Sarı Yelekliler, naylon poşetler derken, aslında bir anda çevre vergilerini konuşmaya başladık ama dışsallıkları vergilendirmek, iktisatçılar arasında neredeyse 100 yıldır önemli bir konu. Peki kamu maliyesinin en temel kalemi olan vergi enstrümanını doğru kullanarak, hem istihdamı artırmak hem de kaynak verimliliğini yükseltmek ve karbon emisyonlarını düşürmek mümkün olabilir mi? Birçok iktisatçı için zaten başka yol yok. Bunun için emek üzerindeki vergileri düşürmek, kaynaklar üzerindeki vergileri yükseltmeyi öneren Ex’tax Project’in 27 OECD ülkesini ele alan simülasyonu, çevresel faydaların yanı sıra, ortalamada gayri safi milli hasılanın %2, istihdam oranlarının ise %2,9 artışını da gösteriyor. Kanada’nın British Columbia eyaletinde 10 yılı aşkındır uygulanan karbon vergisi ise, iyi planlanmış, iyi anlatılmış, adil ve şeffaf bir vergi uygulamasının, hiç de gelir kaybına yol açmadığını açık bir şekilde gösteriyor. OECD ülkeleri arasında en yüksek emek vergilerine, giderek artan bir işsizlik oranına ve yine rekorlar kırarak artan karbon emisyonlarına sahip Türkiye için ise, vergi tartışmasını açmanın zamanı çoktan gelmedi mi?
YAZI: Barış DOĞRU
“Parayı izle” (Follow the Money). Watergate skandalını ortaya çıkarmaya çalışan iki gazetecinin hikayesinin aktarıldığı “Başkanın Bütün Adamları” (All the President’s Men) filmindeydi sanırım. Yolsuzlukları ortaya çıkarmak için uğraşan gazetecilere kaynağı sürekli böyle diyordu: Parayı izle… Gerçekten de, ister yolsuzlukları açığa çıkarmak isteyin, ister toplumsal yapının işleyişini çözmeye çalışın, paranın nereden geldiğini ve nereye gittiğini görmek, elimizdeki en iyi ipuçlarından biridir. Ve söz konusu olan kamu yönetimi olunca gelirin, yani paranın ana kaynaklarından biri hiç kuşkusuz vergiler oluyor.
Evet vergiden bahsediyoruz, dünyanın en tatsız konularından birinden. Filmlerde bazen gangsterlerin içeri atılmasını sağlayan, bazen sıradan insanların hayatlarını söndüren, Anadolu köylülerinin Osmanlı döneminde “Silahlarım senin için gün doldu / Öşürcüler bizim köyden kovuldu / Düşmanlarım dumanlara boğuldu” dizelerini yazdıran (öşürcüler o dönemde vergi tahsildarlarına verilen isimdi) vergilerden. Gündelik hayatta, duyduğumuzda bile bir sıkıntı yaratan, uzmanları dışında kimsenin kafasının pek basmadığı, uzak durulması gereken bir yaptırım olarak değerlendiriyoruz en genel bakış açısıyla vergiyi. Emek harcayıp elde ettiğimiz gelirlere zorla el koyulması anlamına geldiğini düşündüğümüz vergi, sanki hakkında ne kadar az şey bilirsek o kadar mutlu olacağımız üç harfliler gibi bir şey!..
Peki biz neden bu sayıda vergi üzerine konuşmaya karar verdik? Bunun sürdürülebilir kalkınma ile nasıl bir ilgisi var? Ve neden şimdi konuşmaya başladık? Aslında vergi ve sürdürülebilirliği konuşmanın tam sırası diye düşünmemizi sağlayan bir dizi gelişme oldu son birkaç ayda. Bunların birincisi Fransa’yı Kasım ayından beri çalkalayan Sarı Yelekliler vakası. Giderek bir kalkışmaya dönüşen, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un tüm itibarını yerle yeksan eden olayların başlangıcında akaryakıt ürünlerine getirilen bir eko-vergi yatıyor. Sarı Yelekliler hareketinin temsilcilerinin ve daha birçok uzmanın da belirttiği gibi, bu kalkışmanın hedefi iklim eylemleri-önlemleri değil, çünkü getirilen vergi, taşıdığı isme karşın hemen hiçbir iklim dostu niteliğe haiz değil. Sürdürülebilir kalkınmadan çok, vergi yükünün, zaten yeterince ekonomik sıkıntı yaşayan çalışan sınıfların üstüne biraz daha yıkılması, protestoların ana hedefiydi.
