#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

Senin Atığın Benim Değerim Benim Atığım Senin Değerin

Döngüsel ekonominin merkezi olma yolunda hızla ilerleyen Hollanda’da hükümetin teşvikiyle şirketler, startup’lar, STK’lar, kamu sektörü, yerel yönetimler ve vatandaşlar enerji, atık, su yönetimi, sağlık, hava kirliliği gibi alanın tüm bileşenlerini kapsayan çalışmalar yürütüyor. Bu çabaların önemli bir aktörü de Amsterdam merkezli bir girişim olan Circle Economy. CEO’su, aynı zamanda iklim değişikliğine dikkat çekmek amacıyla 2007 yılında Avustralya’da başlatılarak 150’den fazla ülkeye yayılan Earth Hour’un (Dünya Saati) da kurucularından olan Andy Ridley ve Circulator projesinin yöneticisi Merve Güvendik ile döngüsel ekonominin neden olmazsa olmaz olduğunu, projelerini, Türkiye’nin bu alanda taşıdığı potansiyeli ve COP21’i konuştuk.
Nevra YARAÇ

Kaynakları çıkarıyoruz, üretiyoruz, kullanıyoruz, atıyoruz, çöp dağları oluşturuyoruz. Her şeyin en yenisini kullanalım istiyoruz ama teknoloji sağ olsun her şey daha “eskimeden” “eski” oluverip bir kenara atılıyor. Trafikte saatler geçirme paha­sına ille de arabamız olsun istiyoruz, sonra da çoğunu park yerlerinde “dinlenmeye” terk ediyoruz. 2050’de 9 milyar insanı beslemek zorunda olacağımız gerçeği bir yanda durur­ken dünyada üretilen gıdanın üçte birini çöpe atmaktan da geri durmuyoruz. Kaynaklar tü­keniyor diyoruz ama bir yandan da daha çok tüketelim diye yanıp tutuşuyoruz.
Bir de şöyle düşünelim: Çöpe atılan, atıl kalan her şey aslında bir değer barındırmaya devam ediyor. Ve biz “doğrusal ekonomi” dediğimiz bu sistemde kendimizi bu değerlerden mah­rum ederken, gezegene de yük oluşturuyo­ruz. Mümkün olduğunca az kayıp üreten bir üretim ve tüketim sistemi öngören “döngüsel ekonomi” ise hemen her şeyin yeniden kulla­nıldığı, geri dönüştürüldüğü, hammadde kay­nağı olarak değerlendirildiği bir dünyaya kapı açıyor. Bu yaklaşımı politika düzeyinde benim­seyen ülkelerin başındaysa Hollanda geliyor. Hükümeti, 2013 yılından bu yana ülkeni döngüsel ekonomiye geçişini destek­lemek için çok sayıda inisiyatif baş­lattı. Eylül 2014’te hayata geçirilen RACE (Realisation of Acceleration of a Circular Economy) programı, dön­güsel ekonomiyi tanımlamayı, başarı hikayelerini bir araya toplamayı ve kamuoyu bilincini artırmayı amaçlı­yor. Hükümetin teşvikiyle şirketler, startup’lar, STK’lar, kamu sektö­rü, yerel yönetimler ve vatandaşlar enerji, atık, su yönetimi, sağlık, hava kirliliği gibi alanın tüm bileşenleri­ni kapsayan çalışmalar yürütüyor. Bu çabaların önemli bir aktörü de Amsterdam merkezli bir girişim olan Circle Economy. CEO’su Andy Rid­ley, aynı zamanda iklim değişikliğine dikkat çekmek amacıyla 2007 yılın­da Avusturalya’da başlatılarak Türki­ye de dahil 150’den fazla ülkeye ya­yılan Earth Hour’un (Dünya Saati) da kurucularından. Ridley ve proje yöneticilerinden Merve Güvendik ile döngüsel ekonominin neden ol­mazsa olmaz olduğunu, projelerini, Türkiye’nin bu alanda taşıdığı potan­siyeli ve COP21’i konuştuk.

