10 yılı aşkın bir süredir Türkiye’de faaliyet gösteren Bölgesel Çevre Merkezi Türkiye Ülke Ofisi (REC Türkiye), geçtiğimiz yıl sonunda, ülkemizin çevre yönetimi kapasitesinin geliştirilmesi için son derece önemli bir projeye start verdi. “Türkiye’de Çevre Yönetimi için Kurumsal Kapasitenin Geliştirilmesi Projesi” ya da kısa adıyla ÇEKAP çalışmalarıyla ilgili kurumun Türkiye Direktörü Rifat Ünal Sayman’la konuştuk. Sosyo-ekonomik verilerin, önümüzdeki yıllarda çevre sorunlarının daha da artacağını gösterdiğini belirten Sayman, yerel yönetimlerin kapasitelerinin gelişmesinin bu konuda önemli bir fark yaratabileceğinin altını çiziyor.
REC Türkiye olarak, 24 ay sürecek önemli bir projeye start verdiniz. Türkiye’de Çevre Yönetimi için Kurumsal Kapasitenin Geliştirilmesi Projesi, ya da kısa adıyla ÇEKAP. Bize biraz ÇEKAP’tan bahseder misiniz?
Sizin de belirttiğiniz gibi, geçtiğimiz aylarda ÇEKAP’a başladık. Projenin temel faydalanıcısı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, fon kaynağı ise Avrupa Birliği. Projenin temel hedefi, AB Çevre Müktesebatı’nın, özellikle yerel düzeyde, uyumlaştırılması ve uygulanması ile Türkiye’de yaşam ve çevre kalitesinin iyileştirilmesine katkı sağlamak olarak belirlendi. Konuyla ilgili ilgisiz herkesin farkında olduğu üzere, Türkiye’de hem merkezi yönetimin, hem de ülkenin dört bir yanında 1000’den fazla yerel yönetimin, çevre yönetimi kapasitelerinin geliştirilmesi son derece önemli. Biz de proje kapsamında, üç ana bileşen üzerinden, AB Çevre Müktesebatı’na olan uyumun artırılması ve uygulamanın geliştirilmesi için çeşitli düzeylerde çalışmalar yürütüyoruz. Merkezi ve yerel kapasitenin geliştirilmesi ile yerel çevresel planlamadan oluşan bu temel bileşenler, Türkiye’de çevre yönetimi kapasitesinin bir basamak daha yukarıya çıkması için son derece önemli.
Peki, ÇEKAP kapsamında geliştirilmesine özel önem atfettiğiniz alanlar hangileri?
Çevresel konuların temel paydaşlarından, sorunlarla birebir muhatap olan ve çözüm konusunda anahtar konumda bulunan yerel yönetimlere yönelik çalışmaları çok önemsiyoruz. Yerel yönetimlere yönelik Türkiye’nin sekiz ilinde düzenleyeceğimiz ve civar illerden yerel yönetimleri de davet ederek tüm il merkezlerimizi kapsamayı hedeflediğimiz eğitim ve çalıştaylarla çevre yönetiminde önemli bir mesafenin kaydedilmesini sağlamaya çalışacağız. Merkezi kararlar, değişimler, dönüşümler, planlamalar, mevzuat değişiklikleri son derece önemli ama 21. yüzyılda sorunların tümünü merkezden çözmek son derece zor. Çevre sorunlarının çözümü, sorunun yaşandığı alanlardaki aktörlerin, yani yurttaşlarla her gün yüz yüze olan yerel yönetimlerin hareket ve faaliyetlerinden geçiyor. Bu noktada, yerel yönetimlerin çevre konularında sistematik bir şekilde, Yerel Çevresel Planlama ile ilerlemeleri; her bölgenin kendine özgü sorunlarını, kendi planlamaları ile çözüme doğru ilerletmeleri büyük önem taşıyor. Eğitimlerimizde planlama ve finansman konularına özel bir önem veriyoruz.