Vergiyi İlk Defa Böyle Güçlü Hissettik
Vergi konusuna kafa patlatmaya başlamamızın ikinci sebebi ise, tamamen yerel, Türkiye ölçeğindeki bir gelişme oldu. 13 Aralık 2018 itibarıyla yasalaşan “7153 Sayılı Çevre Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile getirilen ve 1 Ocak itibarıyla uygulamaya konan “Geri Kazanım Katılım Payı”, ama daha kolay anlayacağımız şekilde poşet vergisi, hiç tahmin edilmeyecek bir tepkiyle karşılandı yurttaşlar arasında. Marketlerde bugüne kadar tamamen ücretsiz olarak dağıtılan naylon poşetlere, taban rakamı 25 kuruştan az olmamak üzere getirilen ek vergi, belki Fransa’daki gibi insanları sokaklara dökmedi ama süpermarket kasiyerleri ile müşteriler arasında derin tartışmalara yol açtı. Bir kasa görevlisi, bunca yıllık iş hayatında, bu kadar zam gördüğünü ancak insanların hiç bu kadar çok sinirlendiğini görmediğini söylerken önemli bir gerçeği dile getiriyordu. Türkiye’de vergi deyince akla ilk gelen isimlerden vergi uzmanı Dr. Ozan Bingöl, buna “vergiyi hissetmek” diyor. Vergi, esasen kamunun, tek taraflı olarak karar verdiği ve uyguladığı bir ekonomik zor ama bu etiketlerde belirtilmediği ve mal-hizmet ederlerinin içine gömülü olduğu için hissedilmiyor. Yıllardır vergi bilincinin önemini anlatmak için uğraşan Dr. Bingöl, “Aldığınız bir cep telefonuna ödediğiniz bedelin yarısından çoğu vergi aslında ama bunu fark etmiyor ya da bilmek istemiyorsunuz” diyor. Yine Türkiye’de çalışanların, Batı ülkelerinin aksine kişisel vergi beyannamesi vermemesi ve emek üzerindeki vergilerin kaynağında kesilmesi nedeniyle, çalışanlar, ağır vergi yükünün farkında değiller, onu hissetmiyorlar…
Poşet olayında ise, daha önce tamamen bedava olan bir şeyin -bu poşetler, para ödenmediği için bir mal olarak bile kabul görmüyordu büyük ihtimalle- bir anda paralı hale getirilmesi, 25 kuruşluk son derece küçük bir meblağ olmasına karşın, derin bir tepkiye yol açtı.
Kanunun isminden de belli olacağı üzere, bu katkı payı uygulaması, asıl olarak plastik poşet kullanımının azaltılmasına yönelik bir çevresel yaptırımdı -zaten uygulama poşetle de sınırlı değil, pillerden araba lastiklerine uzanan kapsamlı listedeki diğer kalemlere vergi uygulanmaya başlanması 2021’e ertelendi- ama aynı Macron’un dayatmacı, ekolojik olmayan eko-vergisi gibi hiç de böyle anlaşılmadı.
Ancak uygulama aslında büyük oranda hedefine de ulaştı. Henüz resmi bir rakam olmamakla beraber, ilk ay plastik poşet kullanımında %80’lere varan bir azalma söz konusu olduğu genel olarak kabul ediliyor. Daha sonrasında biraz artış olmakla birlikte plastik poşet kullanımında yarıya yakın bir azalmayla hiç de küçümsenmeyecek bir gelişme sağlanmış oldu. ODTÜ Ekonomi Bölümü öğretim görevlilerinden Prof. Dr. Ebru Voyvoda, bunun son derece normal olduğunu, poşetlere yönelik uygulamaların hemen her ülkede başarılı olduğu söylüyor: “Literatürde bu konudaki en net çalışan örneklerden biri poşet vergisi, çünkü talep esnekliği çok yüksek. Yani poşetin alternatifleri var; birinden diğerine geçmek kolay. Komünikasyonu da kolay, onun için dünyada daha çok tamamen yasaklanma olarak uygulansa da aslında poşet vergisi uygulaması tüketim talebini azaltma açısından neredeyse her ülkede işe yarıyor.”
