Uluslararası iklim müzakerelerini Türkiye’de en iyi takip eden akademisyenlerden biri olan Semra Cerit Mazlum, geçtiğimiz ay gerçekleştirilen Lima Zirvesi’ni EKOIQ için değerlendirdi. “Başarının müzakereleri çökmekten kurtarmakla ölçüldüğü konferanslar kervanının son halkası olan Lima, yeni anlaşmaya ilişkin en kritik kararları Paris’e erteleyerek, üzerine düşeni kısmen yerine getirmiş oldu” yorumunu yapan Mazlum’un yazısı, bardağın boş ve dolu taraflarını olanca açıklığıyla ortaya koyuyor. Tek unutulmaması gereken, bardağın boş tarafının aslında gezegenin yıkımı anlamına gelebileceği…
Dolu taraf ise yıkılmayan umudumuzdan başka bir şey değil…
Küresel iklim rejiminin 2020 sonrasını şekillendirecek uzun yolculuğunun bu seneki durağı Peru’nun başkenti Lima’ydı. Taraf ülkeler Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin 20. (COP20), Kyoto Protokolü’nün 10. Konferansı (CMP10) için And Dağları’nın kuzey ucunda buluştu. Buluşma yeri olarak iklim rejimi içinde Kuzey ile Güney arasında köprü olma iddiasındaki yeni müzakere grubu AILAC üyesi Peru’nun seçilmesi başlı başına bir mesaj içeriyordu. Konferans başkanı Peru Çevre Bakanı Pulgar-Vidal’ın Konferans boyunca ısrarla yinelediği “Lima ruhu” bir anlamda AILAC’ın ılımlı aracılık pozisyonuna göndermede bulunuyordu. Lima Konferansı Peru’nun kıymetli Nazca Çizgileri kadar gizemli olmasa da Paris Konferansı’na çözülecek yeni bulmacalar bırakarak sonuçlandı.
Lima’nın Kopenhag sonrasındaki en “kolay” konferans olması bekleniyordu. Bunun bir nedeni, Konferansın önceden belirlenmiş gündemiydi. Lima’dan beklenen en önemli sonuç, 2013 Varşova Konferansı’nın Durban Platformu (ADP) için tanımladığı iki görevi tamamlamasıydı. Bunlardan ilki, ülkelerin 2015 yılında bildirecekleri katkıların (Ulusal Olarak Belirlenmiş Katkı Niyetleri-INDC) dayanağını oluşturacak bilgilerin belirlenmesiydi. Erişilmesi görece daha güç ikinci amaç ise 2015 Paris Anlaşması’na temel oluşturacak taslak müzakere metninin hazırlanmasıydı. Konferansı ve müzakereleri kolaylaştıracağı umulan diğer etkense 2014’ün son aylarında yaşanan olumlu gelişmelerle arkasına aldığı rüzgardı. BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’un Eylül 2014’te düzenlediği Liderler Zirvesi ile New York’ta yüzbinlerce kişinin katıldığı Halkların İklim Yürüyüşü’nün Lima’dan Paris’e uzanan yolda müzakerelere ivme kazandırdığı düşünülüyordu. 2020 öncesi ve sonrasına ilişkin müzakerelerde samimiyet testi haline gelen Yeşil İklim Fonu’na kaynak sağlanması yönünde kaydedilen ilerleme de basıncı düşürmeye yardımcı olmuştu. Fakat Lima’nın Paris yolunu kısaltması beklentisini güçlendiren asıl gelişme kuşkusuz, küresel iklim politikasında dönüm noktası olarak kabul edilen Amerika ile Çin arasında varılan ikili anlaşmaydı. En yüksek salıma sahip iki ülkenin Kasım’da APEC Zirvesi sırasında yaptıkları ortak açıklamayla duyurdukları 2020 sonrası iklim hedefleri, özel temsilci Todd Stern’in deyişiyle Lima müzakere gündemindeki olası anlaşmazlıkların aşılması için “kullanışlı” bir araç sunuyordu. İkili anlaşmayla Amerika, salımlarını 2025’te 2005’e göre % 26-28 oranında azaltma, Çin ise karbondioksit salımlarının 2030’larda zirveye ulaşması sözünü veriyordu. Her iki tarafın da en fazla çabayı göstererek daha erken ve daha yüksek hedeflerine ulaşacaklarını vaat ettikleri açıklamayla duyurdukları hedefler sorumluluklarının altında kalsa da, en azından müzakereler açısından olumlu bir rüzgar estirdi.
