Son dönemlerde hayvanlarda yeniden görülmeye başlanan şap hastalığı ülkede hayvan haklarını, hayvan sağlığını ve hayvanların yaşam şartlarını yeniden tartışmaya açtı. Konuyu Hayvan Hakları Federasyonu (HAYTAP) Başkan Yardımcısı Ömer Selçin ve Hayvan Hakları aktivisti Zülâl Kalkandelen ile konuştuk.
YAZI: Şenol BALİ
Hayvan hakları, refahı ve sağlığı konusu geçmişten beri tartışılan bir konu. Bursa, Kars ve Van’da görülen şap hastalığı bu tartışmayı yeniden alevlendirdi. Hastalığın görüldüğü yerler karantinaya alınırken, köylerin 10 kilometre çevresindeki alanlar ise kontrol amaçlı gözlem altına alındı. Bölgedeki binlerce küçükbaş ve büyükbaş hayvanı aşılayan sağlık ekipleri ve Tarım ve Orman Müdürlüğü, kentlerde bulunan canlı hayvan pazarlarını bir süre için kapatma kararı aldı.
Peki bu hastalık nasıl bulaşıyor? Alınan tedbirler yeterli mi? Türkiye’de hayvanların yaşam hakkı ve sağlığı yasalar ve uygulamalarda yeterince korunuyor mu? Hayvan ithalatları denetleniyor mu? Yasalardaki insan odaklı bakış hayvan hakları için bir dezavantaj mı? Toplumsal ve dini ritüeller hayvanlara olan bakış açısını nasıl etkiliyor? Bu soruların cevaplarını #ekoIQ okurları için araştırdık.
HAYTAP Başkan Yardımcısı Selçin: Şap Hastalığı Ülkede Var olan Bir Hastalık
Hayvan Hakları Federasyonu (HAYTAP) Başkan Yardımcısı ve veteriner hekim Ömer Selçin, Şap hastalığının her zaman olduğunu söylüyor: “Türkiye’nin genelinde sık sık görülüyordu. Trakya Bölgesi bu yönüyle ari bölge seçilmişti, son dönemlerde orada da çıkmaya başladı. Yurt dışında canlı hayvan ithalatı başlayınca bu ve benzeri hastalıklar yayıldı. Türkiye’de var olan bir hastalık, bunun gibi 15’e yakın hastalık var. Bakanlık üzerinde duruyor ama önüne geçemiyor. Yine Şap hastalığında şartlı kesim var. Etlerin yoğun bir ısıya tabi tutulduktan sonra tüketilmesi şartı var.”
Şap hastalığının yedi ayrı formunun olduğu bilgisini paylaşan Selçin, ülkede bunun üç formunun mevcut olduğunu, diğer formların da yavaş yavaş görülmeye başlandığını kaydediyor.
“Kontrolsüz İthalat ve Sınırdaki Kaçak Hayvan Geçişleri Hastalıkların Yayılmasının Sebepleri”
Hayvan hastalıklarının çoğalmasının muhtemel sebeplerine değinen Selçin, kontrolsüz ithalat ve sınırdaki kaçak hayvan geçişlerini önemli sebepler olarak gösteriyor.
“Devlet, hayvan ithalatında yetkiyi ticareti yapan firmaya veriyor. Onlar da gerekli tedbirleri çoğunlukla almıyor. Örneğin ithalat sırasında hayvanların 21 günlük karantina süreci olmalı ancak bu karantinayı hayvanların alındığı yerde değil getirildiği ülkemizde geçiriyor. Sıkıntı burada. Olması gereken yurt dışında karantinaya alınmaları. Böyle olunca getirilen hayvanlar yeni hastalıklar taşıyabiliyorlar, hatta havadan bile bulaşabiliyor. Yine Doğu’daki sınırlarda kaçak hayvan geçişleri oluyor. Bunlar kayıt dışı ve herhangi bir tedbir alınmıyor. Kurban bayramında da karantina uygulanmalı çünkü ülkenin dört bir yanında yoğun bir hayvan trafiği yaşanıyor.
