Borusan EnBW, işletmedeki RES’ler arasında 318,5 MW’lık üretim kapasitesiyle üçüncü sırada. Firmanın saha bilgisine sahip en önemli isimlerinden Borusan Enerji Kıdemli Proje Yönetici Evren Aktaş, özel sektör ve kamuya önemli önerilerde bulunuyor.
Kurulum kararı ve gerekli izinler alındıktan sonraki süreç nasıl işliyor?
Rüzgar projelerimizde izin süreçleriyle eşzamanlı olarak bölgenin sosyo-ekonomik yapısını anlamak için bir ön araştırma yapıyoruz. Bu çalışmanın sonuçlarını, gerekli yerel ekonomik kalkınma projelerini belirleyebilmek, varsa çevresel ve sosyal etkimizi asgariye indirecek sosyal projelerin detaylandırılması amacıyla kullanıyor, yatırımımızı buna uygun olarak gerçekleştiriyoruz.
Ayrıca, henüz izin süreçleri devam ederken ve şirketin projeye yatırım kararı kesinleşmeden önce bölge halkının yatırıma ilişkin bilgilendirilmesini sağlamak, rüzgar yatırımlarımızın ülkemizin ve dünyanın sürdürülebilirliğine katkısını göstermek ve onların görüşlerini dinlemek amacıyla bilgilendirme toplantıları düzenliyoruz. Yasal zorunlulukların ötesinde bu çalışmaların tümü uluslararası Çevresel ve Sosyal Etki Değerlendirme kriterleri doğrultusunda yapılıyor. Bu toplantıları takiben detaylı sosyal anketler ve odak grup çalışmaları yürütülüyor.
Bunlara paralel olarak proje yönetim ekibimizin üyeleri yerel halk ve yerel idarelerle doğrudan diyaloğa geçiyor, projeyi detayları ile anlatıyor ve yorumlarını alıyor. Bu iletişimi projenin en erken aşamalarından itibaren canlı tutmak, süreç boyunca karşılıklı yapıcı yaklaşımların gelişmesine olanak sağlıyor.
Bu süreçte idari makamlar, özel sektör ve yerel halk arasında yeterince iletişim kurulabiliyor mu, bu iletişimi güçlendirmek için ne gibi adımlar atılabilir?
Projelerin yapım sürecinde takip edilen İmar Planı Süreci’nde projeler yerel idareler ve halkın temsilcisi olan İl Genel Meclisleri veya Belediye Meclisleri ile görüşülüyor ve karara bağlanıyor. Yerel meclisler iletişimi güçlendirmek için sağlıklı bir ortam sağlıyor. Bizler de projelerimizi yerel meclislere anlatıyoruz.
Enerji yatırımları süresince tüm paydaşların bir araya geldiği doğrudan tek platform, halkı bilgilendirme toplantıları oluyor. Bu toplantıların gerçekten katılımcı kültürün ortaya çıktığı platformlar olması gerekiyor. Bu bakımdan rüzgar enerjisi anlamında Türkiye ile kıyaslanabilir potansiyele sahip ve hızla büyümüş Danimarka, Portekiz ve İspanya piyasalarında öğrenilmiş dersler incelenmeli, yerele uyarlanarak çözümler geliştirilmeli.
Son yıllarda RES’lerin artışıyla birlikte yerel muhalefette de ciddi bir artış görüyoruz. Özellikle RES’lerin yaşam alanlarına yakınlığı şikayet konusu. Bir yanda değerlendirilmesi gereken rüzgar potansiyeli, diğer yanda bölgede yaşayanların olası rahatsızlıkları var. Türbinin dikildiği tarım alanları, meralara etkileri, yol için ormanlarda kesilen ağaçlar şikayete konu oluyor. Bu sorunlar nasıl çözülebilir, çözülmekte?
Yapılan her türlü yatırımın çevreye bir etkisi olduğunu hepimiz biliyoruz. Özellikle yerleşim yerlerine yakın olan rüzgar enerji projeleri için farklı düzenlemelerin gerektiğini biz de yatırımcı olarak gözlemliyoruz. Türbinlerin yerleşim yerlerine olan mesafesi her ne kadar yasal olarak düzenlenmiş olsa da yerel halkın hassasiyeti de gözetilerek bu uzaklığın gözden geçirilmesinin faydalı olabileceğini düşünüyoruz.
Bunun yanında projelerin bölgeye toplam etkilerinin değerlendirilmesi gerekiyor. Yoksa yatırım alanlarında olan yığılmalar maalesef bölge halkının kendini giderek bir kıskacın içinde hissetmesine neden oluyor. Bu nedenle, yoğun rüzgar çiftliklerinin olması planlanan bölgelerde kümülatif etki değerlendirmesinin kamu uhdesinde yapılması ve yatırımların buna göre planlaması gerekliliği ortaya çıkıyor.
Yurtdışında da pek çok örneği olduğu gibi tarım alanlarına, meralara ve orman arazilerine rüzgar santralı kurmak belirli koşulları sağlamak kaydıyla mümkün. Planlama aşamasında türbin yerlerinin belirlenmesinden başlayarak, yolların, platformların ve nakliyenin çevresel etkiyi en aza indirecek şekilde ve etkileneceklerle diyalog halinde planlanması gerekiyor. Projelerde yapılacak tüm optimizasyon çalışmaları minimum alan kullanımı, kullanılan alanların eski vasfına yeniden dönüşümünün sağlanması üzerine kurulu olmalı. İnşaatın planlanmasında çevreye olan etkinin göz önünde bulundurulması, bu sebeple örnek olarak bir tarlada yapılacak çalışmanın ürün hasadı yapıldıktan sonraya planlanması önemli.
