Her şeyin değiştiği bir dünyada futbolun aynı kalması mümkün değil. Şayet sürdürülebilirlikten bahsediyorsak, kısa vadeli, tesadüfi başarılardan konuşmuyorsak, yalnızca futbolculardan, futbolun görünür yüzünden bahsetmemiz de yeterli değil.
Yazı: Barış Doğru
Sürdürülebilirlik, ne kastedildiği bir türlü anlaşılamayan öte yandan giderek daha da popülerleşen bir kavram. Ve derinlikli tüm kavramsal çerçeveler gibi sürdürülebilirliğin arka planını hiç bilmeden, salt sözlük anlamıyla kullanıldığında ortalık iyice karışıyor.
“Sürdürülebilir başarı”nın sık sık altını çiziyor, bir futbol yorumcusu. Bir diğeri ise başarının “sürdürülebilirliğini sağlamak”tan söz açıyor durmaksızın. Demem o ki sürekli ve istikrarlı bir başarıdan, yani yengiden bahsetmek için, popüler ve afili kabul ettikleri bir kelimeyi, aslında bana göre çağımızın en derinlikli kavramlarından birini olur olmaz kullanıveriyorlar. Ok, boomer! Elbette, kavramsal çerçevesinde; sürdürülebilirliğin, bir şeyi olduğu gibi devam ettirebilme becerisiyle, başarıyla falan çok zayıf bir ilişkisi var. Sevgili yorumcularımızın demek istedikleri “istikrar”. İstikrarın yerine “sürdürülebilirliği” koymakla, ofsayta “hata” demek birbirine yakın şeyler. Evet, ofsayt, hücum eden takım için bir hata olabilir ama futboldaki binbir türlü hatanın içinde ne anlattığınızı daha da karmaşıklaştırmaktan başka bir işe yaramaz.
Yıllardır karşılaştığım bir durum: Ne zaman daha nitelikli kabul edilebilecek bazı futbol yorumcularını (Futbolcular arasında en eğitimli isimlerden biri olan Metin Tekin’i örneğin) dinlesem aklıma gelir. Ve yine, Medyascope’ta Doğa Üründül’ün yazdığı, “Fatih Terim, Şenol Güneş ve Mustafa Denizli’siz devam edecek sorunun bize anlattıkları” başlıklı yazıyı okuduğumda kafamın içindekilerin biraz daha netleşip şekil aldığını söyleyebilirim. Bugüne dek yalnızca, sürdürülebilirliğin hatalı kullanımının, bu alandaki çabaların sulandırılmasına neden olmasıyla ilgilenmiştim. Olaya çok sevdiğim ama çeşitli nedenlerle giderek soğuduğum ve çok kişinin de benzer hislere sahip olduğunu gözlemlediğim futbol tarafından bakmamıştım. Peki ya, futbolun sürdürülebilirliği ve bu yanlış kullanımın futbolun gelişimine yapacağı, yapabileceği zararları nereye koyalım? İşte şu an okuduğunuz yazım, bir zamandır aklımı kurcalayan ve bir karmaşa halinde duran düşünceler üzerinde yoğunlaşmama vesile oldu.
CAN ALICI SORUMU SORUYORUM: Şirketlerden çeşitli ekonomik sektörlere, yerel yönetimlerden kamu kurum ve kuruluşlarına kadar değişik düzey ve alanlarda sürdürülebilirlik yaklaşım ve pratiklerinin bir çalışma alanı varsa -ki var- dünyanın en popüler, en eğlenceli, en katılımcı sporlarından biri olan futbolun sürdürülebilirliği üzerine neden düşünmüyoruz biz? Üstelik hepimizin çok sevdiğimiz bu spordan bu denli soğumamızın arkasında belki biraz da sözünü ettiğim eksiklik yatıyordur?
Sahadaki Futbolcular Z Kuşağından, Farkında mısınız?
Üründül, aslında yazısında tam bam teline basıyor: Fatih Terim, Şenol Güneş ve Mustafa Denizli gibi Türkiye futbolunun belirli bir aşamasının “kurucu babaları” sayılabilecek isimlerin neden artık başarılı olamadıklarına dair şöyle bir yorumda bulunuyor:
“Yeni kuşağa mensup futbolcular, eskinin alışkanlığı motivasyon temelli öğretiler ile sahada yer aldıklarında verimli olamıyor. Taktiğe ve metotlara karşı ikna olmaları, teknik direktörlerinin de kendilerini dinlemelerini istiyorlar. Onların da fikirleri, görüşleri var. Onlar alışkanlıkları yüzünden karşısındaki sporcuyu birey olarak değil, askerleri olarak görüyor ve emir-komuta zinciri kurmaya çalışıyor. Fakat yeni nesil futbolcular bu iletişim modelinde verimli şekilde varlıklarını sürdüremiyor”. Burada karşımıza çıkan kritik kavram “iletişim” ve evet, sürdürülebilirlik çalışmalarında da iletişim kavramı hayati bir öneme sahip. Hemen tüm normallerinin (Atmosferik konsantrasyondan başlayın isterseniz) değiştiği, altüst olduğu bir gezegende yaşıyoruz. Kış Olimpiyatları’nın düzenlenip düzenlenemeyeceğini konuşuyoruz; çünkü ısınan gezegenimizde, eski iklim normallerinde olduğu gibi kar yağışı da yeterli değil.
