#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

“Ortadoğu’ya Barışı Çevre Mücadeleleri Getirebilir”

İklim değişikliğinin etkilerini en acı şekilde hissettirdiği Ortadoğu coğrafyasında bir yandan da önemli teknolojik gelişmeler ve değişimler yaşanıyor. 2007’de kurulan ve uzun zamandır dikkatimizi çeken Green Prophet (Yeşil Peygamber) internet sitesi de, bu değişimin “yeşil” yanını işleyen oldukça etkili ve ilginç bir oluşum. İsrail merkezli sitenin kurucusu Karin Kloosterman ile çalışmalarını ve Ortadoğu’yu konuştuk.
Berkan ÖZYER

Green Prophet; Batı Şeria’nın ilk planlı ve sürdürülebilir kentinin hâlâ devam eden inşa sürecini, İran’daki ilk toprak mimarisi festivalini ya da Ürdün’deki 6 bin camide güneş enerjisi kullanılacağını öğrenebileceğiniz, İsrail merkezli son derece ilgi çekici bir haber sitesi. Odak noktası, tahmin edebileceğiniz gibi iklim de­ğişikliği, sürdürülebilirlik ve yeşil teknolojiler. Ku­rucusuysa Kanada’da doğan ancak evini terk edip İsrail’e yerleşen Karin Kloosterman. Kloosterman, 2007’de kurulan Green Prophet için sürekli Orta­doğu coğrafyasında saha araştırmaları yapıyor. Ve önyargılar sonucu yan yana gelemeyeceği düşünü­len ülke ve halkların bir arada neler başarabilece­ğini kanıtlıyor. Kloosterman ile e-posta üzerinden Green Prophet’i ve hidroponik tarıma yönelik kur­duğu Flux şirketini konuştuk.

Sitenin temel amacını, mevcut du­rumu nasıl tarif edersiniz? Yeşil Peygamber adının ilham kaynağı nedir?
Gezegenimizi kendileri ve çocukla­rı için daha iyi hale getirmek ko­nusunu ciddiye alan insanlar var. Ve sitenin amacı da bu insanların başarılarını paylaşmak. Odağımız­daki insanlar, Ortadoğu doğum­lu ya da bu bölgede yaşayanlar; çünkü çatışmalar ya da din savaş­ları dışında, dünya burada olan bitenleri pek önemsemiyor. Süreç kendiliğinden ilerledi ve sürdürü­lebilirlik ve sosyal gelişmelere dair haberleri işlemeye başladık. Siteyi peygamberler şehri Kudüs’te ya­şarken kurdum. İsim biraz şakay­dı çünkü yazarlarımızın hiçbirinin peygamberlikle alakası yok. Biz sadece sıradan insanlarız ama bir sürü peygamber geçmişte yakınla­rımızda “çalıştı”.

Kanada doğumlusunuz. Neden ülkenizden ayrılmaya karar verdi­niz?
24 yaşında Kanada’dan ayrıldım ve Avrupa’ya taşındım. Sonrasında Ortadoğu’da çok dolaştım ve ara­dığım evi İsrail’de bulacağımı fark ettim. Burası çok fazla “Ortadoğu­lu” hisseden ama hâlâ toplumun ve bireylerin neyin doğru ve yanlış olduğunu sorgulamasına polis ko­vuşturması olmaksızın izin veren bir ülke. Şu an kıyıda yer alan çok­kültürlü bir Arap kenti Yafa’da yaşı­yorum. Benim için gerekli olan de­ğil, gerçekten ihtiyacım olan kişiye dönüşmeme fırsat verecek yeni bir ev istemiştim.
Toronto Üniversitesi’nde zooloji okudum, ormancılık ve tarım ala­nında makaleler yayınladım. Gıda ve ormancılık sorunlarını çözmek için doğayı kullanan İngiltere merkezli CABI adlı STK’nın İsviçre ofisinde birkaç yıl çalıştım. İlk lisansımdan ve iş tecrübemden sonra kendi ken­dimi eğittim diyebilirim.

Bölgede sıklıkla seyahat ediyorsu­nuz. Ortadoğu’daki farklı halkla­rın doğaya bakışları konusunda ne düşünüyorsunuz?
Bence halkların etnik ilişkileri, do­ğayı korumak konusunda birbirle­riyle yakından ilişkili. Özellikle gıda üretim geleneklerini göz önüne al­dığınızda bunu görebilirsiniz. Din tahrif edildiği zaman çok büyük problemlerin başladığını görüyoruz. Ve din, çevre ve bizim doğal tari­himizle savaşmak için kullanılıyor. IŞİD’in Irak’taki antik kenti yerle bir etmesini düşünün. Bu tarz hare­ketler insanı çıldırtıyor.

