İnsanoğlu ve kızı, dünya üzerindeki büyük yolculuğuna büyük ihtimalle Afrika’dan başladı. Son yapılan araştırmalar, insan türünün de türdeş olmadığını, Homo sapiens, Neandertal ve son olarak keşfedilen Denisova hominin olmak üzere üç ayrı tür halinde onbinlerce kilometreyi, ovaları, dağları, nehirleri ve hatta denizleri açarak dünyanın dört bir yanına, farklı kıtalara dağıldığını gösteriyor. Bu büyük yolculuk aynı zamanda, onbinlerce yıl boyunca birbirinden habersiz ve izole yaşayan insan topluluklarının oluşumuna da sebep oldu.
Dört bir yana dağılan bu insan topluluklarının zaman içinde birbirleriyle tekrar karşılaşmalarında neler yaşandığını tahmin etmek çok kolay değil. Ancak bu karşılaşmaların sadece Homo sapiens’in Neandertal ve Denisova türlerini yok etmesiyle sonuçlanmadığını biliyoruz. Bugünün insanı, genetik olarak %2,5-5 arası da Neandertal (Avustralya ve yakın havzalarda %6 da Denisova geni taşıyan insan toplulukları bulunduğu da yeni ortaya çıktı).
*
İnsanlığın bu büyük yolculuğu ve dağılımı farklı toplumsal yapıların, kültürlerin, dini inançların, ırkların ve tabii dillerin oluşumuyla neticelendi. Ancak çok farklı bölgelerde, birbirinden uzun mesafeler ötede yaşayan çeşitli topluluklar arasında kısıtlı da olsa iletişim hep sürdü. Arkeologların, oradan oraya giden ve para yerine geçen opsidyen taşları veya deniz kabuklularını, elde edildikleri yerlerin çok uzaklarındaki kazılarda bulması da bu iletişimin en iyi kanıtları.
Ancak coğrafyalararası uzaklığın, uygun iletişim araçlarının yokluğunda, çok daha az etkileşimli toplulukların varolmasını sağladığını biliyoruz. Mesafeler, coğrafi engeller, denizler, sıradağlar ve çöller farklı toplulukların doğuşlarının temel nedeniydi. Efsane tarihçi Fernand Braudel, Maddi Uygarlık, Dünyanın Zamanı isimli muhteşem çalışmasında, İç Afrika’nın nasıl sadece okyanuslarla değil, kuzeydeki Sahra çölüyle de doğal olarak sınırlandığını inanılmaz bir açıklıkla anlatır.
*
Ancak insanlık bugün, o muhteşem yaratıcılığıyla tekrar birbiriyle sonsuz şekilde buluşuyor. Irklar, renkler, kültürler, dinler ve diller birbirine karışıyor, melezleşiyor, yeni renkler ve sentezler doğuyor. Kestirmeden söyleyelim: Yeni ve karmaşık bir dünya kültürü doğuyor ve hemen hemen hiç kimse bu büyük buluşmanın dışında kalmıyor, kalmayacak.
Bu karşılıklı temas ve bağlantılılık hali de, toplumların türdeş, “birbirine benzeyen” ve dolayısıyla kimseye hesap verme ihtiyacı duymayan yapısını gün be gün erozyona uğratıyor. O nedenle, bir dünya metropolünde dev şirketleri yönetirken, adını ilk defa duyduğunuz kuytu bir mahallede, mesela Merter’de bir konfeksiyon atölyesinde olanlar, yapmaya çalıştığınız her şeyi tepetaklak etmeye yeterli olabilir. Twitter’ın minik kuşları çalışmaya başlar ve Unilever’in CEO’su Paul Polman’ın dediği gibi, siz daha ne olduğunu anlayamadan şirketinizin itibarı ve tabii değeri yerle bir olabilir.
Tedarik Zinciri dediğimizin, sadece bir ticari ilişki ağı değil, gerçek insanların bağlantılarından oluşan bir değer zinciri olduğunu anlamadan bu yüzyılda ayakta kalmak pek kolay olmayacak. Bizden söylemesi: Dünyanın ilk global şirketlerinden biri olan Birleşik Doğu Hindistan Kumpanyası’nın Endonezya’da yaptıklarının duyulması bir yüzyıl alabilir ama sizinki birkaç dakika sürecektir. Ve bu bilinç, sadece korkuyla yürütülen bir işten, bir topluluk içinde bulunmanın mutluluğu ve huzuruna doğru yol alacak. İşte o zaman, belki de sadece müreffeh değil mutlu ve huzurlu da olunabilir. İş yine gelip o atasözüne çatıyor işte: Öne atı mı, arabayı mı koyacaksınız? Öne, kendinin ve başkalarının mutluluğunu koyanlar, hiç merak etmeyin, o araba zaten yürür.
Barış Doğru, Genel Yayın Yönetmeni
baris@ekoiq.com