Ne var ki, Konferansın ilk günlerinin heyecanının yatışmasıyla Paris’e çıkan yolun sanıldığı kadar engebesiz olmadığı anlaşıldı. Lima Konferansı da artık gelenek olduğu üzere normal süresini 30 saatten fazla aşarak tamamlanabildi. İkinci haftaya keskin görüş ayrılıklarıyla giren Konferans, uzatma süresinde kopma noktasına geldi. ADP kararının tamamlaması görevini Konferans Başkanının devralmasıyla ancak aşılabilen kriz, yalnızca Lima’nın sonuçsuz kalması anlamına gelmiyordu. Konferansın karar almadan dağılması halinde ADP takvimine uygun biçimde Paris’te bir anlaşmaya varılabilmesi ihtimali ortadan kalkabileceği gibi, daha sistemik bir sorun olan Sözleşme’nin iklim değişikliğine karşı işbirliği için uygun bir zemin olup olmadığı tartışması da yeniden alevlenecekti. Konferans Başkanı Pulgar-Vidal’ın taraflarla yaptığı ikili görüşmelerin ardından üstünde uzlaşılan karar metni Lima’yı ve Paris yolunu kurtarmış olsa da, iklimi korumaya yetmeyeceği ortadadır. Salım uçurumunu küçültmeyeceği herkesçe teslim edilen, IPCC 5. Değerlendirme Raporu’na hiçbir göndermenin bulunmadığı Lima kararının siyasal sonucuysa, Kopenhag’da Sözleşme sistemine atılan çentiği derinleştirmesi oldu. Başka bir deyişle, bir kez daha taraflar arasındaki yükümlülük türleri duvarını yıkma çabasının gezegenin sınırlarını aşma pahasına devam ettiği bir konferansa tanıklık ettik.
Yeni anlaşmanın önündeki zorlu engellerin aşılması görevini Paris Konferansı’na devreden Lima Konferansı’nın sonuçları, asıl çıktısı olan İklim Eylemi İçin Lima Çağrısı ekseninde aşağıda özetlenmiştir.
Lima Çağrısı: Çizgilere Dikkat!
“Hangi duvar yıkılmaz sorular doğruysa” A. Telli
Nazca Çizgileri’ne referanslarla açılan Konferansın gündemine de çizgilerin damgasını vurduğu söylenebilir. Başta ev sahibi Peru olmak üzere tarafların önceliği her iki anlamda da çizgilerinin korunmasıydı. Peru, Greenpeace’in özensiz eylemiyle hasar gören Nazca Çizgileri’ni Konferans boyunca gündemde tuttu. Fakat Lima’daki asıl çekişme daha yakın tarihte çekilmiş çizgilerin kaderi hakkındaydı. Başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkeler Lima’ya Sözleşme ile çizilen ayrımları kaldırmaya, gelişmekte olan ülkeler ise “kırmızı çizgileri” ilan ettikleri Sözleşme ile kurulan yükümlülük farklılaştırmasını korumaya gelmişlerdi. Lima Çağrısı bu çizgileri silmedi ama taraflara yeniden çizme yetkisi verdi.
