İklim değişikliğinin en önemli sonuçlarından birinin iklim göçü olduğunu söyleyen Prof. Dr. Ebulfez Süleymanlı, Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü’nün (UNHCR) istatistiklerine işaret ederek “2010 yılından bu yana iklim değişikliği sebebiyle 21,5 milyon insan halihazırda yurtlarını terk etmek zorunda kaldı. Bu trendin hızlanarak artacağı ve diğer krizlerle birleştiğinde çarpan etkisi oluşturarak 2050 yılına kadar en az 1,2 milyar insanın iklim göçü yapabileceği tahmin ediliyor” dedi.
Üsküdar Üniversitesi İnsan Hakları Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Ebulfez Süleymanlı, 18 Aralık Uluslararası Göçmenler Günü dolayısıyla iklim değişikliğinin göç üzerine etkilerini değerlendirdi.
Toplumun pek çok yönünü etkileyen göç sürecinin karmaşık ve çok yönlü doğası bulunduğunu dile getiren Prof. Dr. Süleymanlı, “Bu sürecin göç alan ve veren bölgeler açısından nüfus yapısı, ekonomisi, kültürü, eğitimi gibi sosyoekonomik etkileri bulunuyor. Göç alan ülkelerde ekonomik maliyetlere ek olarak bazı toplumsal ve kültürel uyum sorunlarının derinleşmesi gibi problemler yaşanabiliyor. Göç veren ülkelerde ise nüfusun azalmasıyla birlikte doğum oranlarının düşmesi, tek tip sosyokültürel yapının öne çıkması ve bazı iş kollarında boşluklar yaşanması gözleniyor” dedi.
Günümüzde kitlesel ve düzensiz mülteci akımları, göç alan ülkeler açısından ciddi sonuçlar doğurduğu için bu durumun hem kültürel hem ekonomik hem de toplumsal anlamda bir tehdit olarak görülmeye başlandığını anlatan Prof. Dr. Süleymanlı, “Toplumsal olarak bakıldığında göçün bireylerin dolaylı olarak ekonomik yaşamlarını da etkilemesiyle bir tehdit olarak algılanmasına yönelik çeşitli görüşler ortaya çıktı. Örneğin, göçmenler içerisinde de yaşanan işsizlik problemlerinden dolayı ülkelerin bu göçmenlere ödenek vermesi halk üzerinde tepkiye yol açıyor. Ayrıca göçmenlerin ucuz iş gücü niteliğinde çalıştırılması toplum tarafından işsizliğin bir sebebi olarak da görülüyor” diye konuştu.
“Göç, Toplumsal Yaşamda Geniş Bir Etki Alanına Sahip”
Sosyolojik ve psikolojik yönleriyle göçün, hem bireyin kişisel yaşantısında hem de toplumsal yaşamda geniş bir etki alanına sahip olduğunu da belirten Prof. Dr. Süleymanlı, “Özellikle düzensiz göç sürecinde göçmenlerin uyum sağlamakta karşılaştıkları güçlükler ve sıkıntılar toplumsal düzen ve bizzat göçmenin kendi yaşamı üzerinde sorunlar yaşamasına neden oluyor. Öte yandan yoğun göç akımlarıyla birlikte kentlerdeki nüfus artışının çevre kirliliğini artırdığı gözleniyor. Bundaki en büyük sebep kaynakların azalması, çarpık kentleşme, altyapı sorunları, işsizlik, trafik, eşitsizlikler ve sosyal uyumsuzlukların çevreye yansıması olarak görülüyor” şeklinde konuştu.
Bu süreçte göçmenlerin uyum konusunun sorunların aza indirilmesi bakımından önem arzettiğini söyleyen Prof. Dr. Süleymanlı, şöyle devam etti: “Toplumsal uyumun sağlanamadığı durumlarda ise yaşanılacak sıkıntılar tüm ülkeyi etkisi altına alıyor. Bu bağlamda devletlerin göçmenlere yönelik toplumsal uyum politikaları ve uygulamalar büyük önem arz ediyor. Göç olgusunu yönlendiren devletlerin göç politikaları kadar göç edilen toplumun özellikleri ve göçmenler karşısındaki tutumları da bu süreçte önemli bir rol oynuyor.”
Dijital teknolojilerin niteliksel olarak farklı bir bilgi ortamı sağlayarak göçün birçok yönünü değiştirdiğini dile getiren Prof. Dr. Süleymanlı, “Gerçek ve potansiyel göçmenler sosyal ağlara bağlanma, terk ettikleri kendi ülkeleri ile yerleştikleri yeni ülkelerdeki göçmenler ve göçmen olmayan diğer kişiler arasında sürdürme fırsatına sahip oluyorlar. Bu teknolojiler ile göçmenlere yönelik hizmetlerdeki aksaklıkların giderilmesi ve hizmetlerin iyileştirilmesi de sağlanıyor. Dijital dünyada göçmenler köklerinden koparılmış bireylerden, bir topluluğa entegre olmuş, ağ bağlantılı bireylere dönüşüyorlar” dedi.
