#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey
AB

O Sene Bu Sene

Sanayiden finansmana, enerjiden tarıma ve şehirleşmeye uzanan, kısacası insana ve yerküreye dokunan tüm ekonomik ve ekolojik alanlarda AB politikalarında kapsamlı değişiklikler öngören Yeşil Anlaşma, küresel ölçekte büyük bir dönüşüme yol açacağı için pek çok uzman tarafından Sanayi Devrimi’nden sonraki en önemli kilometre taşlarından biri olarak görülüyor.

Yazı: Arif ERGİN, Yeşil Ekonomi ve İklim Finansmanı Uzmanı ergin@arifergin.com

Son birkaç yıldır katıldığımız her seminerde, her konferansta, yaptığımız her konuşmada muhakkak değindiğimiz bir konuydu: AB Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM). Tarih geldi çattı. 1 Ekim 2023 itibarıyla yürürlüğe giren düzenlemeye ilk aşamada demir-çelik, çimento, alüminyum, gübre, elektrik ve hidrojen sektörleri dahil olacak. Yıllardır anlattığımız ve gelecekte olacağını duyurduğumuz bir süreç, bu yazının kaleme alındığı günlerde atılan işaret fişeği ile başlama noktasından ilerlemeye başladı bile.

Bugünü hazırlayan süreç aslında 2019 yılında başladı. Avrupa Birliği (AB), 11 Aralık 2019’da açıkladığı AB Yeşil Anlaşması ile 2050 yılında iklim-nötr ilk kıta olma hedefini ortaya koyarak, bu hedefe ulaşmak için izleyeceği iklim temelli yeni büyüme stratejisini ve bu bağlamda pek çok alanda değişmesi gerekecek yeni politikalarını açıkladı. Sanayiden finansmana, enerjiden tarıma ve şehirleşmeye uzanan, kısacası insana ve yerküreye dokunan tüm ekonomik ve ekolojik alanlarda AB politikalarında kapsamlı değişiklikler öngören Yeşil Anlaşma, küresel ölçekte büyük bir dönüşüme yol açacağı için pek çok uzman tarafından Sanayi Devrimi’nden sonraki en önemli kilometre taşlarından biri olarak görülüyor.

AB Yeşil Anlaşması’nın bir uzantısı olarak devreye giren SKDM ise AB’nin seragazı emisyonlarını 2030’a kadar 1990 yılındaki seviyeye oranla en az %55 azaltma planı olan “Fit for 55” paketinin bir parçası olarak hayatımıza girdi. 1 Ekim 2023 itibarıyla yürürlüğe giren düzenlemeye ilk etapta dahil olan sektörlerde faaliyet gösteren firmalar, 1 Ocak 2026 tarihine kadar olan geçiş döneminde, AB’ye ihraç ettikleri ürünlerin üretimi aşamasında salınan karbon emisyonları ile üretim süreçlerinde kullanılan elektriğin üretiminden kaynaklı emisyonlarının raporlamasını yapmak durumunda. Görece olarak uzun zamandır yürürlükte olan ve amacı AB sanayisini karbonsuzlaştırmak olan Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) de Yeşil Anlaşma kapsamında güncellenerek cam, seramik, selüloz, kağıt ve kimya gibi sektörlerde faaliyet gösteren firmalar için bir başka itici güç veya aşılması gereken bariyer olarak kapıya geldi dayandı.

Yeşil Dönüşüm

Genel çerçevesini birkaç paragrafta çizmeye çalıştığım AB Yeşil Anlaşması ve SKDM, başlıca ihracat pazarı AB olan ülkemiz sanayisi için önemli bir hazırlık sürecini ve yeniden yapılanmayı gerektiriyor. İlk aşamada devreye alınacak sektörler olan demir-çelik, çimento, alüminyum, gübre, elektrik ve hidrojen sektörlerini düşündüğümüzde karşımıza çıkan tablo oldukça ciddi, çünkü ülkemizin başlıca firmalarının yer aldığı bu kümede faaliyet gösteren kuruluşların çoğu AB ile doğrudan ticaret yapan şirketlerden oluşuyor. Ülke sanayisinin en önemli firmalarını barındıran bu sektörlere ek olarak ETS kapsamında karbonsuzlaşma yolculuğuna bir an önce başlaması gereken diğer sektörler olan cam, seramik, selüloz, kağıt ve kimya gibi sektörler de düşünüldüğünde, üzerimize yaklaşan yeşil dalganın büyüklüğü daha net beliriyor. Geçen yıl yaptırılan bir araştırma, Türk ihracatçılarının bu yıldan itibaren aşamalı olarak uygulamaya konulacak yeni AB karbon kuralları nedeniyle 777 milyon euro ek maliyet yükleneceğini ortaya koydu. Hiçbir aksiyon almamak artık yapılabilecek en maliyetli şey haline gelmiş durumda. Unutulmamalı ki, bu sadece ülkemize özgü bir yeniden yapılanma ihtiyacı değil, küresel olarak belirlenen hedefler kapsamında ister Avrupa’da ister kıta dışında olsun her firma yeşil dönüşüm sürecine bir an önce başlamak zorunda. Gerçi an itibarıyla bu süreci başlatmayan firma da pek kalmamış durumda. Her firma bir şekilde kendi önem ve öncelik sıralamasına göre belirlediği alanlarda karbonsuzlaşma adımlarını ya atıyor, ya bu adımları planlama aşamasında…