Konferansın resmi süresini aşarak 14 Aralık sabah saatlerinde kabul edilen Lima Çağrısı başlıklı karar, Durban Platformu’nun ikili iş planına uygun olarak hem 2015 anlaşmasına hem de 2020 öncesi eylemlerde kararlılığının artırılmasına ilişkin sonuçlar içeriyor. Kararın 2015 anlaşmasıyla ilgili ilk bölümünün değerlendirmesini aşağıda görebilirsiniz. Tarafların, özellikle de gelişmiş ülkelerin, tüm dikkatlerini 2015 anlaşması ve 2020 sonrası önlemlere çevirmiş olması nedeniyle, politika belirlemekten ziyade, deneyim paylaşımını amaçlayan atölye çalışmasına dönüşen 2020 öncesine ilişkin ikinci müzakere hattının sonuçları ise bu yazının dışında bırakılmıştır.
Durban Platformu, Lima’da kendisinden beklenen ilk görevi tamamlayarak katkı bildirimlerine eklenecek bilgileri belirlemiş, ancak yeni anlaşma taslağını olgunlaştıramamıştır. Konferans öncesinde ADP eşbaşkanlarınca hazırlanan metne tarafların görüşleri eklenerek genişletilen taslak üzerinde uzlaşma sağlanamadığından, bu metin bir dipnot eşliğinde Lima Çağrısı’nın ekine yerleştirildi. Lima’da taslak müzakere metninin bileşenlerinin geliştirilmesinde gösterilen ilerlemeyi tanıyan karar, ekin üzerinde çalışılmaya devam edilen bir belge olduğu; içerdiği seçeneklerin görüş birliği anlamına gelmediği, 2015’te getirilecek yeni önerilere kapatılmadığı notunu taşıyor.
İklim Politikasının Bileşenleri
ADP’nin Lima oturumundaki uyuşmazlık alanlarının başında 2015 iklim anlaşmasının eylem bileşenleri geliyordu. Gelişmiş ülkeler anlaşmayı salım azaltımı (mitigasyon) odaklı tutmaya çalışırken, gelişmekte olan ülkeler iklim politikasının tüm boyutlarını içermesi konusunda ısrarlıydı. LMDC Grubu (Ortak Görüşteki Gelişmekte Olan Ülkeler Grubu) anlaşmanın salım azaltım hedefleri yanında uyum (adaptasyon), finansman, teknoloji, kapasite geliştirme ile kayıp ve zarar konularını kapsaması koşulunu kırmızı çizgisi ilan etmişti. Aynı şekilde, ulusal katkı bildirimlerinin azaltım dışındaki hedefleri ama özellikle de uyum eylemlerini içermesi bütün gelişmekte olan ülkelerin talebiydi. Müzakereleri kopma noktasına getiren bileşenler arasında denge sağlanması krizi Konferans başkanınca son saatlerde doğrudan yürütülen birebir görüşmelerle aşılabildi. Lima Çağrısı gelişmekte olan ülkelerin taleplerini bir ölçüde karşılayarak, yeni anlaşmanın azaltım, uyum, finansman, teknoloji geliştirme ve transferi, kapasite geliştirme ile eylem ve desteğin şeffaflığı bileşenlerini dengeli biçimde ele alacağını belirtiyor. Ancak, karar katkı bildirimlerinin kapsamını, gelişmekte olan ülkelerin uyum ve finansman hedeflerinin de dahil edilmesi ısrarına karşın, azaltımla sınırlı tutmuştur. Karar, tüm tarafları uyum planlaması alanındaki çalışmalarını bildirmeye ya da ulusal katkı bildirimlerine uyum bileşenini dahil etmeyi değerlendirmeye davet etse de, katkıların uyum hedefi içermesi zorunlu değildir. Bununla birlikte, kararın başlangıç kısmında yeni anlaşmayla uyum eylemini güçlendirme kararlılığı teyit edildi. Finansmanı 2015 anlaşmasının bileşenleri arasında saymakla birlikte, ulusal katkı bildirimlerinin dışında tutan Lima Çağrısı’nın bu alandaki tek yeniliği, finansman desteği sağlayacakların kapsamını genişletmesi oldu. Karar gelişmiş ülkeleri gelişmekte olanların, özellikle de en kırılgan ülkelerin azaltım ve uyum eylemlerine mali destek sağlamaya ve harekete geçirmeye çağırırken, diğer tarafların tamamlayıcı desteklerini tanımaktadır. Kararın Konferans süresince değiştirilen önceki taslaklarında “yapabilecek durumda olan/dileyen taraflar” gibi ifadelerle yer bulmuşken nihai halinde tanımakla yetindiği bu tamamlayıcı destek aslında EK-II ülkelerinin finansman yükümlülüğünü diğer ülkelere doğru yayma arayışının ürünüdür. Özellikle LMDC Grubu’nun hem finansman sorumluluğunun yaygınlaştırılmasına hem de kullanılan ifadelere dönük itirazları sonucu formülasyon değişmiş olsa da, bu konu önümüzdeki yıllarda da gündemde kalmaya devam edecektir.