Projede tematik olarak üç konuya özellikle eğiliyoruz: Ambalaj atıkları, düzenli depolama ve kentsel atıksu arıtımı. Bakanlıkla birlikte yürüttüğümüz etki analizleri ve iyi uygulama eğitimleriyle bu konularda ülkemizdeki uygulamayı iyileştirmeyi hedefliyoruz. Bunların dışında yine e-atık ve atık akü-pil konuları projede önem verdiğimiz konular arasında.
Geçtiğimiz ay, Sürdürülebilir Üretim ve Tüketim Derneği ve Enerji Verimliliği Derneği işbirliğiyle Türkiye’nin ilk “Elektrikli ve Elektronik Atık Zirvesi” düzenlendi. Orada yaptığınız konuşmada son derece önemli veriler ve saptamalar vardı; özellikle e-atıklar konusunda… Bunlardan biri de Avrupa Birliği kapsamında da benzer sorunların yaşandığıydı. İki temel sorundan bahsettiniz. Biraz açabilir misiniz konuyu?
Türkiye, genel olarak katı atık yönetiminde sorunlarla boğuşuyor. AB ilerleme raporlarında atık konusu, Türkiye’nin en çok ilerleme gösterdiği alanlardan biri olarak öne çıkıyor. Buna rağmen halen kat edilmesi gereken yolumuz var. Ülkemizde özel atık yönetimi -e-atıkları da özel atık olarak sınıflandırıyoruz- önemli sorunlarla karşı karşıya. En önemli sorun, tam bir e-atık yönetim sisteminin halen oluşmaması. Yetkilendirilmiş kuruluş olarak adlandırdığımız, üretici şirketler tarafından kurulacak olan yapılar kurulma aşamasında. Yeterli toplama ve işleme altyapısı yok. Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’nin buzdolabı geridönüşümünde Arçelik tarafından kurulan öncü tesisi ziyaret ettik. Exitcom ve Anel-Doğa gibi e-atık konusunda uzun yıllardır çalışan geridönüşüm firmalarımız var. Çok sayıda firma e-atık konusunda çalışmak üzere lisans aldı. Buna rağmen, yeterli işleme altyapısı yok. Yeni yatırımlar, sistemin çalışmaya başlaması ile gerçekleşecek.
Belki de ilk söylenmesi gereken husus, genel olarak atık sektöründeki kayıtdışılığın, atıkların toplanması önünde büyük bir engel olduğu. E-atıkların yönetiminden üreticiler sorumlu. Bu doğrultuda, maliyetlerin adil bir şekilde dağıtılabilmesi için elektronik eşya üreten, ithal eden veya ürettiren bütün firmaların Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafında oluşturulan kayıt sistemine dahil olması gerekiyor.
Sanılmasın ki AB’de bütün sorunlar çözülmüş durumda. Kayıtlı toplamada -bizden çok daha ötede olmakla birlikte- hâlâ büyük sorunlar yaşıyorlar. %50’nin üzerinde olan kayıtdışı toplama sorunu orada da önemini koruyor. AB ülkelerinde görünen ikinci bir sorun ve kayıtdışı toplamanın önemli sebeplerinden biri de, denetimdeki yetersizlikler.
Neden bu kadar sorunlu bir alan?
Karşılaştığımız soruların kaynağında, biraz da e-atıkların kendine özgü yapısı yatıyor. Bir kere son derece heterojen bir içeriği var. Bilgisayardan başlayıp buzdolabı gibi büyük beyaz eşyalara, oradan sayısı inanılmaz bir biçimde artan cep telefonlarına uzanan devasa çeşitlilikte bir e-atık bileşkesiyle karşı karşıyayız. Aynı esnada e-atık hacminde de büyük ve hızlı bir artış söz konusu. Küresel elektrikli ve elektronik eşya (EEE) satış miktarı hızla artıyor. 1990 yılında 19,5 milyon ton olan EEE miktarı, 2010 yılında 57,4 milyon tona erişti ve 2015 yılında 75 milyon tonu aşacak. Son derece önemli bir çevre sorunu olan e-atıklar, aynı zamanda, aslında geri kazanıldığında son derece önemli bir kaynak da. Dolayısıyla burada yol almak, hem çevre sorunlarında önemli bir yol almamızı hem de inanılmaz bir doğal kaynak ve maliyet tasarrufu sağlayabilir.
