Depremlerin ötesinde ülkemiz iklim krizinin çoğu hasarından nasibini alacak. Kuraklık bu problemlerin belki de en tehlikelisi. 1923’te kişi başına senede yaklaşık 8.000 metreküp olan temiz su miktarımız, bugün kişi başına 1.250 metreküp civarına düştü.
YAZI: Prof. M. Levent KURNAZ Boğaziçi Üniv. İklim Değişikliği ve Politikaları Uyg. ve Araş. Merk.
Ülkemiz çoğu konuda bir cennet olsa da birkaç konuda yeryüzündeki şanssız bölgelerden birinde yer alıyor. Öncelikle ülkemizin neredeyse tamamı deprem riski taşıyor. Bunun dışında parçası olduğumuz Akdeniz Havzası da iklim krizinden en kötü etkilenecek yerler arasında üst sıralarda bulunuyor. Tüm okul hayatımız boyunca ülkemizin, uygarlıkların beşiği ve kesişme noktası olduğunu öğrendik. Şimdi bu uygarlıkların kesişme noktası, iklim göçlerinin de bir kesişme noktası haline gelmeye doğru hızla ilerliyor. Üstelik bu risklerin önemli bir kısmı kolaylıkla göz ardı edilebilecek sorunlardan değil.
Ülkemizin En Acil Problemi Deprem
Kısa süre önce yaşadığımız Kahramanmaraş merkezli depremler, bu felaketin tüm ülkemiz açısından ne derece ciddi bir risk unsuru olduğunu ortaya koydu. Ülkemizin çoğu noktasında oluşabilecek depremlerin zamanını bilebilmemiz mümkün değilama yaratabileceği zararı öngörebilmemiz oldukça kolay. Zararın büyüklüğü, deprem, ülkemizin İstanbul gibi önemli, kalabalık ve ekonomik bir merkezine yaklaştığında fazlasıyla artabiliyor. Bugün İstanbul yakınlarında olması beklenen depremin yaklaşık 100 bin binanın ağır hasar görmesine ya da yıkılmasına yol açacağı tahmin ediliyor. Bu büyüklükte bir hasarın oluşmaması için öncelikle rant düşüncesinden uzak bir biçimde tehlikeli yapı stokunun acilen düzeltilmesi gerekiyor. İstanbul’da 100 bin binanın yıkılması, yaklaşık 1 milyondan fazla insanın da bu yıkıntının altında kalabileceği gerçeğini beraberinde getiriyor. Bu denli büyük bir kayıp kolayca anlaşılabilecek ya da telafi edilebilecek bir kayıp değil. O nedenle hızla, riskli 100 bin binanın depreme dayanıklı hale getirilmesi depremdeki olası can kayıplarını önlemek açısından elzem.
Deprem ülkemizin sürdürülebilirlik sorunları açısından en acil problemi. Büyük bir İstanbul depreminin ardından hayat hiçbirimiz için eskisi gibi sürdürülemeyeceğinden bu konuya ayrı bir önem vermek zorundayız. Unutulmaması gereken bir diğer konu ise yıkılabilecek 100 bin binanın enkazında arama-kurtarma yapılması için yaklaşık 6 milyon gönüllüye ihtiyacımız olduğu. Son depremde gördüğümüz gibi, devlet kuruluşlarının en verimli yapacakları çalışma gönüllüleri organize edebilmeleri olacak. Deprem anında bu büyüklükteki bir insan grubunu hızla mobilize etmenin imkansızlığı ortadayken bunun ön hazırlıklarının ve tatbikatlarının şimdiden başlaması ve öncelikle kişilerin kendi yaşadıkları yere yönelmeleri mantıklı olacak. 1999 depremlerinin ardından kurulan Mahalle Afet Gönüllüleri sistemi bu bakımdan en verimli organizasyon yöntemi olacak. Bu tür çabalar mahalleleri afetlere hazırlamanın ötesinde toplumsal birlikteliği güçlendirerek yapılı alanların sürdürülebilirliğini de artıracak.