Karardaki hükmün EK-I dışı ülkelerce Yeşil İklim Fonu’na yapılan sembolik katkıları takdir etmekten öte sonuçları olabilir. Paris yolunda müzakerelerin önündeki en önemli sınav ise, Yeşil İklim Fonu’nun 2015 anlaşmasıyla nasıl ilişkilendirileceğidir. Gelişmekte olan ülkeler Fon’un yeni anlaşma içinde yer almasını isterken, diğerleri anlaşmada Fon’a doğrudan yer verilmesine karşı çıkıyorlar. Çeşitli müzakere gruplarının sunduğu önerilere karşın, karar ekindeki taslak metin Fon’un anlaşmayla bağlantısı hakkında belirgin bir seçenek içermiyor. 2015 ortalarında kaynak kullandırmaya başlayacak olan Fon’la ilgili sorunlardan biri de hangi tür projelere mali destek sağlanacağına ilişkin belirgin ölçütler geliştirilmemiş olması. Yeşil İklim Fonu’nun dönüştürücülük amacıyla çelişir biçimde, fosil yakıt projelerine kaynak kullandırılması tehlikesi de bulunuyor.
Tarafların 2015’te açıklığa kavuşturması gereken diğer önemli konu da kayıp ve zarar mekanizmasının yeridir. Kayıp ve zararı yeni anlaşmanın bileşenleri arasında saymayan Lima Çağrısı, Varşova Uluslararası Kayıp Zarar Mekanizması’nı kuran kararı hatırlatmak ve Lima’da Mekanizma’nın uygulanmasında gösterilen ilerlemeyi kutlamakla yetinmiş oldu. En Az Gelişmiş Ülkeler, Lima Çağrısı’ndaki formülasyonu kayıp ve zararın 2015 anlaşmasında yer alacağı şeklinde yorumladıklarını Konferans raporuna not ettirmiş olsalar da, konunun, kararın operasyonel bölümünde yer almaması bu olasılığı zayıflatıyor. Kayıp ve zarar, karar ekindeki anlaşma bileşenlerine ilişkin taslak metinde de uyumla birlikte anılıyor.
Farklılaştırma Nasıl Olacak?
