Sivil Toplum

“Neden Üstesinden Gelemeyelim ki!”

Genç aktivist Zeynep Öztürk: “Z kuşağı çevresinde olup bitenlerin farkında, inandığını savunan ve problemleri çözmek için adım atan cesur bir kuşak. Önceki nesillerse ‘bizden geçti artık’ diyerek arkalarını toplama işini gençlere yıkıyor; toplayıp toplayamayacak olmamız da çoğunun umurunda değil.”

 RÖPORTAJ: Nefise KAHRAMAN

Kendi gözünüzden Z kuşağını 3 kelime ile nasıl özetlersiniz?

Ben “aktif, maymun iştahlı” ve “kritik” derdim.

Aktif diyorum çünkü özünde girişimci olan, çevresinde ve sosyal medyada olup bitenleri hızlı bir şekilde gözlemleyip analiz eden, kendini sürekli güncelleyen ve güncellemesi gereken bir kuşağız. Kaçınılmaz olarak parçası olduğumuz teknoloji çağının da bir zorunluluğu olarak maymun iştahlı diyebilirim. Bu da her gün, her saat birbiri üzerine eklenen sosyal medya akımlarından-trendlerinden kaynaklanıyor. Birini tükettikten sonra sıkılıp diğerine geçiyoruz ve bu sonsuz bir döngü halinde devam ediyor. Son olarak kritik bir kuşağız çünkü yaşanabilir ve yaşanamaz bir gezegen arasındaki ince bir çizgideyiz. Üzerimizde hafife alınamayacak bir yük var bu yüzden.

Z kuşağı eyleme geçen bir grup mudur? Sorumluluk mu alır? Sorumluluktan kaçar mı?

Kesinlikle çevresinde olup bitenleri görmezden gelmeyen, umursayan, inandıklarını savunan, hangi yaşta ve nerede olursa olsun problemleri çözmek için adım atma cesaretini gösteren dinamik ve sorumluluk sahibi bir kuşağız. Küresel iklim hareketi de bunun en güncel ve güzel örneği. Gençlerin ve çocukların kendi mahalleleri, şehirleri hatta ülkeleriyle sınırlı kalmayıp diğer ülkelerdeki akranlarıyla bile koordineli bir şekilde teşkilatlanabilme becerisi gösterebildiğinin kanıtı. Yalnız bu bile kuşağımızın potansiyeli ile ilgili çok fazla şey anlatıyor bence.

 Geleceğe iklim ve çevre bağlamında nasıl bakıyorsunuz? Gezegenin gidişatı hakkında kaygı hissediyor musunuz? Kötü giden ne?

Ekosistemlerin başına ne gelirse gelsin; doğa, gerekirse yüzbinlerce yıl alsa da kendini eskisinden daha iyi hale getirebilecek güce sahip. Fakat Homo sapiens için yaşanabilir halinin ne kadar süreceği; bizim, çocuklarımızın o yılları görüp göremeyeceği şu an oldukça belirsiz duruyor. Yani bir geleceğimiz bile olmayabilir, bu yüzden de endişeliyim çünkü gezegenin geleceği ile ilgili hüküm verdiğimiz şu kritik dönemde kararları biz veremiyoruz, ortada hala radikal değişimler yok ve ipin ucu gezegenimizi en başta bu noktaya getirenlerin elinde.

Yağmur ormanları hayvancılık, madencilik için katledilmeye ve kurumaya devam ediyor, dünya fosil yakıt bağımlısı ve yeryüzü her geçen gün daha da ısınıyor. Yaklaşık 5 Türkiye yüzölçümündeki “7. Kıta” şimdi salgının da etkisiyle üzerine tonlarca atık maske, eldiven eklenerek büyümeye devam ediyor ve deniz seviyesini 60 cm (2 feet) kadar yükselteceği öngörülen dev Doomsday Buzulu’nun bilim insanları tarafından (eğer sıcaklık artışları şu anki ivmeyle devam ederse) 10 yıl içerisinde çökebileceği açıklandı… Evet fazlasıyla iç karartıcı. Bu distopyanın içinden çıkabilmemiz için tüm dünyanın birlikte çalışması gerekiyor ve bu o kadar da ulaşılamaz olmayabilir. Çünkü 80’lerde, ozon tabakasının ciddi ölçüde delinmeye başladığı haberi duyulunca dünya ayağa kalkmış ve 197 ülkenin 197’sinin de onayıyla yürürlüğe giren Montreal Protokolü ile tabakayı delen CFC gibi gazları içeren ürünlerin üretimi durdurulmuştu. Bugünse tabaka iyileşiyor. CFC’lu ürünleri üretmeyi durdurmak fosil yakıt kullanımını durdurmaktan çok daha basit elbette ama burada asıl önemli olan insanlığın istediği takdirde büyük bir çevre probleminin bile üstesinden gelebilmesi. Belki daha zor ve karışık ama şimdi neden üstesinden gelemeyelim ki?

Daha önceki nesillerin çevre hassasiyetleri ve eylemleri ile ilgili duygularınız neler? Sizce suçlular mı? Yoksa küresel anlamda bu noktaya varılması kaçınılmaz mıydı?

İnsanlık çok uzun süredir doğanın sahibiymiş gibi ona hükmederek (ya da hükmettiğini sanarak) yaşıyor ve onun sınırlarına, varlığına, kaynaklarına saygı duymuyor. Her şeyin en başında bilinmesi gereken, asıl doğanın bize sahip olduğu ve ona kıyasla müthiş aciz varlıklar olduğumuzdu. Maalesef eski nesiller tarafından bu gerçek göz ardı edildiğinden tüm dengesi alt üst olmuş bir gezegenle karşı karşıyayız şu an, üstelik kendi arkalarını bizim toplamamızı bekliyorlar, toplayıp toplayamayacak olmamız da çoğunun umurunda değil çünkü onlardan geçti sonuçta (!).