CAN ALICI DİĞER SORUMU DA SORUYORUM: Gezegenimiz böyle bir altüst oluşun içerisindeyken yaşananların bir uygarlık krizi anlamına gelmemesi mümkün mü? Ve uygarlık krizinin ta diplerinde işte bu iletişim, daha doğrusu iletişimsizlik yatıyor olamaz mı? Günümüzde tüm sosyal ilişkilerde; canlıların paydaş sayılacakları, zorla ve askeri yöntemlerle yönetilemeyecek bir yeni normal oluşuyor, hatta gümbür gümbür geliyor! Bahsettiğim koşullarda, Z kuşağı olarak sayabileceğimiz genç futbolcular, “Neden?”, “Nasıl?”, “Sen nasıl her şeyi bilen oluyorken ben ise oynatacağın bir piyon olabiliyorum?” sorularını doğal olarak düşünüyorlar. Söyleyemiyorlarsa dahi bunları akıllarından geçirdiklerine, kendi aralarında konuştuklarına eminim ama kanıtlayamam!
Bilmem kaç yüzyıllık bir eğitim kurumu olan güzide bir takımımızın yetiştirdiği futbolcu tiplemesi bile bu konuda nerede olduğumuzu göstermiyor mu? Yeni dünyayı daha iyi kavrayan, analitik düşünmeyi bilen genç futbolcular yetiştiremeyen; böyle bir yönelimi olduğuna dair tek bir işaret bile çakmayan Galatasaray bu haldeyse ne kadar büyük bir sorunun içinde olduğumuzu daha iyi anlayabiliriz. Üstelik elimizdeki tüm uluslararası örnekler, Z kuşağıyla nasıl ilişki kurulacağını, daha iyi düşünen gençlerin daha iyi performans göstereceklerini açık bir şekilde ortaya koyarken. Şirketlerden sivil toplum kuruluşlarına ve devlete kadar bu yeni dünyanın temel değer birikiminin “bilgi” ve “bilginin doğru kullanımı” olduğunu net bir şekilde ispatlıyorken.
Ya Paydaşlarınız?
Her şeyin değiştiği bir dünyada futbolun aynı kalması mümkün değil. Şayet sürdürülebilirlikten bahsediyorsak, kısa vadeli, tesadüfi başarılardan konuşmuyorsak, yalnızca futbolculardan, futbolun görünür yüzünden bahsetmemiz de yeterli değil. Bir kurum, değerleri, anlamları, onu oluşturan aktör ve özneleri ve tüm bunların birbirleriyle olan ilişkileri ile birlikte elle tutulur bir başarı ve evet, gerçek anlamıyla sürdürülebilirlik yaratabilir. Sadece son noktaya, sahadaki futbola ve onların icracısı futbolculara değil, altyapılardan, gençlerin temel eğitimlerinden başlayarak tesislere, stadınıza, binalarınıza, masöründen teknik direktörüne ve en büyük paydaşınız taraftarlarınıza kadar kurumun temas ettiği her yere, etkili bir iletişim ağı kurup kurmadığınıza bakmanız lazım, “sürdürülebilir bir gelişme” arzu ediyorsanız. Kulüp çalışanlarınızla açık, anlamlı, katılımcı bir ilişki kuruyor musunuz, onların bilgi ve deneyimlerinden yararlanıyor musunuz? Onların gelişimlerine katkıda bulunuyor musunuz? Genç futbolculara para dışında yatırımlar yapıyor musunuz? Tesislerinizin çevresel etkisini izliyor musunuz? Stadınızın devasa atığını ve enerji ihtiyacını düşünüyor musunuz? Yoksa sizin koca stadınızın çatıları hâlâ güneş üretmiyor mu?
En büyük paydaşınız, bazen milyonlara ulaşan taraftarınızla nasıl bir ilişkiniz olduğunu nereye koyalım? Onları bir para otomatı olarak mı görüyorsunuz yoksa sizi var eden en büyük paydaş kitlesi olarak mı? Taraftarlarınızın stadınıza nasıl ulaştıklarını hiç düşündünüz mü? Bir futbol ülkesi olan Almanya’da araçsız futbol maçı günleri düzenlendiğini duydunuz mu? Taraftarlarınızla doğru dürüst bir iletişim kurmadan nereye kadar gidebileceksiniz?
Konunun uzun ve çetrefil olduğunu kabul ediyorum. Ancak tüm bunları düşünmeden edemezsiniz. 21. yüzyılda, ısınan ve toplumsal çalkantılar içindeki bir gezegende yaşadığınızı fark etmek zorundasınız. Hepsinin ötesinde paydaşlarıyla anlamlı bir ilişki kuramayan kurumların hiç şanslarının kalmadığının farkına varmadan küçücük bir depar atmanızın bile yüksek dozda OLASILIKSIZLIK içerdiğini görmeniz gerekiyor.