Bütün farklılıklara rağmen, çevre sorunlarının Ortadoğu’yu bir şekil­de birleştirebileceğini düşünüyor musunuz?
Bence sağlık, gıda, su ve hava gibi konulardaki ortak çıkarlarımız Ortadoğu’yu birleştirebilir. Bunla­rın bölgenin birleşmesindeki tek yol olduğuna eminim.

Bölgede ekoloji konusunda günü­müzdeki gidişatı nasıl değerlendi­rirsiniz? Sizce halklar ve devletler, sorunların yeterince farkında mı?
Bence böylesine büyük bir karmaşa­nın ortasındayken trendleri görmek çok zor. Ortadoğu’da eşitsizlik, su dağıtımı, iklim değişikliği, topraktan ve eski yöntemlerden kopukluğumuz sonucunda bir karışıklık yaşanıyor. Kanada’nın komşularıyla savaştığını ne sıklıkla duyarsınız? Muhtemelen asla çünkü insanların bütün temel ihtiyaçları karşılanıyor. Ve bence ne yazık ki Ortadoğu’da durum iyileş­meden önce daha da kötüleşecek.
Ve hayır, devletlerin adım attığını görmüyorum. Ortadoğu ülkelerinin dünyanın dört bir yanına gönderdiği yüksek düzeyli heyetlerin çok fazla konuşup çok az şey başardığını bi­liyorum. Sadece sahadaki insanlar adım atabilir. Yerel işletmeler, yerel sanatçılar, yerel hareketler. Türkiye, bu konuda çok iyi bir ilham kayna­ğı. Levant halkları Türkiye’den çok iyi enerji alıyor. Bir bakıma Türki­ye, Ortadoğu’ya giriş için “kolay” bir adım. Gerçekten de Avrupa ve Ortadoğu’nun arasında.

Peki sizce sürdürülebilirlik konu­sunda dinlerden ilham alınabilir mi?
Evet, tabii ki. Hep oldu ve olmaya da devam edecek. Özellikle de eko­lojide daha derin anlamlar arayan­lar için. Şahsen çevre konularında ben Tanrı’ya ihtiyaç duymuyorum ama sorunları çözmenin bir insani zorunluluk olduğunu düşünüyo­rum. Bence çevre ile doğal bir bağı olmayan insanlar, ilham almak için dini kaynaklara bakmalı. Ama asla zorlama olmadan tabii.

İsrail’e ya da diğer ülkelerin bir­birlerine yönelik önyargılar işinizi nasıl etkiliyor?
Önyargılar, işi ilginç kılıyor ama ta­nıtıma dayalı bir iş modeliniz varsa sorun da olabilir.
Ben dünyanın en iyi ülkesinde, Kanada’da, mavi gözlü beyaz bir Hıristiyan olarak doğdum. Yahudi olmaya ve dünyada pek çok insanın nefret ettiği bir ülkede yaşamaya ka­rar verdim. Doğrulukta huzur ara­yan bir aktivistim. Yahudi olmam benim için doğru. Ama aynı şekil­de diyelim ki Türkiye’de insanların kansere neden olan maddelerle iç içe yaşadığı kasabalardaki ekolojik tahribatı ve yerel bir araştırmacının olan biteni araştırırsa hapse atıl­makla tehdit edildiğini duyurmak da aynı şekilde benim için doğru.
Yapabileceğim her şey “karşıt” ve bazen statükoya meydan oku­ma gibi görülebilir. Ama aslında İsrail’de yaşamak bana İran ve Su­udi Arabistan’daki adaletsizlikleri, ertesi sabah kafama silah doğrultul­masından korkmadan yazma fırsatı tanıyor. İsrail, siyaseten özgür bir ülke. Hatta cesaret edip Kanada’dan daha özgür olduğu bile söylenebi­lir. Dolayısıyla İsrail’in aktivistlerle dolu olması, benim amaçlarımı şe­killendirmeme yardım etti.

Yeşil teknolojilere çok önem veri­yorsunuz. Hatta bir makalenizde Ortadoğu’ya barışı yeşil teknoloji­lerin getireceğini söylüyorsunuz. Bunu açıklayabilir misiniz?
Radikal ve çığır açıcı teknolojiler or­taya çıkınca toplumlar yenilenebilir enerjiyi gezegene bir yük olmadan kullanabilecek. Bunu dua gibi o kadar sık söylüyorum ki gerçekten inanmaya başladım. Esasında he­nüz o ilerlemeyi başaramadık. Ama umudumu koruyorum.