Paris öncesi son durak olan Lima’nın yanıt üretebileceği beklenen diğer soru da taraflar arasında Sözleşme ekleriyle oluşturulan yükümlülük türlerine dayalı ayrımın devam edip etmeyeceğiydi. Başka bir deyişle, Durban kararındaki yeni “anlaşmanın tüm taraflar için geçerli olacağı” hükmünün uygulamada eklerin ortadan kaldırılmasıyla sonuçlanıp sonuçlanmayacağı merak konusuydu. Müzakere grupları bilinen ve Konferans öncesi sundukları görüşlerde yineledikleri pozisyonlarını Lima’da da sürdürdüler. Lima’da gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki asıl mücadelenin eklerle çizilen çizginin kaderi etrafında yaşandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu mücadelenin iki tarafında ise Şemsiye Grubu ile LMDC Grubu bulunuyor. Yeni anlaşmayı kendi iç politikasında kabul ettirebilme kaygısındaki Amerika öncülüğündeki Şemsiye Grubu eklerle örülen duvarı ülkelerin güncel ekonomik durumlarıyla örtüşmediği gerekçesiyle kaldırmaya çalışırken, LMDC EK-I ülkelerinin salımlardaki tarihi sorumluluğuna dayanarak duvarın arkasında duruyor. Ne var ki, LMDC Grubu bu mücadelede giderek yalnızlaşıyor. Başta Küçük Ada Devletleri (AOSIS) ile En Az Gelişmiş Ülkeler (LDCs) açısından yeni anlaşmanın önceliği farklılaştırmadan ziyade mümkün olduğunca hızlı ve yüksek salım azaltımını sağlayabilmesidir. BASIC Grubu üyesi Brezilya ve Güney Afrika da eklerin geleceği konusunda LMDC ile aynı pozisyonda olmaktan kaçınıyor. Örneğin, “tarihsel sorumluluklar” kavramını rejim terminolojisine kazandıran Brezilya gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin bu konudaki katı pozisyonlarının yarattığı çıkmazı aşmaya dönük yeni bir model önerisinde bulundu. Brezilya’nın “eşmerkezli farklılaştırma” (Concentric differentiation) önerisi hem gelişmekte olan ülkelerin kalkınma hakkı ve çevresel alan taleplerini gözeten hem de tüm tarafların sorumluluk ve güçleri oranında salım azaltım yükümlülüklerine dahil olmalarını sağlayacak yeni bir farklılaştırma modeli getiriyor. Avrupa Birliği’nden de destek gören bu önerinin önümüzdeki aylarda ekler eksenli tartışmada daha fazla ilgi görmesi muhtemeldir.
Yeni anlaşmanın yükümlülükler açısından Sözleşme’deki ayrımı olduğu gibi korumayacağı Lima Çağrısı’yla belirginleşmiş oldu. Kararın başlangıç kısmında ADP’nin Sözleşme altında ve Sözleşme ilkeleri rehberliğinde çalışacağı tekrar edilmişse de, konuyla ilgili asıl hüküm Amerika’nın tercihi doğrultusunda yazıldı. Buna göre, 2015 anlaşması ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreli yetenekler ilkesini, farklı ulusal koşullar ışığında yansıtacaktır. Lima Çağrısı Amerika-Çin ortak açıklamasından aynen aldığı bu ifadeyle, Sözleşme’nin temel ilkesinin yeni bir formülasyonunu sunmanın ötesine geçerek, eklerle kurulan ayrımı silikleştirme yönünde ciddi bir mesafe aldı. İlkenin yeniden yazılması, kuşkusuz yeni anlaşmada tüm tarafların aynı türde yükümlülükler üstlenmesi anlamına gelmeyecek. Ancak Sözleşme ekleriyle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasına çekilen kalın çizgi ortadan kalkıyor. Aslında bu yeni ifade, Amerika’nın başından bu yana savunduğu “kendi-kendine farklılaştırma”nın Sözleşme kavramları kullanılarak yazılmasından başka bir anlama gelmiyor. Ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ilkesinin “esnek ve dinamik” bir yorumuna dayanan bu formülasyon, tüm tarafların “kendi ulusal koşullarına” uygun olarak ilan ettikleri hedeflerin bir uluslararası anlaşma şemsiyesi altında toplanmasıyla sonuçlanacak. Böyle bir yapı içinde Sözleşme ekleri işlevini kendiliğinden yitirmiş oluyor.