Önemli sorunlardan biri olarak da bu konudaki verilerin eksikliğinden söz ettiniz. Yine de eldeki veriler ne gösteriyor?
Veri sorunu, sadece e-atık konusunda değil, genel olarak Türkiye için önemli bir sorun. Konuyu sağlıklı bir biçimde çözebilmek için daha iyi veri toplanması gerekiyor. Şu anda elimizde yeterli istatistiki veri yok. Bizim modellemelerle hesapladığımız Türkiye için öngörülerimiz, e-atık miktarının çok hızlı bir artış gösterdiği ve göstermeye devam edeceği yönünde. Türkiye’de buzdolabı, çamaşır makinesi gibi büyük beyaz eşya kategorisinde önümüzdeki dönemde ciddi artışlar olacak. Bunun önemli bir sebebi, hane halkı sayısındaki düşüş. Toplumsal gelişmelerle birlikte, şu anda halen ortalama dört kişiden oluşan aile büyüklükleri önümüzdeki dönemde küçülecek. Bu da daha fazla küçük aile ve dolayısıyla daha çok temel ev aletleri satışı anlamına geliyor. Nüfus artışının ve satın alma gücünün yükselişiyle birlikte, 2010 yılı itibariyle kişi başı yıllık 7 kg olan e-atık miktarı yakın tarihte 10 kg’ı geçecek. Bu tabii Türkiye ortalaması. İstanbul için bu rakamlar çok daha yüksek. Bu anlamda, Türkiye’nin batı bölgelerinde e-atık konusunda çok daha hızlı bir artış söz konusu ve dolayısıyla sorunlar da daha kapsamlı bir şekilde artıyor. Bu e-atık haritasına göre, e-atık konusunda hızlanmamız gerektiğini görüyoruz.
Peki, sizce e-atık özelinde -ama belki diğer atık türleri için de geçerli olabilir- yerel bazda en önemli sorun nerede?
Bu soruyu özel atık yönetimi açısından ele almak istiyorum. Atık getirme merkezlerinin oluşturulmasının son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Bu merkezler, vatandaşların mobilya, e-atık, lastik vb. atıklarını bıraktıkları noktalar. Atık getirme merkezleri haricinde özel atıkların etkili bir şekilde toplanması çok zor. Bakın İtalya’da toplam olarak 3 bin adet atık getirme merkezi mevcut. Bizim araştırmalarımız ve değerlendirmelerimize göre, Türkiye’de en az 1900 atık getirme merkezinin kurulması gerekiyor. Mevcut sayının şu anda bir elin parmaklarını geçmeyeceğini söyleyebilirim. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, yakın zamanda bu konuda bir mevzuat yayınladı. Bu mevzuatla birlikte bu konudaki çalışmaların hızlanacağını umuyorum.
Bazen katı atık işçileri, bazen “çekçekçi” olarak adlandırılan, son dönemde Suriyeli mültecilerin de katılmasıyla sayıları artan sokak toplayıcıları, ülkemizin çözmesi gereken bir diğer problem. Sokak toplayıcıları, çevre yönetiminin işlememesi sonucu ortaya çıkmış sosyal bir sorun. Özellikle ambalaj atıkları konularında çalışıyorlar. Türkiye dışında diğer gelişmekte olan ülkelerde de benzer grupları görüyoruz, örneğin Arjantin’de Cartoneros’lar çok benzer şekillerde çalışıyorlar. Eminim bazı okuyucularınız sokak toplayıcılarını olumlu değerlendiriyordur. Çevresel olarak geridönüşüme büyük katkı sağladıkları kuşkusuz ama işin aslına bakarsanız, sokak toplayıcılarının olmasından en fazla zarar görenler sokak toplayıcılarının kendileri. Araştırmalar, sokak toplayıcılarının yaşam süre beklentisinin ortalamaların çok altında olduğunu gösteriyor. Çocukların çok fazla çalıştığını görüyoruz. Bu çocukların sağlıkları her gün tehdit altında, önemli sağlık sorunu yaşamaları kaçınılmaz. Çözüm, sokak toplayıcıları sistemi yerine, atıkları kaynakta ayırmaktan ve sağlıklı, işler bir atık sistemi kurmaktan geçiyor. Bu durum, sokak toplayıcılığına alan bırakmayacak; tabii öte taraftan bu insanlara yeni iş olanaklarının da açılması gerekiyor.