“Bu satırları yazarken bile midesinden binlerce plastik çıkarılan ölü balinalar, Avustralya’da aşırı sıcaklar yüzünden meydana gelen orman yangınlarında yanarak ölen koalalar, kangurular ve yine çeşitli sebeplerden boş arazi oluşturmak, iklim ve çevre aktivistlerine göz dağı vermek için kasti olarak ateşe verilen Amazon ormanlarında kül olan bitki ve canlı toplulukları aklıma geldikçe büyük bir öfke duyuyorum.”

Yıllar öncesinden daha iyi nüfus politikaları yürütülmüş olsaydı dünya nüfusu 7,9 milyar gibi büyük bir sayı olmayacaktı; doğal kaynaklara olan talep, okyanus ve hava kirliliği, üretim-tüketim ve evsel atıklar daha az olacaktı, daha az konut inşa edilecek böylece daha az orman buldozerlerle yok edilecekti ve belki bugün nesli tükenmiş bir türün habitatına dokunulmamış ve korunmuş olacaktı… Tüm bunlar ve fazlası için evet, suçlular. Bu satırları yazarken bile midesinden binlerce plastik çıkarılan ölü balinalar, Avustralya’da aşırı sıcaklar yüzünden meydana gelen orman yangınlarında yanarak ölen koalalar, kangurular ve yine çeşitli sebeplerden boş arazi oluşturmak, iklim ve çevre aktivistlerine göz dağı vermek için kasti olarak ateşe verilen Amazon ormanlarında kül olan bitki ve canlı toplulukları aklıma geldikçe büyük bir öfke duyuyorum. Ne zaman ve nasıl gerçekleşeceğini bilmemekle birlikte Homo sapiens olarak gezegen tarihinden silineceğimiz kesin ama kendi ellerimizle hazırladığımız çevre felaketlerinin sonumuzu getirmesini biz seçiyoruz, bu böyle olmak zorunda değil.

Z kuşağının çevre sorunları ile mücadelede farkındalığı ve evrensel sorunlar hakkında hassasiyetleri sizce toplum tarafından nasıl karşılanıyor?

Ulu Önderimizin de dediği “Bütün ümidim gençliktedir!” sözü altında birleşerek Z kuşağının aktivizmini destekleyen çok fazla yetişkin olmakla birlikte boyumuzdan büyük işlere kalkıştığımızı düşünerek düşündüklerimizi ve yaptıklarımızı küçük ve önemsiz görmeye ant içmiş, gülüp geçen bir yetişkin kitlesi de var. Yani her şeyde olduğu gibi burada da bir kutuplaşma söz konusu.

Dünya ile Türkiye’de Z kuşağı eylemlerini ve tepkilerini karşılaştıracak olursanız Türk toplumunun konuya yaklaşımını nasıl buluyorsunuz?

Rusya, Hindistan ve Norveç gibi ülkelerde zararsız protestolarından dolayı birçok defa tutuklanan iklim aktivistlerini duyunca ülkemizde konuya daha ılımlı yaklaşıldığını görüyorum. Ama bu 3 ülke, iklim krizi ile mücadelede şu an için elimizde olan en kapsamlı sözleşme olan Paris Anlaşmasını bundan 6 sene önce onaylamışken biz daha bu sene ekim ayında onaylayıp yürürlüğe koyma hazırlıklarına başladık. Bu da iklim krizi ile mücadele konusunda ne kadar yavaş hareket ettiğimizin net bir kanıtı.

“Gençler olarak en büyük beklentimiz lafla yürümeyen peynir gemisinin iyi temellendirilmiş politikalarla ve eylemlerle yürütülmesi artık. 2053’te karbon nötr olma hedefini koyan Türkiye ve diğer ülkelerden bu konudaki kararlılıklarını ve bilimin verileriyle entegre hareket ettiklerini tüm şeffaflığıyla ortaya koymalarını bekliyoruz.”

Konusu açılmışken söylemekte fayda var, gezegenimiz için radikal değişimlere gebe Paris Anlaşması, ülkeleri belli bir emisyon miktarının altında tutmak için dayatma uygulayamayıp serbest bıraktığından hükümetlerin “kafalarına göre” hareket etmelerine sebep oluyor. Çok sayıda ülke ortalama 2050-2060 civarında karbon nötr olma hedefi koyuyor fakat şeffaf aksiyon planları oluşturulmuyor ve verilen sözler havada kalıyor. Gençler olarak en büyük beklentimiz lafla yürümeyen peynir gemisinin iyi temellendirilmiş politikalarla ve eylemlerle yürütülmesi artık. 2053’te karbon nötr olma hedefini koyan Türkiye ve diğer ülkelerden bu konudaki kararlılıklarını ve bilimin verileriyle entegre hareket ettiklerini tüm şeffaflığıyla ortaya koymalarını bekliyoruz.

Artık birçok kişi (özellikle yetişkin grup) iklim değişikliğinin gerçekten yaşandığını kabul ediyor fakat dolar veya euro kuru gibi her dakika takip edilebilen bir olgu olmadığından geri plana atılıp tekrar hayatın koşuşturmacasına dalınabiliyor. Özellikle eski kuşak için iklim ve çevreyi güncel tutmak, tabiri caizse gözlerine daha çok sokmak için gazetelerde iklim-çevre bültenleri oluşturulabilir hatta aynısı ana haber bültenleri için bile uygulanabilir. Özetle en az ekonomik kriz kadar ciddi olduğu ve panik olmamız gerektiği her gün vurgulanmalı. 

About Post Author