6 Kasım tarihi 2001’den bu yana Savaş ve Silahlı Çatışmalarda Çevrenin Sömürülmesini Önleme Günü olarak kabul ediliyor. Yeni bir rapor, iklim değişikliğin çatışma geçmişi olan, zayıf kurumlar ve düşük dayanıklılığa sahip alanlarda mevcut gerilimleri artıran bir işlev gördüğüne dikkat çekiyor.
İnsanlık, uzun yıllar boyunca savaş kayıplarını ölü ve yaralı askerler ile sivil kayıplar, yok olan şehirler ve geçim kaynakları üzerinden hesaplarken, çatışmalar ve savaşların çevreye verdiği hasar göz önüne alınmadı. Bu nedenle Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu, Kasım 2001’de 6 Kasım tarihini “Savaş ve Silahlı Çatışmalarda Çevrenin Sömürülmesini Önleme Günü” olarak kabul etti.
Bu özel günle çevreyle ilgili eylemlerin çatışma önleme, barış koruma ve barış inşa etme stratejilerinin bir parçası olmasının büyük önem taşıdığı ve geçim kaynaklarını ve ekosistemlerin devamlılığını sağlayan doğal kaynakların yok edilmesinin kalıcı bir barışı yaratmanın önündeki çok önemli bir engel olduğu vurgulanıyor.
Çevresel Sorunlar ile Çatışmaların Sonuçları Entegre Edilmeli
Yıllar içinde, özellikle de 20. yüzyılın başından itibaren, çatışmaların ve savaşların tarafları su kaynaklarını kirletti, mahsulleri ateşe verdi, ormanları kesti, toprakları zehirledi ve hatta askeri avantaj elde etmek için hayvanları öldürdü. Çatışmaların neden olduğu çevresel bozulma ve yıkım, yalnızca doğaya zarar vermekle kalmadı, aynı zamanda gıda ve su güvencesizliğini artırarak geçim kaynaklarını yok etti. Özellikle az gelişmiş ülkelerdeki halkları on yıllar boyunca daha da savunmasız bir hale getirdi.
Son 60 yılda meydana gelen tüm iç çatışmaların en az %40’ının, odun, elmas, altın ve petrol gibi yüksek değerli kaynaklar veya tarım arazisi ve su gibi kıt kaynakların sömürüsüyle bağlantılı olduğu belirlendi. Ayrıca doğal kaynakları içeren çatışmaların tekrar etme olasılığının ise iki kat daha fazla olduğu da ortaya kondu. Tahminlere göre, dünya nüfusunun yaklaşık %20’sine denk gelen 1,5 milyar insan çatışmadan etkilenen alanlarda ve kırılgan devletlerde yaşıyor.
Dolayısıyla, 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın (SKA’lar) uygulanması için doğal kaynakların ve çevresel sorunların, planlama ve çatışma değerlendirmelerine entegre edilmesi gerekiyor. Silahlı çatışmalarda potansiyel çevresel etkilerin toplanması, izlenmesi ve paylaşılması için bir mekanizma oluşturulmasına acil ihtiyaç duyuluyor. Çünkü savaşların yıkıcı etkilerinden ve gezegenin ısındığı bu dönemde korunmasına yönelik bir iradenin ortaya konması, doğal çevrenin önceliklendirilmesi, çatışmanın önlenmesi, barışın inşası ve sürdürülebilir kalkınmanın ayrılmaz bir parçası.
Tarihsel Çatışmalarla Ekolojik Tehditler Bir Arada Yürüyor
Barış, güvenlik ve çatışma çözümü konularında araştırmalar yapan bağımsız bir düşünce kuruluşu olan Uluslararası Barış Enstitüsü’nün (International Institute for Peace – IEP) “2024 Ekolojik Tehdit Raporu” çatışma ve savaşların ekolojik sonuçları üzerinde önemli bulgular ortaya koyuyor.
Rapora göre, dünya çapında 207 ülke ve bölgeden 50’si yüksek veya çok yüksek düzeyde ekolojik tehdit ile karşı karşıya. Üstelik bu bölgelerde yaşayan insan sayısının da 2050 yılına kadar iki milyara çıkması bekleniyor.
İklim değişikliğinin tek başına şiddetli çatışmalara doğrudan neden olmadığının belirtildiği raporda, bu değişikliğin çatışma geçmişi olan, zayıf kurumlar ve düşük dayanıklılığa sahip alanlarda mevcut gerilimleri artıran bir işlev gördüğünün de altı çiziliyor. Yine raporda, düşük düzeydeki çatışmaların, büyümeden önce tanımlanması ve ele alınması, bu çatışmaların daha büyük ve daha zorlayıcı sorunlara dönüşmesini engellemek gerektiği vurgulanarak, bu durumun özellikle yüksek ekolojik tehditler ve tarihsel sorunların bulunduğu bölgelerde geçerli olduğu belirtiliyor. Yanı sıra tarihsel olarak çatışma yaşamış, şu anda da yüksek ekolojik tehditlerle karşılaşan bölgelerin özellikle su stresi ve gıda güvenliği konularında yeniden çatışma riski altında olduğuna da dikkat çekiliyor.