Ulusal Katkı Niyetleri (INDCs)
Yazının başında belirtildiği gibi Lima’dan beklenen asıl çıktı, 2015 yılı içinde bildirilecek katkıların hazırlanmasında kullanılacak bilgilerin belirlenmesiydi. Lima kararı katkılara eklenecek bilgiler hakkında Konferans süresince müzakere edilen çeşitli taslaklardan daha zayıf bir düzenlemeyle sonuçlandı. Buna göre, her bir taraf Sözleşme’nin nihai amacına ulaşmaya dönük ulusal olarak belirlenmiş katkı niyetini bildirmeye davet edildi; her bir tarafın bildireceği katkının şu anda uygulamakta olduğu önlemlerin ilerisinde olacağı kararlaştırıldı. Bildirimlerle birlikte sunulacak bilgiler şunları içerebilir: Referans noktası (uygun olduğu ölçüde baz yılı dahil), uygulama zamanlaması ya da süresi, kapsam ve içerik, planlama süreçleri, seragazı salımları ile uygun olduğu ölçüde uzaklaştırmaya dair kestirim ve hesaplama yöntemleri ile varsayımlar, ilgili tarafın kendi katkısının ulusal koşulları ışığında ne kadar hakça ve iddialı olduğuna ilişkin görüşü ve Sözleşme’nin nihai amacına ulaşmaya ne ölçüde katkıda bulunduğu. Görüldüğü gibi, bu bilgilerin tümü zorunlu olarak istenmiyor, yalnızca bildirimlere eklenebilecek bilgiler sayılıyor. Neredeyse her ögenin başına eklenen “uygun olduğu ölçüde” koşuluyla, taraflara verecekleri bilginin türü ve derinliği hakkında geniş bir takdir yetkisi bırakılmış oluyor. Katkıların açıklığı, şeffaflığı ve anlaşılabilirliğini kolaylaştırmak için eklenecek bilgilerin nicelikleştirilebilir olması bekleniyor. Ancak kapsamı, türü ve ne ölçüde hakça olduğunun değerlendirmesi tarafların kendisine bırakılmış bilgilerin nicelikleştirilebilir olması, Amerika’nın ısrarla vurguladığı şeffaflığa katkı yapsa da Sözleşme’yi nihai amacına ulaştırmayacaktır. Üstelik bu paragraftaki hüküm tüm taraflar ya da her bir taraf gibi kesin bir adres de göstermiyor. Dolayısıyla dileyen taraflar bildirimlerine bu bilgileri eklemeyebilirler.
Katkıların ve dayanağı olan bilgilerin Paris Konferansı öncesinde gözden geçirilmesi şansı ortadan kaldırıldığından, yeni anlaşmanın dünyayı, kararda sıkça vurgulanan Sözleşmenin nihai amacına yaklaştırması umudu bulunmuyor. 2013 Varşova ADP kararında açık biçimde belirtilmemiş olmakla birlikte, 2014 boyunca gerçekleştirilen müzakerelerde, bildirimlerin anlaşma öncesinde (ex ante) değerlendirilerek, hedeflerin salım uçurumunu kapatmayı sağlayacak biçimde yukarı doğru gözden geçirilmesi ihtimali doğmuştu. Özellikle Avrupa Birliği ve en kırılgan ülkelerin desteklediği bu görüşe Amerika da karşı çıkmıyordu. Amerikan iklim özel temsilcisi Stern, bildirimlerin erken sunulması önerisi yaparken asıl amaçlarının ön değerlendirme olmadığını ama AB’nin savunduğu bu yönteme karşı olmadıklarını belirtmişti. Ancak, Hindistan başta olmak üzere LMDC Grubu’nun, salım uçurumunun kendileri tarafından kapatılmasının isteneceği endişesiyle şiddetle itiraz etmeleri yüzünden bildirimlerin anlaşma öncesinde gözden geçirilmesine dair paragraf Lima kararından çıkarıldı. Bunun yerine, taraflarca sunulacak bildirimlerin Sözleşme internet sayfasında yayımlanması ve Sekretarya tarafından 1 Kasım 2015’e kadar bildirimlerin toplam etkisi hakkında bir sentez raporu hazırlanması kararlaştırıldı. Sentez raporları bilgi amaçlı olduğundan, bildirimlerdeki hedeflerin gözden geçirilmesine dönük bir değerlendirmeye taban oluşturması söz konusu olamayacaktır. Dolayısıyla, tarafların kendilerinin belirlediği hedefler, türleri açısından karşılaştırılabilir olamayacağı gibi, salım uçurumunu kapatmaya yeterlilikleri de değerlendirilemeyecek. Lima Çağrısı önceden gözden geçirme yolunu kapatsa da, ekli taslak müzakere metni sonradan (ex-post), yani anlaşmanın yürürlüğe girmesinin ardından yürütülecek değerlendirmeyle ilgili farklı seçenekler içeriyor.
