Bu yaz ülkemiz dışında Amazon Ormanları ’nda ve Sibirya’da geniş alanlar yandı. Bu iki bölgede görülen yangınlar oldukça farklı şekillerde ortaya çıkmış olmasına rağmen ekosistem bütünlüğü açısından çok büyük hasar yarattı.
YAZI: Prof. M. Levent KURNAZ, Boğaziçi Üniv. İklim Değişikliği ve Politikaları Uyg. ve Araş. Merk. , [email protected]
Geçen sene bu ay orman yangınları ile ilgili bir yazı yazmış ve sonunda 2018 yazında Kaliforniya ve Atina’da görülen orman yangınlarından dolayı bizim de dikkatli olmamız gerektiğini, çünkü bizim coğrafyamızın da o bölgelere çok benzer olduğunu söylemiştim. Bu sene ülkemizin güneyi ve batısında da benzer orman yangınları görüldü. Bu yangınlar büyük hasara ve beraberinde de ciddi tartışmalara neden oldu. Bu yangınlar özelde bizim coğrafyamızda ve genelde tüm Akdeniz Bölgesi’nde gelecekte de sorun olmaya devam edecektir. Bu nedenle de orman yangınları ve bunların oluşma nedenlerine yıl boyunca dikkat etmemiz gerekli.
Tropik Ormanların Kaybı
Bu yaz ülkemiz dışında Amazon Ormanları’nda ve Sibirya’da geniş alanlar yandı. Bu iki bölgede görülen yangınlar oldukça farklı şekillerde ortaya çıkmış olmasına rağmen ekosistem bütünlüğü açısından çok büyük hasar yarattı. Tropik ormanlar dünyadaki biyoçeşitliliğin büyük bir bölümüne ev sahipliği yapmanın yanı sıra atmosferdeki karbondioksiti emme açısından da gereklidirler. Amazon, Kongo ve Endonezya’daki bu tropik ormanların kaybı dünyanın geleceği açısından da çok karanlık bir düşüncedir. Bu üç bölgedeki tropik ormanlar değişik tehlikelerle karşı karşıya kalmıştır. Amazon Ormanları tarıma yer açmak için yakılıyor. Brezilya Devlet Başkanı da bu konuda önlem almak yerine ormanların kaybına göz yumduğundan, orman arazilerindeki günlük kayıplar rekor seviyeye ulaştı. Geçtiğimiz haftalarda Sao Paulo çevresindeki orman yangınlarında çıkan dumanlar, kentte neredeyse gündüzü geceye çevirecek bir etki yarattı. Endonezya’daki yağmur ormanları ise palmiye tarımı yapılması için yakılıyor. Palmiye ağaçları yağmur ormanlarındakinden çok daha seyrek dikildiğinden bu ormanların karbondioksit tutabilme kapasitesi son derece azalmış durumda. Bu palmiye ağaçlarından elde edilen palmiye yağı ise neredeyse tüm hazır gıdalarda kullanılıyor. Kongo ormanları ise bunlar arasında en az zarar gören ve şimdilik sadece yakıt amaçlı kesiliyor.
Yağmur ormanlarında görülen yangınlar çok tehlikelidir, çünkü bu bölgelerdeki yağış esasında ormanları, ormanlar da yağışı besler. Eğer ormanlar yok olacak olursa yağış da azalacaktır. Yağışın azalması da o ormanların yeniden büyümesini imkansız kılacaktır. Bu nedenle yağmur ormanlarının kaybı bir devrilme noktası olarak tanımlanıyor. Ekolojik olarak bu kayıp, en azından insanların uygarlık zamanı süresinde, bir daha geri getirilemeyecek bir kayıptır.
Sibirya’da görülen orman yangınları ise bilerek çıkartılan yangınlar değildir. Ancak bu bölgeler insanların yoğun olarak yaşadığı bölgelerden çok uzak oldukları için yangın söndürme faaliyetleri başarılı olamadı ve dev büyüklükteki alanlar yandı. Bu yangınlar Amazon’dakilerden farklı olarak kısa sürede alınacak etkili tedbirlerle geri getirilebilir. Sibirya’nın kuzeyindeki bu orman alanları da kendilerine has bir ekosistem oluşturuyor. İklim değişikliği bu ekosistemler üzerinde büyük bir baskı yaratıyor. Kutup bölgelerindeki toprağın hemen altında donmuş biçimde metan gazı bulunur. Toprağın üzerindeki orman yangınları toprağın altındaki bu metan gazının da çözünerek yanmasına ve böylelikle hem yangının şiddetlenmesine hem de sadece yangında çıkabilecek karbondioksitten çok daha fazlasının salınmasına neden oluyor.
