Prof. Dr. Osman Kemal Kadiroğlu
Nükleer enerjinin, temiz ve yenilenebilir bir kaynak olup olmadığı konusunda dünyada sıkı bir tartışma var. Hacettepe Üniversitesi Nükleer Enerji Mühendisliği Bölümü eski başkanı Prof Dr. Osman Kemal Kadiroğlu’nun yanıtı bu konuda net ama “Nükleer enerjinin araba satın alır gibi alınmayacağını” da ısrarla vurguluyor ve uyarıyor: “Ülkemize büyük bir kazık atılıyor.”
Sinop ve Akkuyu’ya yapılması düşünülen santraller için genel bir değerlendirmenizi alabilir miyiz?
Bir nükleer santralin yapılabilmesi için öncelikle yer lisansının alınması gerekir. Akkuyu TAEK (Türkiye Atom Enerjisi Kurumu) tarafından lisanslanmış bir yerdir ama Sinop henüz lisanslanmamıştır. Öncelikle Sinop’un yer lisansının alınması gereklidir.
Yer lisansı, santral kurulacak bölgenin jeolojik, iklim, nüfus, canlı dağılımı açısından uzun süren deneysel verileri toplanılarak, hesaplar yapılarak, risk analizleri ile tehlike seviyesini en aza çekecek alternatifler arasında en iyisine verilir. Akkuyu’da uzun yıllar ölçümler yapılmış, rüzgâr, deniz akıntıları, flora ve faunası incelenmiş, jeolojisi çok iyi araştırılmış ve dört taneye kadar nükleer santral yapılabileceği yerli ve yabancı uzmanlarca kabul edilmiş bir yerdir. Yer lisansı vardır. Tabii bu lisans en az yarım asra yaklaşmaktadır. Soru, acaba bu denli gecikme ile lisansın geçerli olup olmadığıdır. Geçen zaman içinde sadece nüfus dağılımında değişiklikler olmuştur. Kanımca yeniden bu konu incelenerek lisans güncelleştirebilir. Özet olarak Akkuyu lisanslı bir bölgedir.
Sinop için aynı şeyler söylenemez. Lisans başvurusu nükleer santrali kuracak kuruluş tarafından hazırlanır ve TAEK’e sunulur. Gerekli incelemeler yapıldıktan sonra lisans verilir veya ret edilir. Bildiğim kadarıyla TAEK’de bir grup Sinop için lisans hazırlığmdadır.
Kanımca bu “çıkar çatışması” (Confict of Interest) olarak görülmektedir. Lisans veren kuruluş lisans hazırlamaz. Ayrıca Akkuyu’da yapılan lisans çalışmaları ki Türkiye bu konuda edindiği bilgi birikimini UAEA (Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı) aracılığı ile gelişmekte olan ülkelerle paylaşmıştır göz önüne alınırsa Sinop için yıllarca sürecek bir çalışma gereklidir. Bu nedenle şu anda Türkiye’de bir tek yere nükleer santral yapılabilir: Akkuyu. Tabii öncelikle eski lisans bir şekilde yenilenmelidir.
Ancak Akkuyu’da santral kurulacak yerin fay hattına çok yakın olduğu söyleniyor.
Nükleer santraller her yere kurulabilir. Çöle, deprem bölgesine, deniz veya nehir kıyısına. Japonya ve Kaliforniya gibi sismik yönden çok hareketli olan yerlerde yıllardır nükleer santraller sorunsuz çalışmaktadır. Yer seçiminde aranan özelliklerden biri santralin mümkün olduğunca ucuza kurulabilmesidir. Deprem bölgesinde kurulacak yapıların daha dayanıklı olması maliyeti biraz artırır. Deprem olasılığı çok daha az olan ve olası depremlerin şiddetinin az olduğu bilinen bölgeler öncelik kazanır. Ülkemizde Akkuyu bölgesi, Sinop ve Trakya’nın kuzeyi en az deprem yaşanan yerlerdir.
Bir diğer neden de taşıma ve soğutma sorunlarıdır. Nükleer santrallerde büyük ve ağır parçalar vardır. 300 ton civarındaki bu tür parçaların deniz yoluyla taşınması hem kolay hem daha ucuzdur. Nükleer santraller yapıları gereği ürettikleri ısının yaklaşık üçte ikisini atmosfere vermek zorundadırlar. Tüm ısı makinelerinde bu vardır, en verimli ısı makinesi bile ürettiği ısının Yukarıda verilen bilgiler ışında Akkuyu uygun bir yerdir. Akkuyu böIgesinde hiçbir aktif fay hattı yoktur. Sık sık cehalet ve art niyetle sözü edilen Ecemiş fay hattı çok uzakta ve hareketsiz bir fay hattıdır. Akkuyu’nun jeolojisi çok iyi incelenmiştir.