İnşaat sırasında mümkün olan tüm çevresel önlemler alınmalı. Projenin olduğu yerdeki çevre halktan mutlaka talep veya şikayetler geliyor. Bunların her biri küçük veya büyük demeden dikkate alınmalı, çözüme kavuşturulmalı. Bu konuda biz şirketimizde bir Proje İzleme ve Sosyal Takip (Grievance) Mekanizması işletiyoruz. Yerel halktan gelen her türlü talep ve şikayet kayda giriyor ve karşılıklı çözüme kavuşturuluyor. Bu yaklaşım halkın da sesinin duyulduğunu bilmesini sağlıyor.
Orman alanlarında mümkün olduğunca mevcut orman yolları veya yangın şeritleri kullanılıyor. Bu yol ve şeritler türbinlerin de kurulması muhtemel tepeleri takip ettiği için kullanışlı oluyor, çevresel etkimizi azaltıyor.
Şirketlerin RES projelerinin sürdürülebilirliği nasıl sağlanabilir?
Rüzgar enerji santralları, dünyanın sürdürülebilirliğine ciddi katkı sağlıyorken, bu yatırımların da sekteye uğramaması gerekiyor. Bu nedenle RES’lerin de yatırım ve işletme süreçlerinin kendi içinde sürdürülebilirliğinin sağlanması için kamuya ve yatırımcılara büyük görevler düşüyor.
Yatırımların kümülatif etkilerinin gözetilerek planlanması ve yerel halka olan etkilerinin asgariye indirilmesine yönelik yasal standartlar belirlenmesi ve kamu tarafından düzenlenmesi ele alınması gereken başlıca konular.
Yatırımcı tarafında da belirli tedbirler alınmalı. Türbin koordinatları belirlenirken salt rüzgar potansiyeli değil, yerleşim yerlerine uzaklık da önemli bir kriter olmalı. Türbin parçalarının taşınacağı yolların mümkün olduğu kadar mevcut yollar kullanılarak planlanması, nakliyede çevreye etkiyi en aza indirecek şekilde, türbin kanatlarını belli bir açıyla yukarı kaldırarak taşıyan ve kanadın arazideki izdüşümünü azaltan “blade lifter” gibi yeni, çevreci taşıma metotlarının kullanılması, türbinlerin kurulacağı alanın asgariye indirilmesine yönelik türbin parçası depolama alanlarının ortak kullanımının sağlanması ve kullanılmışsa inşaat aşamasından sonra bu alanların tarım, hayvancılık gibi faaliyetler için yeniden düzenlenmesi, türbin kontrol binalarının da sürdürülebilir tesisler olarak planlanması gibi önlemlerin yatırım planlamasında düşünülmesi gerekiyor.
Tesislerin devreye alındıktan sonra da belirli uluslararası standartlar doğrultusunda çevreye uyum içinde işletilmesi ve bölge halkıyla komşuluk ilişkileri kurulması son derece önemli. Bu anlamda özellikle bölgesel kalkınmaya etkisi olan ve ortak kullanıma yönelik sosyal projeler geliştirilmeli.
Rüzgar potansiyelinin değerlendirilmesi için -teknoloji, insan gücü, mevzuat vs. gibi işin her yönünü katarak düşündüğümüzde- mevcut sorunlara ne gibi çözümler üretilebilir?
Türkiye’nin yerel ve yenilenebilir bir enerji kaynağı olarak rüzgardan azami ölçüde faydalanması hem ülke ekonomisi hem de sürdürülebilirlik açısından elzem. Düşünün Danimarka’da 2013’te bir gün boyunca ülkenin tüm elektrik ihtiyacından fazlası rüzgar santrallarından elde ediliyor. Türkiye’nin de bu seviyede rüzgar üretim değerlerine ulaştığı günleri görmeyi hayal ediyoruz.
Bu potansiyelin doğru kullanılması için öncelikle yatırımları da caydırmayacak bir ortamın oluşması gerekiyor. Yatırımcı olarak farklı mevzuata tabi birçok idareden görüşler alıyoruz. Bu süreçler oldukça uzun sürebiliyor. Bu durumun çözülmesi gerekiyor.
Teknolojik açıdan bakıldığında türbinlerin gittikçe büyüdüğünü görüyoruz. Bu büyük boyutlar nakliye açısından problemler çıkarmaya başlıyor. Blade lifter gibi ekipmanların yaygınlaşması, iki parçalı kanat imalatının yapılabilir olması gibi gelişmeler büyüyen türbinlerin nakliyeleriyle ilgili çözümler oluşturabilir.
Şebeke operatörünün rüzgar santrallarının artan kapasitelerle şebekeye bağlanabileceği altyapıyı, yenilenebilir enerjinin sürdürülebilirliğe katkısını dikkate alarak arz talep dengesinden bağımsız olarak geliştiriyor olması önemli bir katkı sağlayacaktır.
Yeni bir sektör olması nedeniyle kalifiye işgücü piyasası da oturmuş değil. Eğitim politikalarının bu ihtiyacı karşılayacak şekilde yeniden düzenlenmesi ve gerekli kalifikasyonlar ve sertifikaları olan teknik personel anlamında gereken açığın kapatılması gerekiyor.