Zaten poşet vergisinin bu kadar tepkiyle karşılanmasında, büyük ihtimalle bu çevre vergisinin iyi kurgulanmaması ve iletişiminin iyi yapılmaması yatıyor. İlk olarak, bunun çevreye ve özellikle de denizel yaşama önemli zararlar veren plastik poşetlerin azaltılması amacı hiç de iyi anlatılmadı. İkincisi 25 kuruş olarak alınan katkı payının 10 kuruşunun, daha önce bu hizmeti ücretsiz olarak sağlayan perakende zincirlerine gitmesi -ki marketlerde kullanılan plastik poşetlerin maliyeti 5 kuruş civarında, yani 5 kuruşluk bir kâr bile söz konusu- ve sattıkları bir malın üzerine kendi reklamlarını basmaları da cabası.
Para Niye Çevre Fonuna Gitmiyor?
Üyelerinin, plastik poşet kullanımının azalması nedeniyle ciddi bir sıkıntı yaşayacağını açıklayan Türk Plastik Sanayicileri Araştırma Geliştirme ve Eğitim Vakfı (PAGEV) bile, uygulama hakkında “Plastik poşetlerden elde edilecek parayı kimse gelir kapısı olarak görmesin” uyarısında bulundu ve gelirin bir çevre fonunda biriktirilmesini, çevre konusunda bilinçlendirme ve geridönüşüm çalışmaları için kullanılmasını önerdi. Gerçekten de plastik poşetlerden toplanan paranın, çevresel veya toplumsal fayda için kullanılacağına dair güçlü bir iddianın olmaması, uygulamanın toplumsal kabulünü zorlaştıran önemli etmenlerden biri olarak kabul edilmeli. Tabii bu noktada, uygulamayı yürürlüğe sokan kamu yöneticilerinin sicilleri de son derece önemli.
Türkiye bu noktada son derece ilginç bir yerde. Prof. Dr. Voyvoda, OECD’nin yurtiçi hasılaya göre çevre vergi oranları verilerine bakıldığında, Türkiye’nin en yüksek çevre vergisi alan ülke konumunda olduğunu hatırlatıyor: “Neden? Çünkü bütün akaryakıt vergileri, sınıflandırma olarak çevre vergilerinin içinde yer alıyor. Ancak tabii ki bu vergiler genel bütçeye gidiyor ve çevre vergisi ismini taşımasına rağmen çevre için kullanılmıyor.” Yani verginin kimlerden ve nasıl alındığının yanı sıra, ne için kullanıldığı da önemli.
Bu noktada Fransa örneğinin tam karşısında İrlanda duruyor. Haziran 2017’de iktidara geldiğinde “İrlandalı Macron” olarak lanse edilen İrlanda Başbakanı Leo Varadkar da kömür, petrol ve torf kömürü gibi fosil yakıt fiyatlarını artırabilecek yeni bir karbon vergisi üzerinde çalışıyor ama Macron’un hatalarına düşmemeyi deniyor ve artan maliyetleri hafifletmek için gelir fazlasını halka geri döndürmek gibi akıllıca bir çözüm önerisi planlıyor: “Karbon vergilendirmesinin bir sebebi var. Bu, cebinizden paranızı almak için değil davranış değişikliği için tasarlanmış bir çevre vergisi.” Karbon vergilerinden elde edilen gelir ya vatandaşa doğrudan ödeme yaparak ya da vergi indirimi ve sosyal yardım sistemi ile geri ödenecek (Macron, İrlanda’nın Karbon Vergilendirmesinden Örnek Almalı, İklimhaber. org, Ocak 2019).
Kaynak Vergileri, Döngüsel Ekonomiyi Destekleyebilir
Bu noktada, vergi ve sürdürülebilir kalkınma üzerine bir düşünsel arayışa girmemize sebep olan üçüncü önemli gelişme üzerine konuşmanın tam zamanı.