Kararda katkı bildirimlerine eklenecek bilgi türleri arasında en çarpıcı olanı hakkaniyetinin özdeğerlendirmesine ilişkin olanıdır. Taraflar kendi katkılarının kendi koşulları ölçüsünde ne derece hakça olduğu hakkındaki görüşlerini de niceliksel olarak bildirecektir. Bu öznel değerlendirmenin Sözleşmenin eşitlik ilkesinin gereğini yerine getirmesini beklemek elbette mümkün değildir. Hindistan’ın savunduğu yeni anlaşmanın eşitlik ilkesine uygun olması görüşünden hareketle geliştirilen ve Afrika Grubu’nca önerilen “eşitlik referans çerçevesi” (equity reference framework) maalesef Lima kararına yansıtılamamıştır.
2015 Takvimi
Lima Çağrısı, Paris Anlaşması yol haritasını da takvime bağlamıştır. Buna göre, Varşova’da kararlaştırıldığı üzere yapabilecek durumda olan taraflar, daha açık söyleyişle gelişmiş ülkeler, katkılarını 2015’in ilk çeyreğinde bildireceklerdir. Diğer taraflara katkılarını Paris Konferansı’ndan önce bildirme daveti yinelenmiştir. Katkıların toplam etkisi hakkındaki sentez rapor 1 Ekim 2015’e kadar gönderilmiş olanları içereceğinden, 1 Ekim’in zorunlu olmayan bir son bildirim tarihi olduğu söylenebilir. Takvimdeki en önemli tarihse Mayıs’tır. Sözleşme gereği, bağlayıcı herhangi yeni bir hukuksal araç ya da değişikliğin kabul edileceği taraflar konferansından en az altı ay önce taraflarla paylaşılması zorunludur. Dolayısıyla yeni anlaşmanın Paris Konferansı’nda görüşülüp kabul edilebilmesi için anlaşma taslağının Mayıs’ta taraflara iletilmesi gerekmektedir. Bu bakımdan, Şubat 2015’te Cenevre’de toplanacak ADP oturumu büyük önem taşımaktadır.
İklimi Değil Sistemi Kurtarma Çağrısı
Sonuç olarak, başarının müzakereleri çökmekten kurtarmakla ölçüldüğü konferanslar kervanının son halkası olan Lima, yeni anlaşmaya ilişkin en kritik kararları Paris’e erteleyerek, üzerine düşeni kısmen yerine getirmiş oldu. Yeni anlaşmanın hukuki niteliği (protokol, başka bir hukuksal araç ya da hukuksal olarak bağlayıcılığı sonuç), tarafların bildirdikleri hedeflerin bağlayıcılığı, anlaşmanın uygulanma süresi (5 ya da 10 yıl) gibi soruları boşlukta bırakan Lima Çağrısı, getirdiği yeni terimlerle kalan sınırlı müzakere süresinde açıklığa kavuşturulması gereken yeni belirsizlikler yarattı. Tüm bu eksiklere karşın, Lima’nın en önemli başarısının Kopenhag’da zedelenen güvenin restorasyonu olduğu da iddia ediliyor. Ancak müzakerelerin sürmesini sağlayabilmek adına verilen ödünlerle varılan bir uzlaşmayı temsil eden Lima Çağrısı’nın kırılgan bir zemin üzerine inşa edildiği de unutulmamalı. Hindistan’ın “istediğimizi aldık” yorumuyla karşıladığı, Amerika’nın memnuniyetini gizlemediği Lima Çağrısı, özellikle en yoksul ve en kırılgan ülkelerin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaktır.