşı karşıya kalmadığımız koşullara dair ‘konuşmak’ kolay olabilir, ama hayati kararlar vermek öyle değil” sloganı ile hazırladığı “Neden Ülkelerinde kalmadılar ki?” ve “Neden kalıp savaşmadılar ki?” başlıklı, kapsamlı ve açıklayıcı iki infografik mutlaka incelenmeli (hayatadestek.org/ tr/duyuru/nedensavasmadilar)
Bu göç dalgası her ne kadar temelde iktisadi ve toplumsal açıdan etkileri ile gündemde yer alıyorsa da orta ve uzun vadede ortaya çıkabilecek afetlere ve ekolojik dengeye ilişkin alternatif etkileri de dikkate almak, göç ve sosyal uyum politikasını bu potansiyel etkiler temelinde şekillendirmek gerekiyor.
Mülteci Ekonomisini Dikkate Almak Şart
Türkiye bir afet ülkesi. Son günlerde İzmir’de yaşanan sarsıntılarla bunu (her ne kadar istemesek de) hatırladık ve unuttuk. Erozyon ve sel gibi afetlerle ekilebilir topraklarımızı, orman yangınları ile ağaçlık alanlarımızı kaybediyoruz. Dünya Bankası tarafından yayımlanan “Karaya Oturmak: İklim Değişikliği, Su ve Ekonomi” başlıklı rapor ise Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı büyük kuraklık tehdidine dikkat çekiyor. Bir taraftan da zeytin alanlarının endüstri yatırımlarına açılması tartışılıyor. Ve bu yazının kaleme alındığı Haziran ayının son günlerinde yaz mevsiminin geldiğini ancak hissetmeye başlamış durumdayız.
Bu kapsamda gayrı resmi nüfusumuzun yaklaşık 7 milyonluk fazlasının da kırılganlığı ve zorlu yaşam koşulları dikkate alındığında Türkiye’de muhkim insanlara yönelik alınan afet önlemlerine, çevre kirliliğine, geridönüşüme, yenilenebilir enerji kaynaklarına ilişkin düzenlemelerin yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Ezcümle, Türkiye ekonomisi hem finansal hem de yapısal kırılganlıkları yüksek ama bir o kadar da potansiyeli, birikimi ve kültürel değerleri itibarıyla dikkat çeken ve yükselen bir ekonomi olarak mülteci ekonomisini dikkate almak ve bu süreci incelikli ve etkin bir biçimde yönetmek zorundadır. Bu süreç afet yönetimi, ekolojik dengenin korunması ve sürdürülebilir kalkınmanın geleceği açısından önem arz etmektedir. Dikkate almak zorundayız.