Yeni nesil santrallerin küresel ısınma sorununa çare oIduğu iddia ediliyor. Yeni nükleer teknolojilerin avantajları nelerdir?
Yeni veya “eski” tüm nükleer santraller küresel ısınmaya karşı en önemli çaredir. Nükleer santrallerin çalışmaları sırasında çevreye hiçbir tehlikeli gaz ve sıvı çıkmaz. 1000MW’Iık bir nükleer santralin çalışması, yılda milyonlarca ton kömür yakılmamasma ve çevreye karbondioksit, kükürtdioksit, azot oksitIer, uçucu küI, radyoaktivite verilmemesine ve kül dağlarının oluşmamasına neden olur. Bu anlamda nükIeer santraIIer çevreyi temizIemektedir.
Yeni önerilen teknolojilerin özelliği fevkalade düşük olan kaza olasılığını neredeyse sıfıra çekmek ve uranyum rezervlerini çok daha verimli kullanmaktır.
Bazı uzmanlar küresel ısınmaya sebep olan gazlar arasında karbondioksit ve metandan sonra nükIeer santrallerin soğutma küllerinden atmosfere karışan su buharının üçüncü sırada olduğunu söylüyorlar. Bu konudaki yorumunuz nedir?
Bu tür bir öneride bulunanların ne uzmanı olduğunu gerçekten merak etmek gerekir. Cüppeli Ahmet Hoca türü uzmanIardan olmalılar. Doğanın içinde yaşayan ama doğayı fark etmeyen uzmanIar ancak ülkemizde buIunur. Dünyanın üçte ikisi sudur ve su ısınınca buharlaşır. Gökyüzündeki bulutlar bu buharlaşan suyun yoğuşan halidir. Bir nükleer santralden, tabii eğer soğutma kulesi varsa, çıkan buharın miktarına bir bakın; bir de küçük bir göletten çıkan miktara.
Göller, denizleri işe katarsak bu fikrin komikliği ortaya çıkar.
Sinop ve Akkuyu’daki santrallerin uluslararası standartları karşılayamadığını, henüz sertifika almadığını söyleyen bilim adamları var. Bu iddialar hakkında siz ne düşünüyorsunuz?
Bilindiği kadarıyla bir tek Rusların VVER tipi nükleer santral teklifi var. Bu tipin farklı modelleri neredeyse 40 yıldır çalıştırılmaktadır. VVER440 olarak ortaya çıkan ilk tipleri gerçekten Batı standartlarına uymamaktadır. Ama bu tipi Finlandiya, Batı güvenlik standartlarına uygun olarak kurdurmuş ve halen çalıştırmaktadır. Daha sonraları VVER1000 tipi ortaya çıkmış ve uzun süre çalışarak işletme deneyimi biriktirmiştir. Basından öğrenildiği kadarıyla Türkiye’ye VVER1200 teklif edilmektedir ki bu tipin ilk örneği halen inşaat aşamasındadır, işletme deneyimi yoktur. Bu nedenle, siyasi ve enerji bağımlılığı nedeniyle ve özellikle de çok yüksek fiyatı nedeniyle çok yanlış bir seçimdir.
Sinop’a talip olduklarını basından öğrendiğimiz Kore için aleyhte söylenecek hiçbir şey yoktur. Teknolojileri denenmiş ve fevkalade iyidir. Tabii standart santral tiplerini öneriyorlarsa. Ne tür bir santral teklifi ile gelindiğini bilemiyorum.
Yıllardır nükleer santraller hakkında en çok dile getirilen sorun atıkların depolanması olmuştur. Yeni nesil santrallerde atık sorunu nasıl çözülüyor?
Atık sorunu iyi anlaşılmamış, gerçek dışı bir “sorundur.” Sorun, çözümü olmayan veya bilinmeyen bir şey anlamında değil, çeşitli çözüm yöntemlerinden en uygun ve ekonomik olanı seçmek olarak algılanmalıdır. Bugün dünyadaki tüm nükleer santrallerden çıkan atık miktarı içinde tekrar yakıt olarak kullanılabilecek elementlerin yanı sıra tıp ve teknolojide kullanılan elementler de vardır. Atıkları yeniden işlemek veya işlememek, ekonomik açıdan incelenmektedir. Fransa ve İngiltere atıkları yeniden işlemekte ama ABD kullanılmış yakıtı, uzun süre olduğu gibi depolamaktadır. Atık sorunu, ülkelerin ekonomisinin ve siyasi tercihlerinin rol oynadığı bir arenadır.
Yeni veya “eski” santrallerde kullanılan ve kullanılacak olan yöntemler çok benzerdir ve birden çok yöntem vardır.
Sizce tekrar küresel bir “Nükleer Rönesans” yaşanması ihtimali var mı ve Türkiye bunun neresinde?