Hollanda merkezli bir vakıf olan Ex’tax Project, son derece yalın bir öneriyle ortaya çıkmış: Emek üzerindeki vergileri düşür; kaynaklar üzerindeki vergileri yükselt. Böylece, bir yandan tüm ülkelerde ciddi bir sorun haline gelmeye başlayan işsizliğe karşı önlem al, diğer yandan da kaynakların (burada kaynaktan kasıt tabii ki daha çok fosil yakıtlar ve temel hammaddeler, materyaller, cevherler) verimli kullanımını sağlayarak çevresel kazanç elde et. Hem doğrudan enerji kaynakları fosil yakıtların kullanımını, dolayısıyla karbon emisyonlarını azalt, hem de döngüsel ekonominin daha kazançlı bir alternatif haline gelmesini sağla, maden çıkarma gibi çevresel zararı yüksek etkinliklerden çekil. 2016 yılında yayınladıkları ve bu önerinin kapsamlı bir sunuşu niteliğindeki “New Era, New Plan” raporları da zaten “Döngüsel bir ekonomi için mali bir strateji” başlığını taşıyor. Rapor kapsamında, 27 OECD ülkesini incelemişler ve bu önerinin simülasyonlarını yapmışlar. Simülasyonlar Ex’tax programının uygulanmasının, ortalamada hem gayrisafi milli hasılanın (%2), hem de istihdam oranlarının (%2,9) “aynı tas aynı hamam” (business as usual) senaryolarının üs tünde gerçekleştiğini göstermiş.
Literatürdeki ismi vergi kaydırma (tax shifting) olan bu uygulamanın en başarılı örneklerinden biri de aslında Kanada’nın British Colombia (BC) eyaletinde uygulamaya konan karbon vergisi. British Colombia merkezli Pembina Enstitüsü Temiz Enerji Yöneticisi Maximilian Kniewasser, 10 yıldır sürdürülen BC karbon vergisi deneyiminden alınacak en temel dersin, politikanın eşitsiz bir şekilde etkileyebileceği düşük gelirli ve kırsal kesimdeki insanların üzerindeki yükü hafifletmek için bazı karbon vergi gelirlerinin onlara tahsis edilmesi olduğunu söylüyor: “Çoğu insanın kişisel gelir vergisinde bir düşüş görmesi ve verginin yalnızca nötr gelir olarak algılanması, geniş tabanlı bir destek oluşturmak için fırsattı. BC’nin iyi performans gösteren ekonomisi, olumsuz ekonomik etkilere ilişkin korkuları da yok etti.”
Melek Olarak Vergi
Dünyada vergiyi şeytan gibi gören büyük çoğunluğun aksine, iyi kullanıldığında onu bir “iyilik meleği” olarak kutsayanlar da var. ACCA’nın (Yeminli Mali Müşavirler Birliği/Association of Chartered Certified Accountants) daha dumanı üzerinde tüten, Aralık 2018 tarihli raporu “Tax as a force for Good” (Bir İyilik Gücü olarak Vergi), vergilerin gücüyle gerçekleştirilen çevresel ve sosyal ilerleme örnekleriyle dolu. İngiltere’deki Lanfdfill Tax’ın (Çöp Sahası Vergisi) 2000’den bu yana çöp sahasına atılan çöplerin %44 azalmasını sağlamasından, şehir merkezinde trafiği azaltmak için Stockholm’de araçlara getirilen verginin, trafiğin neden olduğu kirliliği nasıl %20 oranında azalttığına kadar uzanan örnekler, çevresel vergilerin somut yararlarından sadece ikisi.
İktisadi üretimin çevre üzerindeki olumsuz etkilerini anlayan ilk ekonomistlerden biri sayılan ve dışsallıkları fiyatlandırma gerekliliğini vurgulaması nedeniyle “çevre vergilerinin” babası sayılabilecek Arthur Cecil Pigou’nun izinden giden bu eğilime göre, uluslararası örgütler her ne kadar Paris İklim Anlaşması’nın hedeflerine ulaşabilmek için karbon fiyatlandırmasının önemi konusunda fikir birliği sağlamış olsalar da, şu anda karbon emisyonlarının %46’sı fiyatlandırma dışında. Yine aynı araştırma, OECD verilerine göre son 15 yılda çevre vergilerinin GSYH içindeki payının 79 ülkeden 52’sinde düştüğünün, buna karşın 2015’te küresel çapta fosil yakıtlara verilen teşviklerin tutarının 373 milyar dolara ulaştığının altını çiziyor. Bir başka çarpıcı veri daha: OECD ülkelerinde işgücü üzerinden alınan vergiler toplam kamu gelirlerinin %52,1’ini oluştururken, yeşil vergiler sadece %5,3’ünü oluşturuyor. Bu noktada ACCA’nın da Ex’tax’ın emekten kaynaklara doğru vergi kaydırılması önerisini paylaştığını hatırlatmakta fayda var. Uluslararası Çalışma Örgütü’ne (ILO) göre bugün dünyada 190 milyon işsiz var ve küresel ölçekte genç işsizliğinin oranı 2017 yılında %13 olarak belirlendi. 25 yaşın altındaki işsizlerin sayısının 71 milyon olduğu düşünüldüğünde, vergileri emekten kaynaklara doğru kaydırmanın önemi bir kere daha ortaya çıkıyor.