Göçmenlerle yerel halk arasında meydana gelen çatışmalar ve gerilimlerin farklı nedenleri bulunduğunu söyleyen Prof. Dr. Süleymanlı, “Bunlardan ilki ekonomik tehdit olarak algılanması. Bu noktada, ‘Gelecekler, işlerimizi elimizden alacaklar’, ‘Kiraları yükseltiyorlar’, ‘Sosyal devletin haklarından faydalanıyorlar’ gibi söylemler öne çıkıyor. Ancak insanların algısı ekonomik açıdan göçmenlerin bu riski yarattığı yönünde olabiliyor. Öte yandan göçmenler yerel halkın yaşam biçimine yönelik bir tehdit olarak algılanabiliyor. Bu noktada da göçmenlere dair olumsuz algılar, kalıp yargılar devreye giriyor. Üçüncüsü ise göçmenlerin fiziksel tehdit olarak algılanması. Toplumlarda göçmenlerin daha suça eğilimli olduğu, her ne kadar veriler bunun aksini gösterse de güvenliğe bir tehdit oluşturduğu çok fazla dillendirilen bir söylem” diye konuştu.
“Sığınmacılar Hak İhlalleriyle Karşı Karşıya Geliyor”
Göçün düzensiz halini temsil eden sığınmacıların dünyanın farklı ülkelerinde çok sayıda hak ihlalleriyle karşı karşıya geldiğini de anlatan Prof. Dr. Süleymanlı, “İnsan hakları açısından özellikle insan ticareti sorunun çözümlenmesi, yasal, sosyal, tıbbi, pskolojk yardımların sağlanması, evlerine dönüşü kolaylaştıracak ortamların oluşturulması, ‘ötekileştirme’, nefret söylemine ve ayrımcılığa karşı mücadele bu anlamda önceliki konular arasında yer alıyor. Tüm bu sorunlara baktığımızda var olan durumun sağlıklı bir biçimde tespiti, ihtiyaç analizi ve bu bulgular eşliğinde gerekli düzenlemelerin, politikaların geliştirilmesine gereksinim bulunuyor. Özellikle kırılgan risk grubunda bulunan çocuk, yaşlı ve kadın mültecilere karşı ayrımcılığın ve hak ihlallerinin önüne geçecek politikaları ve mekanizmaları etkinleştirilmesi gerekiyor. Bununla birlikte sığınmacı ve mültecilerin etkide bulunduğu yerel halkın, bu süreçten dolayı zarar görmemesi de hayati önem taşıyor” dedi.
Uluslararası kurum ve araştırma merkezlerinin yayımlamış oldukları raporlarda son 10 yılda dünya genelinde 1,7 milyar insanın iklim ve hava bağlantılı afetlerden etkilendiği bilgisi yer aldığını da aktaran Prof. Dr. Süleymanlı, şu bilgileri paylaştı: “İklim değişikliğinin en önemli sonuçlarından biri ise iklim göçü. İklim değişikliğinin yarattığı su kirliliği, erozyon, yüksek sıcaklık artışları, kuraklık ve sel gibi hava olayları göç olgusunun önemli belirleyicilerinden biri haline geliyor. Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü’nün (UNHCR) istatistiklerine göre 2010 yılından bu yana iklim değişikliği sebebiyle 21,5 milyon insan halihazırda yurtlarını terk etmek zorunda kaldı. Bu trendin hızlanarak artacağı ve diğer krizlerle birleştiğinde çarpan etkisi oluşturarak 2050 yılına kadar en az 1,2 milyar insanın iklim göçü yapabileceği tahmin ediliyor.”
Günümüzde iklim koşulları nedeniyle göç hareketliliğinin ağırlıklı olarak iç göçler şeklinde gerçekleştiğini dile getiren Prof. Dr. Süleymanlı, “Fakat iklim değişikliğinin sonraki seyrine bağlı olarak küresel ölçekte artan nüfus yer değiştirme eğilimi, çatışma ve şiddetle birleştiği durumlarla sınır ötesi dış göç hareketlerini de artışa yol açacağı öngörülüyor. İklim göçlerinin giderek artan bir tehdit haline gelmesi bu alana yönelik yasal düzenlemeleri de zorunlu hale getiriyor. ‘İklim mültecileri’ veya ‘çevre mültecileri’ olarak anılan insanlara bazı devletlerin yasalarında ‘tamamlayıcı koruma’ veya ‘geçici koruma’ sağlanabilirken, bazı devletlerin yasal düzenlemelerinde ise iklim mültecilerine yönelik herhangi bir koruma öngörülmüyor”dedi.
Önde gelen çevre araştırmacıları ve kuruluşlarının, iklimsel göçün tanınmasını ve çevre sorunları nedeniyle yerinden edilen insanlara yardım edecek politikaların geliştirilmesini gerektiğini savunduğunu da ifade eden Prof. Dr. Süleymanlı, “Bu durum, uluslararası anlaşmaların geliştirilmesini, fon ve teknik destek mekanizmalarının kurulmasını, ülkeler arasında deneyimlerin paylaşılmasını ve bilgi aktarımını içerebilir. Çok yakın gelecekte iklim değişikliğinin tetikleyebileceği afetlerden dolayı meydana gelebilecek milyonlarca insanın göçünü yavaşlatmak için insanlık olarak acilen küresel ölçekte iklim, göç ve kalkınma konularında ortak eyleme geçmemiz gerekiyor” diyerek sözlerini tamamladı.