Gıda

Organik Tarımın Öncülerini Anıyoruz

Yaklaşık 100 yıl önce, organik tarım endüstriyel tarıma meydan okumuştu. Albert Howard, ilk eşi Gabrielle ve -ölümünün ardından- ikinci eşi Louise ile organik tarımın öncüleri olmuştu. Albert ve Gabrielle’in, modern endüstriyel tarıma karşı çıkarak geleneksel tarım ilkeleriyle laboratuvarlarında geliştirdikleri yöntemleri günümüzde de izini koruyor.

Haber: Gülce DEMİRER

Albert Howard, ilk eşi Gabrielle ve -ölümünün ardından- ikinci eşi Louise ile modern endüstriyel tarıma meydan okumuş, laboratuvarlarında geliştirdikleri geleneksel tarım ilkelerini temel alan yöntemler ile organik tarımın öncüleri arasına girmişlerdi. Organik tarım hareketleri, Howard ailesi hayatını kaybettikten sonra, zamanında onlara karşı çıkan hatta küçümseyen şirketler tarafından bile ilgi toplamaya başladı. Hareket; neo-gelenekselci, sosyalist, kapitalist ve çevre aktivistleri olmak üzere oldukça geniş bir yelpazede yankı uyandırıyor. Peki bu nasıl oluyor?

Bir Manifestonun İnşası

1905 yılında Hindistan hükümeti Albert’ı ve ardından ekonomik botanikçi olarak Gabrielle’i tarımsal araştırmalar için Bihar eyaletinde çalışmak üzere işe alıyor. Temel amaçları, böcek ilaçlarını ve kimyasal gübrelerin masraflarını karşılayamayan çiftçilerin doğal yollarla ekinlerini hastalıktan nasıl koruyacakları ve üretimlerini nasıl geliştirecekleri üzerine çalışmak oluyor.

Albert, organik gübre kompostu yoluyla atmosferden nitrojeni ayırarak yeni bir bilimsel yöntem geliştiriyor. Toprağı bu kompost ile beslemek humuslu toprağı canlandırıyor ve bitkilerin yaşaması için köklerin gerekli besinleri sindirmesini sağlıyor. Tüm bu süreç tamamen mevcut bitkilerle ve çok az bir gübre kullanılarak başlıyor. Gabrielle’in ölümünün ardından Albert ve Gabrielle’in kız kardeşi Louise, buldukları yöntemi tüm dünyada uygulamaya karar veriyorlar ve The Waste Products of Agriculture isimli kitabın üzerinde çalışmaya başlıyorlar.

1940 yılında Albert, Louise’in de yardımıyla toprak verimliliğinin ekolojik yollarla nasıl artırılacağını konu alan An Agricultural Testament kitabını yayımlıyor ve kitap kısa bir sürede organik tarımın manifestosu haline geliyor.

Albert’ın 1947’deki ölümünün ardından Louise Howard, temiz hava, su hakkı, vahşi yaşamı koruma adına DDT gibi ölümcül kimyasallara karşı savaşan uluslararası bir organik tarım ağı kuruyor. Louise Howard, günümüzde pek bilinmese de, 1940-1960 yılları arasında, çevre hareketlerinde çalışan tek kadın olmasıyla da önemli bir yer teşkil ediyor.

Toprağı ve Halkını Tanımak

Endüstriyel tarım bilindiği gibi doğayı oldukça tahrip eden bir yöntem ve günümüzde daha sürdürülebilir yöntemlere ihtiyacımız var. Sularımız kirleniyor ve tükeniyor, topraklar gübreye bağımlı hale geliyor, tohumlar tarım ilaçları olmadan büyüyemiyor. Endüstriyel tarım karbon salımının önemli nedenlerinden biri ve gezegenimizin ısınmasına neden oluyor.

Howard ailesi organik tarımla ilgilendikleri yıllarda buldukları yöntemlerin ve kitaplarının günümüzde bu kadar çok ses getireceğini bilemezdi ancak 1980’lerden itibaren birçok otorite ve şirket, organik tarıma yönelmeye başladı. Ancak Howard’ları anaakım bilimsel yöntemlerden ayıran bir nokta vardı. İnsanlar üzerinde etki yaratmak için bilimin toplumsal değerlerle ortaklaşa yürütülmesi gerekiyor. Günümüzde toplumlar çevreci hareketlerin ne kadar ileri taşınması konusunda bir ayrıma gidiyor, çünkü bazı noktalarda bilim tek başına rakamlardan, verilerden ibaret olarak kalıyor ve belki kimisine göre anlamsız oluyor. Sonuçta hiçbirimiz tamamen rasyonel hareket eden canlılar değiliz. Yıllardır kendi arazisinde tarım yaparak geçinen bir aileyi düşünün. Tarımsal ilaçların, gübrelerin hatta tohumların şirketlerin tekelinde bulunması sonucunda küçük üreticiler, büyük üretim güçleriyle yarışamaz hale geliyor. Ayakta kalmak için de şirketlerin tohumlarını, ilaçlarını ve gübrelerini almaya başlıyor ve o noktadan sonra geri dönüş çok daha masraflı ve zor bir süreç haline geliyor. Çünkü toprağın yapısını bir kere değiştirmiş oluyorsunuz. Bu noktada sadece bilimsel verilerle ve sayılarla çiftçilere ulaşılamayacağı aşikâr; her şeye yeniden başlamak, masraf yapmak neden istesinler? Ya da çiftçiler için bu sadece soyut verilerden ibaret olarak kalabiliyor.

Howard’lar da yerli üreticileri tanıyarak, onların değerleriyle ve ihtiyaçlarıyla paralel olarak hem geleneksel, hem sürdürülebilir hem de “modern” bir tarım tekniği geliştiriyor ve toprağı yormadan yıllarca sağlıklı bir şekilde nasıl tarım yapılacağını bizlere gösteriyor.

About Post Author