Dünyanın sağlıktan iklim krizine kadar yaşadığı tüm sorunların arkasında; ya da en azından bir türlü çözülememesinde de samimiyetsizliğin rolünü görmemek mümkün mü? Hatta ölçeğine baktığımızda buna samimiyetsizlik değil, sahtekarlığın dik alası dememek için tek bir neden bulunuyor: Bu tür büyük sahtekarlıkların tek bir kişinin değil, kolektif yapıların ürünü olması.
Birçok şey gibi sağlık da, ortadan kaybolduğunda fark edilen enteresanlıklardan biridir. Mutluluk ve huzur da öyle değil midir? Ancak yokluklarında fark edilen ama aslında hayatımızın en temel belirleyicileri… Pandemi bunu çok iyi gösterdi. Korkudan bütün dünya evlerine kapanırken sağlığın önemiyle birlikte özgürce sokaklarda dolaşabilmenin, sevdiklerinle sosyalleşmenin, anne babaya sarılabilmenin ne kadar özel ve mutluluk verici olduğunu da hatırladık…
Ama bir şey daha hatırladık. Bıraktım az gelişmişini, gelişmekte olanını; en gelişmiş sayılan ülkelerin bile sağlık sistemlerinin bir garabet olduğu ortaya çıkmadı mı bir çırpıda pandemi sürecinde? Elbette değişik düzeylerde ama hemen hemen evrensel bir netlikte gördük ki, bizim sağlık sistemi dediklerimiz kağıttan saraylarmış. Ve bir anda zangır zangır sallanıp yerle yeksan olabiliyormuş… Tıpkı 6 Şubat 2023’te Anadolu’nun 11 kentinde, herhangi bir akşam gibi yatağına yatıp uyuyan milyonlarca insanın deneyimlediği gibi… Hem de çok eski, eski teknolojiyle falan yapılmış evlerde, gecekondularda değil; gayet modern, şık, jilet gibi gözüken, onlarca katlı, ebeveyn banyolu, lüks eşyalarla döşenmiş evlerde uyuyanların da ne yazık ki gördüğü gibi…
Sanırım bir “mış gibi” sorunumuz var. Hatta insanlık olarak belki de her sorunumuzun altında yatan temel bile olabilir bu “sahtekarlık” hali. İspanyol yazar Javier Cercas’ın tokat gibi çarpan “Sahtekâr” eserini okurken üşüştü tüm bunlar aklıma. Çok yakın bir zamanda bir toplantıda aniden gündeme gelen ama benim nereye oturtacağımı bilemediğim bir konuk gibi kalakaldığım “samimiyet” meselesiyle de doğrudan bağlantılı bu durum sanırım. Söz konusu romandaki gibi işin boyutu büyüdüğünde, hiç toplama kampına düşmediği halde tüm hayatını bir Nazi zulmü mağduru ve 2. Dünya savaşı direnişçisi olarak geçiren Enric Marco gibi olduğunda, buna sahtekarlık diyor ve lanetliyoruz ama aslında tüm ilişkilerimizde, karşı karşıya olduğumuz birbirinden ciddi sorunlar karşısında samimiyetsizliğin şahikasını yaşıyoruz. Ve dünyanın sağlıktan iklim krizine kadar yaşadığı tüm sorunların arkasında; ya da en azından bir türlü çözülememesinde de bu samimiyetsizliğin rolünü görmemek mümkün mü? Hatta ölçeğine baktığımızda buna samimiyetsizlik değil, sahtekarlığın dik alası dememek için tek bir neden bulunuyor: Bu tür büyük sahtekarlıkların tek bir kişinin değil, kolektif yapıların ürünü olması. Herkesin bir parçası olduğu, sorumlulukların kişiselleştirilemediği, ayrıştırılamadığı için ortada tek bir sahtekar bulmak zor oluyor. Ama ortada sadece sorunun kendisi ve dalları oradan oraya uzanıp giden devasa bir samimiyetsizlik ağı kalıyor…