“Hayvanların Yaşam Hakkına Bir Saldırı Söz Konusu”
“Haklarını talep ediyorsak yaşam şartlarını da gözetmemiz lazım” diyen Selçin, mevcut durumda hayvan haklarının sürekli olarak saldırı altında olduğuna dikkat çekiyor. “Et tüketen bizlerin hayvanların yaşam hakkını konuşmamız çok komik. Ülkede ne yazık ki hayvanları kesmek için besliyoruz. Ülkede hayvanlar mal olarak görülüyor. Bu anlayışın önüne geçmek lazım. Hayvanların yaşam hakkına bir saldırı söz konusu. Hayvanların tüketim endüstrisinde en altta olması bunu gösteriyor” sözlerini kullanana Selçin, metan gazının da büyükbaş hayvanlarla ilgili olduğunu söylüyor ve hayvanların yaşam şartlarının düzenlenmesi durumunda çevresel felaketin de kısmen önüne geçileceğini ifade ediyor.
“Acısız Kesim” Çalışması Başlatıldı
HAYTAP bünyesinde başlattıkları “acısız kesim” çalışmasına dair bilgi veren Selçin, “HAYTAP bu konuda çok çalışıyor. Tek ve çift tırnaklı hayvanlar için çiftlik kurduk ve kurtararak oraya aldığımız hayvanlar hiçbir zaman kesilmeyecek. Yine öldürülmeden önce bayıltmaları için ‘Acısız kesim’ çalışması başlattık. Bu yaklaşımın ülkede yaygınlaştırılması lazım. Öte taraftan dini ve toplumsal ritüeller de var” diyerek tamamlıyor konuşmasını.
Hayvan Hakları Aktivisti Kalkandelen: “Zaruri Olmayan Tüketim İsteği Doğayı, İnsan ve Hayvan Yaşamını Kötü Etkiliyor”
“Hayvanların mal olarak görülmemesi lazım. Hayvan ıslahları hayvan haklarıyla ilgili değil. Ne zaman bize bulaşma tehlikesi olursa o zaman ilgilenmeye başlıyoruz.” Bu cümleler ise hayvan hakları aktivisti Zülâl Kalkandelen’ e ait. Kalkandelen, hayvanların yaşama ve transfer şartlarının kendilerini strese soktuğunu ifade ediyor: “Hayvanların yaşama ve transfer şartları onları strese sokuyor. İnsan gibi düşünmek lazım onları da. Bu olunca da çeşitli ilaçlar yemlerine katılıyor. Ve bu ilaçlar zamanla hayvanlardan insanlara geçiyor. Yakın bir vadede insan sağlığını da kötü etkiliyor. Yine iklim krizi ve virüsler bunlarla ilgili. Bu tüketim hali normal değil. Çünkü tüm canlılar için temel hak yaşama hakkıdır. Zaruri olmayan tüketim isteği doğayı, insan ve hayvan yaşamını kötü etkiliyor.”
“Hayvan Transferleri 21. yy’ın Köle Ticareti Gibi”
Selçin gibi Kalkandelen de hayvanların ithal edilme şeklini eleştiriyor ve hastalıkların taşınmasında en belirleyici etken olarak görüyor: “Yurt dışından da zaman zaman hayvanlar alınıyor. Örneğin Brezilya’dan alınan hayvanlar haftalarca çok kötü koşullarda transfer ediliyor. Yolda hastalanan veya ölenler oluyor. 21.yy’ın köle ticareti gibi düşünün” ifadelere yer veren Kalkandelen, insanların hayvansal tüketime son vermesi gerektiğini savunuyor.
Kalkandelen, konuşmasını şu sözlerle tamamlıyor: “Önce şarbon ondan sonra da şap çıktı. Yine Deli Dana, COVID gibi hastalıklar da hayvandan insana geçen hastalıklar. Salgın hastalıkların dörtte üçü hayvandan insana bulaşıyor. Yine tavuklara hormonlar ,ilaçlar veriliyor. Bunlar hastalık ve virüs olarak bize geri dönüyor. Sonuç olarak bu hastalıklar insan politikalarıyla ilgili. İnsanların bu durumun farkına varması lazım.”
Şap Hastalığı Nedir?