AB ve Yeni Paradigma

AB Yeşil Anlaşması’nın yeşil dönüşüm için SKDM ve ETS ile önceliklendirdiği sektörlere bakıldığında bu sektörlerdeki oyuncuların genellikle büyük firmalardan ve kurumsal yapılardan oluştuğu göze çarpmakta. Demir-çelik, alüminyum, cam, gübre ve çimento gibi sektörlerde faaliyet gösteren şirketler arasında KOBİ statüsünde olan firma hemen hemen yok gibi. Bu noktada AB’de yaşanan bir paradigma değişiminden bahsedebiliriz diye düşünüyorum. Bugüne kadar, inovasyon ve rekabetçilik gibi büyük sektörel dönüşüm hareketlerini özellikle küçük işletmeler, yani KOBİ’ler üzerinden ilerleten AB, bu kez yaklaşımında bir değişiklik yaparak dönüşüm için kurumsal yapıları önceliklendirmiş gibi görünüyor. Bunun nedeni aslında belli: Dönüşüm için çok az zamanımız var.

İklim değişikliğinin bir iklim krizine dönüşmüş durumda olduğunu seragazı emisyonlarına bağlı olarak artan küresel sıcaklık ortalamalarından da görebiliyoruz. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) küresel ortalama sıcaklıklar için 1,50C eşiğinin altında kalma uyarısı herkesçe biliniyor. Belirlenen 1,50C sınırı, dünyada yaşamı mümkün kılan ekolojik ve ekonomik dengenin güvenliği ve devamlılığı için hayati bir öneme sahip. Ama ne söylenirse söylensin, hangi önlemler alınırsa alınsın küresel sıcaklık artışı durdurulamıyor ve şu anda sanayi öncesi döneme göre küresel sıcaklıklar 1,10C yükselmiş durumda. Yani kritik eşiği geçmek üzereyiz ve bugüne kadar yaptıklarımızdan çok daha etkili önlemlere, tabiri caizse çok daha sert bir frene ihtiyacımız var. Tahmin ediyorum ki tam da bu yüzden AB’de bir paradigma değişikliği yaşanarak tek tek KOBİ’leri dönüştürmek yerine tedarik ve değer zincirleriyle her biri yüzlerce KOBİ’yi dönüştürme potansiyeli olan büyük ölçekli kurumsal firmaların dönüştürülmesi önceliklendiriliyor. Her ne kadar AB, Temmuz 2014’te KOBİ’ler için Yeşil Aksiyon Planı’nı devreye almışsa da günümüz itibarıyla yaşanan bu vites yükseltme adımı, Türk firmaları için de önem ve öncelik sıralamasının ne olması gerektiği hakkında önümüze çok net bir fotoğraf koyuyor.

Kurumsal İklim Yönetişimi

Gelinen bu aşamada artık pek çok sektör için yeşil dönüşüm kaçınılmaz durumda. Ancak bu dönüşümün ne kadar optimize edileceği, yani en etkin karbonsuzlaşma adımlarının, olabilecek en düşük maliyetlerle firmalara en az yük getirecek şekilde atılması çok önemli. İşte bu noktada Kurumsal İklim Yönetişimi (CCG) kavramı hayati bir öneme sahip. CCG; kuruluşların iklim değişikliğinden kaynaklanan riskleri ve fırsatları belirleme, değerlendirme, yönetme ve raporlama için kullandıkları kural, politika ve süreçleri ifade ediyor. CCG yaklaşımının özellikle kurumsal, yani genel anlamda büyük ölçekli firmalarda yerleşmeye başlamasıyla şirketler; iklimle ilgili riskleri ve fırsatları görerek, planlamalarını buna göre yapacak, böylece karbonsuzlaşma yolculuğunda karşılaşacakları maliyetleri azaltacaklar. Sadece maliyetlerini düşürmekle de kalmayacak; her geçen yıl artmakta olan kuraklık, sel ve orman yangınları gibi olayların olumsuz etkilerine karşı daha dirençli bir altyapı ve tedarik zinciri inşa etmiş olacaklar. Üstelik tedarik zincirlerindeki küçük firmaları da dönüştürerek iklim dirençli hale getirecekler. Böylece SKDM ve ETS’nin devreye girmesiyle karşılaşacakları ek mali yükleri azaltarak uluslararası pazarlarda daha rekabetçi olacaklar.

Arif Ergin

Sürdürülebilir Ekonomi ve İklim Değişikliği Uzmanı | Küre