Bu noktada aklımıza, Avrupa Birliği’nin 2014 yılında bir paket program olarak kabul ettiği Döngüsel Ekonomi (Circular Economy) geliyor. Üretici firmaların, ürünlerini satmadığı, sadece belirli bir süre için kullanım hizmeti verdiği, daha açık bir ifadeyle kiraladığı bu sistemde, elektronik ürünler doğrudan üretici firmaya geri dönüyor ve dolayısıyla ortada bir atık lafı bile bulunmuyor. Bu konudaki fikirlerinizi alabilir miyiz?
Döngüsel Ekonomi, elbette ki soruna köklü bir çözüm sunuyor. Avrupa Birliği, atık konusunun önemini uzun zaman önce anladı; bu konuda sürekli kendini yeniliyor ve geliştiriyor. İstenilen sistemde, sizin de belirttiğiniz gibi, oluşan atık döngüsel olarak durmadan ekonomiye kazandırılıyor. Bu kavramsallaştırma çerçevesinde sadece e-atıklar değil, tüm atık kategorilerini kaynak olarak değerlendirmek mümkün olacaktır. Ekonomi döngüsü içinde, atık olarak geriye sadece organik atık olarak adlandırdığımız besin artıkları kalıyor.
Bunu sağlamanın en önemli koşulu, tasarım aşamasında bütün ürünlerin buna uygun dizayn edilmesi. Avrupa Birliği’nde bu konudaki çalışmalar uzun zamandır devam ediyor. Sözgelimi, ambalaj atıkları direktifinin resmi adı “Ambalaj ve Ambalaj Atıkları Direktifi”dir. Direktif ambalaj atıklarını azaltmanın önemli bir yolu olarak ambalajların tehlikeli maddelerden arındırılması ve daha hafif üretilmeleri gibi hedefler koyuyor. Ülkemiz de bu doğrultuda hareket etti. Pet şişeler %50 oranında hafifledi ki bu, %50 daha az atık demek.
Döngüsel ekonomi sisteminin anlaşılması, oturması ve sanayinin buna uyum sağlaması tabii ki zaman alacak. Kimi uzmanlar bunu yeni bir Endüstri Devrimi olarak tanımlıyor; dolayısıyla böyle bir süreç son derece sancılı olur. Bu süreçte kamu yönetiminin, yerel yönetimlerin ve bizim yani tüm yurttaşların ve sivil toplum kurumlarının harekete geçmesi önemli. Yoksa çevresel ve ekonomik açıdan önemli kayıplara uğramaya devam edip duracağız.
Atık konusuna önümüzdeki dönemde eğilmeye devam edeceğinizi anlıyorum. Peki, önemli gördüğünüz diğer konular nedir?
REC Türkiye olarak iklim değişikliği, her zaman bizim için güncel ve önemli bir konu. 2015 yılı ise iklim değişikliği ile mücadele konusunda kritik öneme sahip. Ocak ayında Ankara ve İstanbul’da geniş katılımlı iki etkinlik yaparak, Türkiye’nin uluslararası müzakerelere hazırlanmasına katkı sağlamaya çalıştık. Nisan ayı içerisinde iklim değişikliği ile ilgili çok kapsamlı bir rehberi paydaşlarımız ile paylaşacağız.