Kuraklık
Depremlerin ötesinde ülkemiz iklim krizinin çoğu hasarından nasibini alacak. Kuraklık bu problemlerin belki de en tehlikelisi. 1923’te kişi başına senede yaklaşık 8.000 metreküp olan temiz su miktarımız, bugün kişi başına 1.250 metreküp civarına düştü. Bunun arkasındaki en önemli neden de nüfus artışımız. Artan nüfusumuza azalan yağışlar eklendiğinde önümüzdeki 20 yıl içerisinde ülkemiz su fakiri bir ülke haline gelecek. Bu nedenle özellikle suyumuzun %75’inden fazlasını kullanan tarımsal üretimdeki su kullanımının bir şekilde kontrol altına alınması zorunluluk. Bildiğiniz gibi ülkemizdeki tarımsal sulamanın ağırlıklı çoğunluğu salma sulama yöntemiyle yapılıyor. Bu yöntem hem fazla su kullanılması hem de toprağın tuzlanması açısından oldukça zararlı. Acilen daha az ve akıllıca su kullanan modern sulama yöntemlerine geçmek zorundayız.
Öte yandan tarımdaki su açığımızın önemli bir kısmıda yanlış ürün seçiminden kaynaklanıyor. Gelecekte ihtiyacımız olacak tarımsal üretimi planlamak adına bugünden doğru bir tarım politikası uygulayarak gerekirse bazı ürünlerin, bazı bölgelerde üretilmesi yasaklanmalı. Ülkemizde tarım politikası sopa-havuç dengesinde havuçtan yana uygulanıyor. Fakat piyasa koşulları devletin desteğinin üzerine çıktığında uzun vadeli zararlara bakılmadan kısa vadeli kazançların peşinde koştuğumuz için Konya Ovası’ndaki yeraltı suyunun tükenmesi gibi ciddi sorunlar karşımıza çıkıyor. Yalnız gene de unutulmaması gereken önemli unsur, çiftçinin kazanması gerektiği… Bir cep telefonuna hiç düşünmeden yüksek meblağlar ödeyen bizler gıda tüketimine sıra geldiğinde kuruşun hesabını yaptığımız için tarımsal üretime hayatını adamış kişiler de yeterince para kazanamıyorlar. Burada hepimizin bütçemizi biraz daha gözden geçirmemiz gerekiyor. Elbette lafım bu dergiyi okuyacak ekonomik refah seviyesinde olanlara, yoksa bir cep telefonuna verecek binlerce lirası olmayanlar sözümün muhatabı değiller.
Yoğun Yağışlar, Seller
Uzun süren kuraklıkların ardından gelen yoğun yağışlar da iklim krizinin getirdiği bir başka risk unsuru. Son senelerde gördüğümüz seller, bu afetin ülkemizin pek çok yerini vurduğunu ve neredeyse hiçbir bölgemizin yaşanan sorundan uzak kalamayacağını gösteriyor. Bu bağlamda almamız gereken birkaç ana önlem var: Öncelikle, her zaman dediğimiz gibi, gelen mala gelsin! Yani sellerde can kaybını ortadan kaldırmamız gerekiyor. Bu açıdan da yapılması gereken şey vatandaşları problemden haberdar etmemiz. Bundan 10 sene önce olsa, akıllı telefonların ya da toptan cep telefonlarının bu denli yaygın olmadığı bir ortamda bireylerin felaketlerden haberdar edilmesi zor olabilirdi. Ancak bugün tüm servis sağlayıcılar neredeyse birkaç metre yakınımıza kadar nerede olduğumuzu biliyor. Bulunduğumuz noktada ya da gitmekte olduğumuz yönde bir su baskını yaşandığının bizlere bildirilmesi teknolojik açıdan hiç de zor değil. Bu sistemin en kısa zamanda kurulması sellerle kaybettiğimiz insan sayısını da azaltacaktır. Sellerdeki kaybın bir önemli nedeni de giriş kat seviyesinin altındaki evlerde yaşayan insanlar. Biliyorum, o insanların önemli bir kısmı maddi kısıtlardan dolayı o evlerde yaşıyorlar. Giriş seviyesinin altındaki evlerde insan barınmasına izin verilmesi yönetmeliklere göre yasak ama bu uygulanmadığı için Bozkurt’ta onca canı kaybettik. Artık koyduğumuz kurallara uymanın zamanı geldi de geçiyor bile.
İklim krizinin getireceği risklerin tamamını saymak başlı başına bir yazıyı kaleme almayı gerektirir ama sanırım kuraklık ve seller bugün için ülkemizde acilen üzerine eğilmemiz gereken iki önemli sorunu ortaya koyuyor. Elbette daha deniz seviyesinin yükselmesi, sağlık sorunları, orman yangınları, çekirge istilaları, sıtma, dang humması, Batı Nil virüsü, güneyden ve doğudan gelecek on milyonlarca iklim mültecisi ve daha nice sorunlar var. Onları düşünmeye de devam etmemiz gerekiyor.