Ülkemizdeki yangınlar ise bunlardan farklı olarak dikkatsizlik ve doğal sebeplerden meydana geliyor. Ancak coğrafyamızda genel olarak azalan yağışlar ormanlık bölgelerin kurumasına ve böylelikle daha hızlı yanmasına neden oluyor. İklim değişikliği de bu yangınların sıklığını ve yayılma alanlarını artıracak bir rol oynuyor. Tüm bu yangınlarda “çok şükür ki can kaybı yaşamadık” söylemiyle sadece insanlara hitap ediliyor ama buralarda kaybolan biyoçeşitlilik ve diğer canlılar konusuna hiç değinilmiyor.
Ormanlar Nasıl Korunur?
Orman yangınları açısından bakıldığında tüm dünyada risk her geçen sene artıyor. Bu artışın ardındaki temel nedenler yağış rejimindeki değişim ve insanların orman bölgelerine doğru yayılması. İklim değişikliğinin bir sonucu olarak yağışlar arasındaki süre uzuyor ve gelen yağış daha yoğun oluyor. Bu yoğun yağış da ekosisteme fazla katkısı olmadan akışa geçiyor. Basitçe, yağış daha ortalığı fazla ıslatamadan akıp gidiyor diyebiliriz. Bizim gibi ormanları engebeli arazide bulunan ülkeler için bu, hem ağaçların hem de altlarındaki toprağın yangın mevsimlerinde fazla kuruması anlamına geliyor. Ayrıca bölgenin engebeli olması yangınlara müdahale edilmesini zorlaştırıyor. Bunun ötesinde yangın sonucu orman vasfını kaybetmiş arazilere imar izni verilmesi, yangın çıkartarak orman alanlarının imara açtırılması fikrine destek veriyor. Yangından sonra bu arazilerin kesinlikle ağaçlandırılması ve imara açılmasına izin verilmemesi, orman arazilerinin korunması için önemli bir adım olacaktır.
Gelecekte Akdeniz çevresinde orman yangınları sıklığının da artması bekleniyor. Bunun arkasındaki temel neden de sözünü ettiğimiz gibi yağmur rejimindeki değişiklik ve sıcaklık artışı. Bunun ötesinde uzun vadede bölgemizdeki ormanların korunabilmesi için özel çaba harcanması gerekiyor. Orman yangınlarının yayılmasına yardımcı olan unsurlardan biri ormanlık alandaki ölü ağaçların temizlenmesinin geciktirilmesi, bir diğeri de ağaç diplerindeki otların fazla üremeleri. Yaz aylarında kuruyan bu otlar ve ölü ağaçlar orman yangınlarının yayılmasını hızlandırıyor. Bu tür bakım faaliyetleri son derece masraflı olduğundan, Akdeniz çevresindeki ülkelerde tam olarak yapılmıyor. Ancak ormanlarımızı koruma niyetiyle hareket edeceksek onlara gereken kıymeti vermek zorundayız.
Gösterilecek özen sadece orman alanlarını değil, tüm ekosistem hizmetlerini kapsıyor. “Ekosistem hizmetleri” kavramı gündelik hayatımıza yeni giriyo. Bu kavram doğanın bize sunduğu tüm imkanları içeriyor. Bu imkanların sürdürülebilir olmaları, bizim bu faydaları doğanın bize sonsuza kadar sağlayamayacağını ve bu çabanın insanlar tarafından da desteklenmesi gerektiğini anlamamızla mümkün olacak. Ne ormanlar, ne akarsular ne de denizler biz onları sınırsız biçimde sömürdüğümüz müddetçe sürdürülebilir kaynaklardır. Belki bundan 1000 yıl önce bu doğruydu, ama artık insan nüfusu yenilenebilir olduğunu düşündüğümüz kaynakların bile sonuna ulaşmış durumda. Mesela ABD’de Boston açıklarındaki bölgede yapılan aşırı morina balığı avcılığı bu bölgedeki morina balığının neslini tüketti. Ne derece çaba harcanırsa harcansın morina balığı o bölgede üremiyor. Doğa böylesi sınırlarla dolu. Biz bu sınırları yok sayarak hareket ettiğimizde, karşımıza sadece felaketler çıkacaktır. Tüm ekosistem biz yayılmadan önce bir denge içerisindeydi. Bizim varlığımız hem küresel hem de bölgesel olarak bu dengeyi bozulma noktasına getirdi ve bazı bölgelerde bu denge çoktan bozuldu. Şimdi bize düşen bu dengenin bozulmamış olduğu noktalarda aktif olarak çaba göstererek dengeyi korumaktır. Akdeniz Bölgesi’ndeki ormanlık alanlar da kritik bir denge noktasında ve bu ormanlara gerekli özeni gösterip korumayacak olursak torunlarımıza çok daha çorak bir dünya bırakabiliriz.