Türkiye’nin Vergiyle İmtihanı
Peki Türkiye’nin vergi sistemi ne durumda? Bu önerilerin Türkiye için bir uygulanabilirliği var mı? Prof. Dr. Voyvoda, “Bilkent Üniversitesi’nden Prof. Dr. Erinç Yeldan ile birlikte 2016 yılında TÜSİAD için hazırladığımız ‘Ekonomi Perspektifinden İklim Değişikliğiyle Mücadele’ raporunda biraz bunu yapmaya çalıştık” diyor: “İstihdam üzerindeki vergileri, çevre vergileriyle nötralize etmek ve böylelikle hem çevre üzerindeki beklediğiniz etkileri elde etmek, hem de aslında vergi yükünü bir şekilde tekrar nötralize ederek ekonominin üretici sektörleri için durumu kolaylaştırmak.”
Görüşlerine başvurduğumuz Kniewasser de, gelişmekte olan ülkeler için en büyük riskin, daha yüksek yakıt ve enerji fiyatlarına karşı oluşabilecek potansiyel tepki olduğunu söylüyor: “Karbon fiyatlandırma programından veya diğer hükümet programlarından kazanılacak gelir, bunu doğrudan ele almak zorunda kalabilir. Türkiye özelindeki zorluğun, özellikle de artan petrol fiyatları algısı olabileceğini düşünüyorum.”
Mehmet Hanefi Topal ve Hamdi Furkan Günay’ın 2017 yılında yayınladıkları “Çevre Vergilerinin Çevre Kalitesi Üzerindeki Etkisi: Gelişmekte Olan ve Gelişmiş Ekonomilerden Ampirik Bir Kanıt” isimli çalışmalarında da benzer bir vurgu var. Çevre vergilerinin çevre kalitesi üzerindeki etkisini 2000-2014 dönemi için 53 ülke üzerinden ele alan araştırmacılar, tahmin edilebileceği üzere, çevre vergilerinin çevre kalitesi üzerindeki pozitif etkisinin gelişmiş ekonomilerde, gelişmekte olan ekonomilere göre daha güçlü olacağı sonucuna varıyorlar.
Dr. Bingöl de aslında benzer kanıda. “Türkiye daha doğru düzgün bir vergi sistemini uygulayamıyorken, Ex’tax vergi sistemi bize birkaç gömlek büyük diye düşünüyorum” diyen Bingöl yine de umutlu: “İnsanlarda yavaş yavaş bir vergi bilinci, merakı oluşuyor diye düşünüyorum. Vatandaş neye ne kadar vergi ödediğini artık bilmek istiyor.”
Bir şehri tanımak için sokaklarında dolaşmalısın ya da bir insanı tanımak için birlikte seyahat etmelisin derler ya, bir ülkenin devlet sistemini de anlamak için gerçekten vergi sistemi biçilmiş kaftan. Türkiye’ye bakınca, çoğu zaman “mış gibi yapan” (hiçbir anlamda çevreye harcanmayan inanılmaz çevre vergileri), her alınan mal ve hizmette gizli vergiler taşıyan (satın aldığınız cep telefonu bedelinin yarısı vergi), kaynakları ve yüksek gelirleri değil asıl olarak kaçması ve savunması mümkün olmayan emeği vergilendiren (çalışanlardan sermayenin iki katı vergi) bir vergi sistemi ile sürdürülebilir kalkınma kurgulamak son derece zor.
Diğer yandan iyi planlanmamış, şeffaf ve adil olmayan, hedefi ve yönelimi belirsiz, uygulandığı kesime esneklik mekanizmaları getirmeyen çevre vergilerinin çalışmadığını, tepki topladığını ve dolayısıyla hedeflere ulaşmada yararlı bir amaç olmaktan öte, tam tersine iklim ve çevre karşıtı söylemleri güçlendirebileceğini de kabul etmek lazım. Ama eğer bu ülkede sürdürülebilir kalkınmayı esas alan bir yönelim bir şekilde var olacaksa, işe vergi sisteminden başlamasını tavsiye etmekte sakınca yok. Hele vergi konusunda, sorunların büyüklüğü nedeniyle yurttaşlar arasında giderek artan bir bilinç gerçekten söz konusu ise. O zaman “parayı izlemek”, yani kamu yatırımlarının kaynağı vergilerin kimlerden toplandığını ve nerelere harcandığını görmek ve göstermek, iyi bir başlangıç politikası olabilir. Yani önce insanların resmi görmesi için bilgi ve şeffaflık; ardından da adil ve sürdürülebilir kalkınmaya destek olan bir vergi sistemi. Zor ama imkansız değil…
Hava Kirliliğinin Dışsal Maliyetleri:
-AB’de 2010’da hava kirliliği nedeniyle 400 bin erken doğum meydana geldi.