İsrail, kendini Avrupa ve ABD’ye daha yakın konumlandırıyor. An­cak coğrafya bunun tersini söylü­yor. Ve çevre sorunları da daha çok coğrafyayla ilgili. Bu algı, İsra­il’deki insanların düşüncelerini ve çevre politikalarını nasıl etkiliyor?
İsrail, komşularından izole olduğu için Avrupa’yla bağlantı kurmaya ihtiyaç duyuyor. Buradaki insanlar gerçekten barış ve uzlaşı istiyor ama bunun haberlerde çok gözük­mediğini biliyorum. İsrail coğrafi olarak Gazze, Batı Şeria, Suriye, Ürdün, Lübnan ve Mısır’a bağlı. Evet, bu ülkeleri İsrail’in ürettiği uzmanlıkla bir araya getirmek çok zor. Kıyıları korumaktan sınırda­ki hayvanlara, biyoçeşitlilikten çöl coğrafyalarında su kullanımına ka­dar pek çok konuda araştırma kay­nağına sahip bir ülke İsrail. Diğer ülkelerde böyle bir durum yok. Ve İsrail, komşuları karşısında şizofre­nik bir durumda yaşamak zorunda. Ama çevre konferanslarına veya su etkinliklerine bakarsanız, İsrail’in buralara çağrılmasının genelde bir tercih sonucu olmadığını görebilir­siniz. Arap dünyasındaki eski nesil­ler önyargılara sahip ama daha genç nesiller çok umursuyor gibi gözük­müyor. Ben onların tarafındayım. Çünkü önyargıları devam ettirmek tehlikeli olabilir.

Ulusal Bilimler Akademisi Tuta­nakları (PNAS) dergisinde yakın­larda yayınlanan bir araştırma, 2006-2010 arasında Suriye’de yaşanan kıtlığın isyana önemli bir etkisi olduğunu vurguluyor. Buna katılır mısınız?
Evet. Halklar ihtiyaçları karşılan­madığı zaman isyan edip ayaklanır. Suriye’deki insanlar da fakir ve zor bir hayat sürüyor. Kıtlık sorunu­nu Green Prophet’ta uzun süredir takip ediyorduk. Ben 15 yıl önce Suriye’deyken, daha o zamanlar in­sanlar yeni bir model arıyordu. Ama maalesef ödenecek bedel hayatınız olunca bir tiranlığa karşı savaşmak çok zor. Suriye’deki siyasi durum konusunda açıklama yapamam çün­kü çok karmaşık bir durum.

Şehir tarımına odaklanan Flux adında bir şirket kurdunuz. Bunu neden önemli görüyorsunuz?
Bir aktivist olduğumu söylemiş­tim. Hayatım çözülmesi gereken sorunlar arasında geçiyor. 2007’de Green Prophet’i kurduğumda so­run, Ortadoğu’da barışı sağlamaktı. Bir bakıma Flux, doğal sürecin bir sonucu. Toprağın zayıf olduğu ve suyun az olduğu yerlerde gıda üret­meye yardım eden, bir crowdsource (kitle kaynak) aracı. “Hidroponik” denen yeni bir gıda üretim modeli­ne dayanıyor. Model, gıda üretmek için aşırı verimli bir yöntem olsa da, bunu düzgün kullanabilmek için su kimyasını bilmeniz gerekiyor. Flux, bütün bilinmeyenleri ortadan kaldı­rıp eğlenceli hale getiriyor.
Hayatta kalmak için hepimizin gı­daya ihtiyacı var. Biz şehirdekiler, yaşamak için organik gıdaya ihti­yacımız olduğunu bile söylüyoruz. İstanbul’un merkezinden Çin’in kır­sal bölgelerindeki insanlara kadar, gıda üretimi maliyetini kolaylaştır­mayı umuyorum.

Hidroponik Şehir Tarımı için: Flux
Karin Kloosterman’ın Green Prophet’ın yanı sıra tarım üretimine yönelik de bir girişimi var. Flux adındaki cihaz, hidroponik sistemle (toprağa gerek duymaksızın suyun içindeki mineral besin çözümlerini kullanmak) bitki yetiştirmeyi kolaylaştırıyor. Şu an geliştirilmekte olan sistem şöyle işliyor: Cihazı su rezervuarının içine yerleştiriyorsunuz. Ve bundan sonra hidroponik üretimde sürekli kontrol edilmesi gereken suyun çözümlenmesine, anlık durumlara dair her türlü veri, cihaz üzerinden bilgisayarınıza iletiliyor. Buradan da yazılım ve donanım mühendisleri, tarım, hidroponik sistem uzmanlarından oluşan Flux ekibine gönderiliyor. Bu sayede normalde hayli karmaşık olan sistem, Flux ekibinden gelen sürekli destekle özel bir uzmanlık gerekmeksizin uygun toprak bulmanın özellikle zor olduğu alanlarda, şehirlerde rahatlıkla uygulanabiliyor.

EkoIQ Editör