Eminönü’nde 1734 hanın 4-5 yıldızlı otellere ve butik işletmelere dönüştürüleceği haberi geldiğinde Semerkant’taydım. Aynı günlerde Kapalıçarşı’da Sandal Bedesteni de boşaltıldı. Bütün bunlar olup biterken restorasyon adı altında neredeyse yeniden inşa edilen Semerkant’ı geziyor olmam, turizm konusunda İstanbul’daki benzeri uygulamaları sorgulamama neden oldu.
Özbekler, Semerkant’ın muhteşem tarihi yapılarını, turist çekmek amacıyla, 1967’de restore etmeye başlamış. Aslında yapılana restorasyon değil de yeniden inşa etmek desek daha doğru olur. Özbek tarihçisi Firdavs Naberayev, yapılanları ünlü Amerikalı yazar ve gazeteci Stephen Kinzer’e şöyle anlatıyor: “Eskiden Semerkant’ta gezinmek çok romantikti. Masal içinde yaşıyor gibiydik. Uzmanlar, akademisyenler yapılan iyileştirmeleri engellemeye çalıştıysa da başarılı olamadı. Hükümet tarihi yerlerin yeteri kadar ‘şirin’ olmadığına ve yeniden yapılmaları, iyileştirilmeleri gerektiğine karar verdi…”
Semerkant’ı gezerken şahit oluyorum ki tarihi binaların restorasyonu yapılırken binaların etrafı da turistler için “iyileştirilmiş.” Registan Meydanı ile Bibi Hanım Camii’ni (Semerkant’ın iki önemli tarihi alanı) birbirine bağlayan Taşkent Caddesi üzerinde yayalar için geniş bir bulvar yapılmış ve her iki tarafına turistik eşya satan, kocaman vitrinli dükkanlar inşa edilmiş. Hemen yanı başında bulunan mahalle, koca duvarlarla çevrilmiş ve mahallenin turistik bölgeyle ilişkisi tümüyle koparılmış. Böylece otantik hiçbir şeyden eser kalmayan saçma sapan bir bölge oluşturulmuş. Akşamları saat 18’de dükkanlar kapandığında, zaten ruhsuz olan bulvar ıssız, anlamsız, hatta hüzünlü bir alana dönüşüyor.
İstanbul’da da durum pek farklı değil. Fatih Belediyesi, Semerkant misali tarihi alanları “iyileştirme”ye meraklı. Bizans’tan kalma 1000 yıllık Tekfur Sarayı’na ahşap pencere ve alüminyum korkuluklar takmışlar, üstüne üstlük bir de çatı yaptırıp içine klima koydurmuş ve bütün bu yapılanları “restorasyon çalışması” olarak tanıtmışlardı. Şimdi de Tarihi Yarımada’nın hanlarını gözlerine kestirdiler. Tarihi hanlar 4-5 yıldızlı otellere, butik işletmelere dönüştürülecekmiş. Milyarlarca dolarlık turizm potansiyeli varmış ve herkes kazanacakmış.
Atilla Dorsay, bu girişimin başkanlığını yapan Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’e şöyle tepki gösteriyor: “Rantı estetiğin önüne koyan, tarihsel bölge yönetmenin gereklerini hiç kavramamış, sadece yatırımı ve rantabiliteyi düşünen (…) Fatih Belediye Başkanı sanki İstanbul’un gözbebeği olan bir yöreyi değil, bir yatırım şirketini yönetiyor!”
Turistler, Otele Bakmaya mı Gelecek?
İstanbul’a döndüğümde Mahmutpaşa’daki Kalcılar Hanı’nda gümüşçülerle konuştum. Haliyle onlar da bu gelişmelere oldukça tepkili. Esnaf, “Buraya otel yapılırsa daha mı güzel olacak? Burası 1500 yıllık bir han. İstanbul’un fethiyle kurulmuş. Hanlar boşaltılırsa otantik değerler, yaşanmışlıklar bitecek. Bu koku, bu hazzı alamayacağız. Buranın otantikliği bozulduğunda gelen turist otele bakmaya mı gelecek? Otel projesi gerçekleşirse sadece tarihi yapılar yok olmayacak. bu hanlarda, kültürel zenginliğimizin bir parçası olan el sanatları da devam ettiriliyor. Ve hanlar otele dönüştürüldükçe oradaki el sanatları da yok olacak.
Ailesi 120 yıldır gümüşçülük yapan bir esnafın tepkisi: “Ailemiz kuşaklar boyunca burada gümüşçülük yapmış. Şu anda kullandığımız tezgah 200 senelik. Aletlerin bazıları dedelerimizden kalma, 100 yıldır burada bu aletleri kullanıyoruz. Bu han gümüş üretiminin kalbidir. Buraya ilgi çok büyük. En meşhur artistinden krallara kadar herkes gelir; daha geçen hafta Avustralya Başbakanı buradaydı. Gümüşçüleri buradan çıkarırlarsa bu han da, bu meslek de bitecek. Tıpkı seneler önceki bakırcılar gibi… Hepsi gitti ve tokmak sesi yok oldu. Bugün satılan bakırlar Çin’den geliyor. Üretimi bıraktık ve tüketime yöneldik. Bize otel değil, zanaatkarları koruyacak kanun gerek. Hanın bakımı, onarımı yapılmalı. Burası için bir şeyler geliştirilecekse meslek odalarıyla işbirliğine gidilmeli.”
Semerkant’ın masalsı güzelliğinin yok edilişini anlatan Firdavs, aynı sözleri İstanbul için söylemiş olabilirdi. Ama bizim için henüz geç değil. İstanbul denen büyüleyici kentin turizm stratejisinin yeniden düşünülmesi gerek. Binlerce yıllık tarihi, kültür birikimini son derece ilkel bir turizm anlayışına kurban etmeye hakkımız yok.
Soma’yı Unutmadık
Soma faciasının 1. yıldönümünde. 301 canı anmak için Soma’da buluştuk. Yürüyüş Ege Linyit Şirketi’nin önünden başladı, merkezdeki madenci heykeli önünde bitti ama aileler devam ederek mezarlığa dek yürüdüler.
Burada yaşanan faciadan sonra psikolojik destek konusunda ciddi bir eksiklik olduğu belirtiliyor. İşsizlik sigortası Temmuz’da bitecek. Ya sonra? Yeraltına tekrar inilecek ama faciaya sebep olan çalışma şartlarında ciddi bir iyileştirme sağlanmadan bu işi sürdürmek zorunda kalanlar çaresiz durumda.
Soma’da iş güvenliği ile bağlantılı ikinci önemli sorun da adalet. Suçun sadece mühendislere yüklenmesini istemiyor aileler; sorumluluğu olan herkesin yargılanması toplumsal vicdan açısından zorunlu. Somalılar bu amaçla 15 Haziran’daki duruşmayı bekliyorlar.