Özel Sektör

Sen Yapmazsan Başkası Yapar

Netameli konular üzerine konuşmak risklidir. Hata yapabilirsiniz; haklı veya haksız büyük eleştirilere uğrayabilirsiniz. Ama özellikle büyük değişimler çağında, netameli konulara değinmeden yeni fikirler ortaya çıkarmak da imkansızdır. Herkesin söylediğini, genel olarak doğru kabul edileni tekrarlamanın herhangi birine veya toplumsal ortak faydaya katkı sağladığı görülmemiştir. Bu yüzden risk alır ve konuşur yazarız…
Bugün bu alanlardan biri de, toplumun temel dinamikleri ve iktisadi yapının değişim yönü. 30 yıl öncesine göre hiçbir şeyin değişmediğini söylemek hiçbir şey söylememek anlamına gelir ama neyin değiştiğini söylemek de hiç kolay değil…
Bence son dönemin en belirgin özelliği, tamamen ticari kâr güdüsüyle kurulmuş olan ve sadece 300 yıllık bir tarihi olan iktisadi girişimlerin, kârla birlikte, toplumsal ve çevresel yarar da üretmeye yönelik bebek adımları. Bu, belki insanlık tarihi kadar eski olan, yardımseverlikten, hayırseverlikten farklı bir durum (fakirlere yardım eden zengin azizler her zaman olmuştur). Birçok kişi ve çevre için bu mümkün görünmüyor. Doğası gereği kârı birincil amaç olarak gören bir yapının, bu kârın azalmasına neden olacak adımları atması oksimoron olarak kabul ediliyor. Yani kendi varlığını inkar eden bir varlık.
Acaba gerçekten öyle mi? Yoksa toplumsal gelişme dediğimiz ve hiçbir zaman nereye yöneleceğini, dip akıntılarının ne zaman açığa çıkacağını bilemediğimiz, bilemeyeceğimiz bu muamma, varolan kurumlara yeni akıllar, yeni pratikler doğurtabilir mi? Tabii bir başka soru da, çevresel ve sosyal fayda üretmek, kâr sağlamanın karşıtı mı?
Bunları her zaman düşünüyorum ama tekrar hatırlamama ve hatırlatmama neden olan birkaç şey oldu (EKOIQ’yu hazırlamak bu tür fenomenlerle karşılaşmak için gayet uygun ortamlar hazırlıyor). Bunlardan biri Novo Nordisk isimli bir İskandinav ilaç şirketinin Sustainia isimli sürdürülebilirlik şirketiyle hazırladığı Birlikte Sağlığı Yaratmak (Co-Creating Health) isimli raporu. Rapor, dünya genelinde, kentlerde daha fazla yürüyüş alanları yaratmak gibi önerilerle toplumsal sağlık seviyesinin nasıl yükselebileceğine dair birçok öneriyi içeriyor. Peki kârını, hastalıklardan elde eden bir şirket, genel sağlık düzeylerini yükselterek kendi bindiği dalı kesmiş olmaz mı? Bu soruya bir başka düzeyden bir yanıtı epey uzun süre önce okumuştum. Ofis içi baskı konusunda dünyanın lider kuruluşlarından biri olan Xerox’un Afro-Amerikalı kadın CEO’su, kurumların ofisiçi baskı düzeylerini azaltmaya yönelik projelerinin kendi işlerini baltalayıp baltalamayacağını soran gazeteciyi şöyle yanıtlıyordu: “Biz yapmazsak, zaten başkaları yapacak ve biz geride kalmış olacağız.”
Görülüyor ki, içinde yaşadığımız ekonomik sistem, rekabet aracılığıyla bu tür bir ilerlemeyi –yarattığı kötülük ve kirlilikten söz etmiyorum; bu zaten elde var bir- hâlâ kendi bünyesinden üretmeye devam ediyor (Zaten bir üretim biçimini yok eden temel itki, bu tür akıllar üretememesidir). Petrol ve silah endüstrisi dünyayı her zamanki yörüngesinde tutmaya çalışırken, bilişim ve yenilenebilir enerji sektörleri dünyayı aksi bir yöne doğru itmeye çalışıyor (Amerika’nın 1861-1865 tarihli İç Savaş’tan bu yana, Obama üzerinden ilk kez bu denli kutuplaşmasının ve karpuz gibi ikiye yarılmasının nedeni de bu değil mi?).
Fosil yakıtlara karşı yenilenebilir enerji; silah endüstrisine karşı bilişim sektörü dikotomileriyle de sınırlı değil durum. Bir de her sektörün rekabet üzerinden kendi içinde yaşadıkları var. Otomotiv devleri halen elektrikli arabayı kendileri için mantıklı bulmayabilir ama birileri çıkar ve küçük ölçekli başlayıp yepyeni bir sektör yaratabilir.
Kısacası, sizin yapmadıklarınızı başkaları yapacak; elinizde olup da yapmadıklarınızı da radikal şeffaflık çağında herkes bir anda öğrenecek. 21. yüzyılda gözlerinizi kapatmak hiçbir şeyin çaresi değil; herkesin gözlerini kapatmak da mümkün değil. O halde ya yürüyecek ve yol alacaksınız ya da yanınızdan geçip gidenleri izlemekten başka çareniz kalmayacak. Durum budur…

About Post Author