-Metodolojilere göre farklılık gösterse de AB’de sağlıkla ilgili dışsal maliyetler yılda 330-940 milyar euro arasında.
-2010’da küresel olarak hava kirliliğine bağlı ölüm ve sakatlıklar nedeniyle verim kaybı 161 milyar dolar.
İklim Değişikliğinin Dışsal Maliyetleri:
-1,5 derecelik küresel ısınma, küresel ekonomiyi 54 trilyon dolar zarara uğratacak.
-2 derecelik ısınma 69 trilyon dolar.
-3,7 derece ise 551 trilyon dolar.
Gıda Üretiminin Dışsal Maliyetleri:
-Endüstriyel çiftçiliğin çevresel etkisi her yıl 3 trilyon dolar. (FAO, 2015)
-Hayvancılık için yapılan tarımın çevreye maliyeti her yıl 1,81 trilyon. (FAO, 2015)
-Gıda israfının çevresel ve sosyal maliyetleri yılda 2,6 trilyon dolar. (FAO, 2014)
Kaynak: ACCA, “Tax as a force for Good”, Aralık 2018
Emisyonlar Aşağı, İstihdam Yukarı
27 Avrupa ülkesini kapsayan senaryoya göre, işgücünden alınan vergileri
kirlilik ve kaynak kullanımına yönlendirmek:
-GSYH’da 842 milyar euro artış,
-6,6 milyon istihdam,
-Karbon emisyonlarında 2020 itibarıyla %8,2 azalma,
-Enerji ithalatında beş yıllık dönemde 27,7 milyar euro tasarruf
sağlıyor.
1990’dan 2000’lerin başına kadar yedi Avrupa ülkesi vergi dönüşümünü gerçekleştirmek için adımlar attı: İsveç (1991), Danimarka (1993), Hollanda (1996), Finlandiya (1997), Slovenya (1997), Almanya (1999), İngiltere (2001). Bu reformlar, yeşil vergi gelirlerini yılda 25 milyar euro artırdı.
Kaynak: ACCA, “Tax as a force for Good”, Aralık 2018
Hükümetlere Öneriler
-Kirlilik ve kaynak kullanımını vergilendirin. Fosil yakıt teşviklerini kaldırıp karbon emisyonlarını fiyatlandırmaya başlayın.
-İşgücünden alınan vergileri azaltmak için vergi gelirlerini kullanın ve özellikle de düşük gelirliler için sosyal güvenliği iyileştirin.
-Kirlilik ve kaynak kullanımından alınan vergilerin oranını ve kapsamını aşamalı olarak artırın.
-İşletmeler ve halkla, değişikliklerden önce bağlantı kurun, etkilerin iletişimini şeffaf bir şekilde yapın.
-Aynı çevresel ve sosyal amaçları gerçekleştirmek için bölgesel bir yaklaşım oluşturmak adına diğer ülkelerin hükümetleriyle birlikte çalışın. Bu, küresel koordinasyon için zemin hazırlayacaktır.
İşletmelere Öneriler
-Küresel anlamda çevresel ve sosyoekonomik megatrendlere dair risk ve fırsatları değerlendirin.
-Yatırım kararlarını daha kapsayıcı ve sürdürülebilir seçeneklere kaydırmak için kurum içi karbon ve su fiyatlandırması yapın, diğer dışsal maliyetleri ve faydaları izleyin.
-Risk ve fırsatlara karşılık verebilmek için yönetişim, risk yönetimi ve performans ölçümü yapın.
-İşletmenin kapsayıcı ve sürdürülebilir bir büyüme yakalaması için ileri görüşlü politikaların oluşturması konusunda hükümetle bağlantılar kurun.
Kaynak: ACCA, “Tax as a force for Good”, Aralık 2018