Dünya ekonomisinin kaderi bankalar, toplantı odaları veya borsalarda değil; ayaklarımız altındaki zeminde belirleniyor. Günümüzde artık toprak sağlığına yatırım yapmak yalnızca ekolojik olarak değil, ekonomik olarak da bir ihtiyaç.
YAZI: Praveena Srıdhar
Çeviri: Eren Baltaş
Toprak, gezegenin yaşam destek ünitesidir. Toprakta atmosfere kıyasla yaklaşık üç kat, tüm yaşayan bitki ve hayvanlardakine göre ise dört kat daha fazla karbon bulunur. Sağlıklı toprak olmadan yiyecek güvenliği diye bir şey yok: Topluluklarımızın tükettiği yiyecek, toprakta oluşan organik maddeye dayanır.
Benzer biçimde, sağlıklı toprak ile sağlıklı su da yüksek oranda bağlantılı. Su topraktaki organik maddeyi filtreleyerek ilerler ve yerüstü suyuna katar. Bu sulardan dünyada 2 milyar insan esas temiz su kaynağı olarak faydalanıyor.
Günümüzde, BM dünyanın topraklarının yaklaşık %40’ının hasar görmüş olduğunu düşünüyor. Bu durum şimdiden ekin sağlığını ve geçim kaynaklarını tehdit ediyor; ormancılar, çiftçiler ve yerel topluluklarını etkileyecek su kirliliğine ve ekosistem hasarlarına yol açıyor.
Bunun iş dünyası açısından da korkunç sonuçları var. Toprak ve arazinin zarar görmesi hammadde fiyatlarının oynamasına, firmaların uzun vadede oluşan zararı ya sırtlanmasına ya da alıcıya yansıtmasına yol açıyor. Toprak sağlığının zedelenmesi en temel gıda ürünlerinin üretiminde bile kesintilere sebep oluyor. Ukrayna’nın azalan tahıl ve buğday ihracatının küresel gıda sirkülasyonunda nasıl bir hasar yaratabileceğine çoktan tanık olduk. Toprağın zedelenmesinin devam etmesi durumunda, böyle değişimlerin giderek artması işten bile değil.
Ancak yine de kaderciliğe teslim olmamalıyız. İklim değişikliği ve toprak zedelenmesinden hem genel küresel ekonomiyi hem de yerel küçük çiftçileri korumak için hâlâ elimizde büyük bir şans olduğunu anlamalıyız. Bu, basit ancak etkili toprak idare mekanizmalarının çiftçilerin çalışma sistemlerine adaptasyonu ile mümkün. Bu pratikleri uygulamaya koyarak topraktaki organik maddeyi artırabilir, genel toprak sağlığına katkıda bulunabiliriz. Sağlıklı toprak, tarımı verimli, kârlı ve iklim kökenli hasarlara karşı daha dirençli hale getirir.
Bonn Üniversitesi Üretim Ekonomileri Grubu başkanı Dr. Alisher Mirzabaev’in son Toprağı Kurtar Hareketi (Save Soil) uzmanlar toplantısında belirttiğine göre, “Toprak sağlığı oldukça kazançlı bir yatırım. Toprağını kendini onarmasına yönelik harcanan her euro 30 yıllık bir süreç içinde 2-9 euro olarak geri dönebilir.”
Toprak konusundaki eğitimlere, toprak yönetimine, araştırmalara ve teknolojilere daha fazla yatırım yapıp paramızı toprağın organik maddesini ve dolayısıyla sağlığını geliştirecek yollara harcarsak; yalnızca ekonomilerimizin dayanağı olan doğal kaynakları korumakla kalmaz, ekin verimini de artırarak ekonomik bir kalkınmayı tetikleyebiliriz.
İşte bu konuda bir örnek.
1998 yılında BM uzmanlarından oluşan bir ekip, 2025’e kadar bir zamanlar bereketli Cauvery nehir yatağının geçtiği Hindistan’daki Tamil Nadu’nun, yanlış tarım teknikleri nedeniyle yaklaşık %60’ının kuruyarak çöle dönüşeceğini ön gördü.
Hindistan’ın en büyük halk hareketlerinden birisi olan, 161 milyon insanın desteklediği Nehirler İçin Eylem, çiftçileri tekli hasattan ağaç bazlı tarıma geçmeye teşvik etti. Bu geçişin bir sonucu olarak çiftçilerin gelirinde %300 ila %800 arasında bir artış yaşandı ve bölgedeki topluluğunun tamamının refah düzeyi ciddi anlamda yükseldi.
Proje, 60 milyondan fazla ağacın dikilmesiyle sonuçlandı. Bunun boyutun anlatmak gerekirse, ABD Orman Tarımı Bakanlığı’na göre bir ağaç 50 yıllık bir süreç içinde toplamda 162 bin dolar kazanç sağlıyor.
Benzer biçimde, Hindistan’ın Mahindra bölgesinde küresel olarak fonlanan güncel bir toprak ve su koruma projesinde, önceden atıl durumdaki neredeyse 10 bin hektarlık bir arazide “Sırt ve Vadi” yaklaşımı uygulandı. Bunun sonucunda 4071 çiftçi ortalama yerüstü suyu seviyelerindeki 2 metrelik bir artıştan faydalandı, ortalama hane başına gelir ise iki katına çıktı.
Tabii ki böyle yatırımlar aynı zamanda sektörü de koruyor. Pek çok modern iş yerinin gerçeği olarak toprak, tedarik zincirinin temelini oluşturuyor. Gıda, lif, yakıt ve tekstil ürünleri satan iş yerlerinin tamamı hammadde için sağlıklı toprağa ihtiyaç duyuyor.
Özellikle tropikal iklim bölgelerindeki temiz su kaynakları büyük ölçüde yağmur suyunu arıtan sağlıklı toprağa ve göllere, akarsulara, buralardan gelen suyu ulaştıran kuyu ve borulara dayanıyor.
Bu yüzden, uyguladığımız politikalarda, sağlıklı toprağın özündeki organik maddenin minimum %3-6’sının korunmasını hedef haline getirmeliyiz. DSÖ, BM Sürdürülebilirlik Ofisi ve DDKB tarafından desteklenen Toprağı Kurtar Hareketi, bunu gerçekleştirmek için üç aşamalı bir strateji öneriyor.
İlk olarak, çiftçileri geleneksel yöntemlerden uzaklaşmaya, sağlıklı ve sürdürülebilir tarım metotlarını benimsemeye ekonomik olarak teşvik etmeliyiz. İkinci adımda, özel sektör hükümetlerle işbirliği yaparak çiftçilerin karbon kredi pazarlarına kolayca ulaşabilecekleri bir mekanizmanın kurulmasını sağlamalı. Son olarak ise gıda üretilen topraktaki organik maddeye yönelik bir etiketleme sistemi kurmalıyız. Bu, sağlıklı toprak konusundaki tüketici farkındalığını artırır, daha çevreci tercihlerin yapılmasına katkıda bulunur. Tüm bu girişimler, bu hayati doğal kaynağın korunması için özel sektörün kamu sektörüyle birlikte çalışmasına dayanıyor.
Temel olarak yapmamız gereken şey, gerçek kazancın yalnızca dünyanın doğal kaynaklarını koruyarak elde edilebileceğini anlamak. Topraklarımız bizi binlerce yıldır koruyorlar. Artık iyiliklerini geri ödemeliyiz.
Yazının aslına buradan ulaşabilirsiniz.