Yakında dünyada nükleer Rönesans yaşanacaktır. Özellikle de “Yüksek Sıcaklıklı Gaz Soğutmalı Reaktörler” kullanılmaya başlanmasıyla. Tabii buna ek olarak “Hızlı Reaktörler” ve ekonomi el verdiğinde “Hızlı Üretken Reaktörler” kullanıma girecektir. Dünyanın geleceği nükleer enerjidedir. Nükleer fisyon santrallerinin arkasından gelen Füzyon santralleri gelecek asır içinde enerji gereksinmemizi karşılayacaktır.
Tabii tüm teknik gelişmelerde olduğu gibi, Türkiye bu Rönesansı uzaktan şüphe, merak ve mistisizmle izleyecektir (Nedenleri için “Devrim Arabaları” filmini izleyin). Türkiye’de nükleer mühendislik dalında eğitilmiş insan sayısı yeterlidir ama iş olanaklarının olmaması, siyasi otoritelerin bu teknoloji konusunda en ufak bir fikrinin bile bulunmaması, eldeki yetişmiş insan gücünü yurt dışına kaçırmaktadır. Nükleer teknolojiye girmek, teknolojide bilgi fukarası birkaç bakanın ve siyasetçinin “Hadi yapalım” demesiyle olmaz. Uzun çalışmalar ve ısrarlı çabalar gerektirir. Gününü gün eden, geleceğini düşünmek yerine köşeyi dönmek için uğraşan bir toplumda bunun yapılması çok zordur. Sanırım nükleer Rönesansm ortalarında, Türkiye hâlâ “Nükleer santral alalım mı, almayalım mı? Ecemiş fay hattı uzun mu, kısa mı? Hangi şirket hangi siyasi partiye ne kadar para verir?” gibi olaylarla uğraşıp duracak ve gelişme trenini uzaktan mahzun bakışlarla izleyecek.
“Otomobil Alır Gibi Nükleer Teknoloji Alınmaz”
Şu anda dünyada ticari olan iki tip nükleer santral vardır: CANDU ve Hafif Su Teknolojisi (HST). CANDU, Kanada ve Kore tarafından pazarlanmaktadır. HTS ise “Basınçl Su” ve “Kaynar Su” tipleri olmak üzere ABD, Fransa, Japonya, Kore, Çin, Rusya tarafından pazarlanmaktadır. Her iki teknoloji de birbirinden çok farklıdır. Baz ülkeler, örneğin Kore, her ik teknolojiyi de başarı ile kullanmaktadır.
CANDU teknolojisi ile Hafif Su teknolojisi aralarında büyük farklılıklar gösterirken Basınçlı Su ve Kaynar Su teknolojileri daha az ama bariz farklılıklar göstermektedir. Seçilen bir nükleer santral tipi bir ülkenin mali, hammadde, teknolojik kaynaklarını bağlar. Çok az ülke birden fazla nükleer santral tipi ile çalışmaktadır. En basiti lisanslamada ortaya çıkar. Bir ülke kendi toprakları üzerine kurulacak bir nükleer santralin güvenli çalışacağına emin olmak için tüm santralin hesaplarını uzmanlarına incelettirir. Bir nükleer santral bir milyondan fazla parçası olan karmaşık bir tesistir. inceleme yapacak teknik grubun hem nükleer teknolojiyi hem de özelde sözü edilen santral tipinin ayrıntılarını iyi bilmesi gerekir. Bir örnek verecek olursak dünyanın en eski, büyük ve önemli lisanslama kuruluşu ABD’nin NRC’sinde yaklaşık 5 bin kiş çalışmaktadır. NRC’nin yardım alabileceği sayısız üniversite ve laboratuvar vardır. Buna rağmen NRC sadece Hafif Su teknolojisini isanslamaktadır. Komşular Kanada’nın yaptığı CANDU reaktörleri ABD’de lisanslanmadığı için ABD’de kurulamamaktadır.
Osman Kemal Kadiroğlu Kimdir?
Türkiye’de nükleer enerji üzerine en uzun süre çalışmış bilim adamlarından biri olarak kabul edilen Prof. Dr. Osman Kemal Kadiroğlu doktorasını ABD’nin saygın üniversitelerinden biri olan MIT’de yaptı. Uzun yıllar İTÜ’de ders veren Kadiroğlu daha sonra Hacettepe Üniversitesi Nükleer Mühendislik Bölümünün başına geçti. Aynı zamanda ABD Nükleer Topluluğu üyesi olan Kadiroğlu 2003 yılında Hacettepe Üniversitesinden emekli oldu. Kadiroğlu 2008 yılından beri Güney Afrika’daki North-West Univercity, Potchefstroom’da Nükleer Mühendislik dersleri veriyor.