Şap hastalığı çift tırnaklı hayvanların akut seyirli, çok bulaşıcı ve zoonotik karaktere sahip viral bir enfeksiyonu. Hastalığın bulaşma oranı yüksek olup, hassas hayvan topluluklarında (popülasyonlarında) % 100’e kadar ulaşabiliyor. Hastalığın kuluçka süresi iki-yedi gün arasındadır. Hayvanlar virüsü aldıktan 2-7 gün sonra belirtiler görülmeye başlıyor. Yüksek ateş, ağızda ve ayaklarda veziküller oluşuyor, veziküller patlayarak yaralara dönüşüyor. İştahsızlık, köpüklü ve ip gibi uzayan salya, ağız şapırtısı gibi belirtiler yer alırken, ayak ve memelerde veziküllerin patlaması sonucu yaralar oluşuyor. Yaralar bakterilerle enfekte olarak iltihaplanıyor ve hastalığın süresini ve şiddetini artırıyor. Veziküller ağız, ayak ve memelerle beraber burun deliklerinde, konjüktivalarda ince derili bölgelerde görülüyor. Buzağılarda hastalık kalp kasında da şekillenirse ölümle sonuçlanıyor.
Türkiye’de Yasalar Hayvan Hakları için Ne Diyor?
Dünyada birçok ülke hayvan hakları konusunda sınıfta kalmış durumda. Hayvanların yaşama, sağlık ve refah gibi haklarının en çok korunduğu ve güvence altına alındığı ülkeler ise Avrupa’dan. Örneğin İngiltere’nin oldukça detaylı ve 14’ü aşkın kanun ve yasal düzenlemesi bulunuyor. Yine İngiltere gibi İzsviçre’de de hayvanlar hissedebilen varlıklar olarak kabul ediliyor. Hayvanları Koruma Kanunu’na göre hayvanlara kötü davranan, çok çalıştıran ve göz ardı eden sahipleri hakkında suçun büyüklüğüne göre para cezası veya 3 yıla kadar hapis cezası verilebiliyor. Türkiye’de ise hayvan hakları 5199 numaralı kanunla düzenleniyor. Bu kanuna göre tüm hayvanlar eşit ve kanun hükümleri çerçevesinde yaşam hakkına sahip. Kanunda hayvanların İngiltere, İsviçre ve Avusturya’daki kanunlarda gözlenen bir ifade olan “hissedebilen varlıklar” olduğuna dair bir ibare bulunmuyor. Dikkat çeken en önemli eksiklerden biri de hayvan hakları ihlallerinde hapis cezasının olmayışı.
Öte yandan ülkede bir hayvana kötü muamelede bulunmak, en temel hakkı olan yaşam hakkını elinden almak 5326 Sayılı Kabahatler Kanunu kapsamında değerlendiriliyor ve 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu, Kabahatler Kanunu’nu kapsadığından ortaya bir kısır döngü çıkıyor. Bu durumda Hayvanları Koruma Kanunu hükmünü yitiriyor. Buna göre bir hayvana eziyet ederek canına kasteden kişi hapis cezasıyla yargılanamıyor. Kabahatler Kanunu gereğince hayvanlara yapılan her türlü haksızlık ancak idari para cezası olabiliyor ve bu para devlet hazinesine aktarılıyor.
Hayvan haklarına dönük talepte bulunan ve bu yönlü çalışan STK, organizasyon veya aktivist sayısı da her geçen gün artıyor. Nitekim bu baskılar sonucu geçtiğimiz yıl AK Parti milletvekillerinin imzasını taşıyan Hayvanları Koruma Kanunu ile Türk Ceza Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, TBMM Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonunda kabul edildi. Değişiklik kapsamında; süs hayvanlarından ev hayvanlarına, kurban kesimlerinden hayvan dövüşlerine kadar bir çok konuda yeni uygulamaların ve cezai işlemlerin devreye alınacağı bilgisi paylaşıldı.
Hayvan Hakları Savunucularının Talepleri
Hayvan hakları savunucuları, ülkedeki yasaların daha caydırıcı bir hale getirilmesini ve yasaların sadece insan hakkı odaklı olarak düzenlenmemesini talep ediyor. Söz konusu kurum ve aktivistler tarafından şu temel talepler dile getiriliyor: Hak kavramı sadece insanlar için değil, hayvanlar için de önemli, dünyaya tek başımıza sahip olmadığımız hatırlanmalı, hayvan hakları konusunda batılı hukuk modelleri örnek alınmalı, var olan her canlıya saygı duyulan bir sistem kurulmalı, savcı ve hakimlere hak ettiği yetki verilmeli, hapis cezaları uygulanmalı, hayvan sevgisi çocukluk çağından itibaren verilmeli ve okullarda ders olarak okutulmalı. Ancak bu kavram hayvanlarda farklı şekilde değerlendirilmeli.