Circle Economy ne zaman ve nasıl bir ihtiyaçla kuruldu?
Andy Ridley (A.R): Circle Economy 2012 yılında kuruldu, ben de yakla­şık 10 ay önce ekibe katıldım. Son üç yılda ekip epeyce büyüdü, şu an yaklaşık 20 kişiyiz. Neden kuruldu­ğuna gelince, bence artık döngüsel ekonominin zamanı geldi. Ayrıca 10 yıldır dijital dünyada inanılmaz bir büyüme yaşanıyor. 10 yıl önce, şu anda yaptığımız işlerin hayalini bile kurmak mümkün olamazdı, çünkü dünyayla bu ölçekte ve maliyette bağlantıda olamazdık.
Bir yandan da Pekin ve Delhi’deki hava kirliliği, İngiltere’de yaşanan seller, Kaliforniya’da yaşanan kurak­lıklar, Avustralya’daki orman yan­gınları, Singapur’daki puslu hava… Dünyanın dört bir yanında, yaşadığı­mız yerlerde, gezegenin sınırlarının çok ötesine geçiyoruz. Bu durumu düzeltmemiz lazım. O yüzden Aralık ayında COP21’de olanları olumlu karşılıyorum. Artık başka bir yöne ilerliyoruz ve değişime ihtiyacımız olup olmadığı konusunda kampanya yapma halinden bunu nasıl gerçek­leştireceğimiz üzerine kafa yormaya yöneliyoruz ki, bu konuda da iyim­serim. Ekibimle birlikte, insanlığın, gezegenin ve biyoçeşitliliğin karşı karşıya olduğu büyük sorunların üstesinden, uygulamada nasıl gele­bileceğimiz üzerine düşünüyor ve bunun somut yollarını buluyoruz.

Dünyanın neden döngüsel ekono­miye ihtiyacı var?
A.R: Bunun çok mantıklı bir yanıtı var aslında. Dünyada bir sürü so­run var, insanların da bu sorunlar karşısında farkındalığı artıyor. Çö­züm ise büyük ölçüde, yeraltından bir şeyler çıkarmak, bunlardan bir şeyler yapmak ve sonra da atmak üzerine kurulu doğrusal yaklaşımı nasıl durdurabileceğinizden geçi­yor. Mesele, yaptığınız her şeyin değerini nasıl koruyacağınızla ilgili: Evinizin salonundan arabanızın mo­toruna, yenilenebilir enerjiden ürün ve hizmet tasarımına her şeyde geçerli bu. Harekete geçmemenin sonuçlarınıysa biliyoruz. Döngüsellik bu nedenle çok mantıklı.

Bu noktada, Circle Economy’nin odaklandığı alanlardan bahsedebilir misiniz?
A.R: Circle Economy ilk üç yılında çoku­luslu şirketlerden küçük ölçekli girişim­lere, işletmelerle yakın işbirliği yaparak organizasyonun ya da organizasyonun içindeki hizmetin nasıl daha döngüsel hale getirilebileceğini araştırdı. Şu an yaptıklarımızı gerçekleştirebilmek için önce bunları belirlemek gereki­yordu. Geçen yıl ise araçlar ve prog­ramlara odaklandık. Araçlar tama­men uygulamaya yönelik.
Diğer taraftan kentlerle ilgili bir programa başladık. Pilot kent ola­rak Amsterdam’ı seçtik ve araş­tırmalarımızı yaptık. Burada da kentlerin sunduğu döngüsel fırsat­ları bulmaya çalışarak kentin daha döngüsel bir yolla yönetilmesi için odaklanılabilecek alanları tespit edip uygulamaya yönelik planlar oluşturulmasını öneriyoruz.
Ayrıca inşaat sektörü, gıda ya da imalat sektörlerinin belli alanlarını yeniden tasarlamak amacıyla eylem planları oluşturarak daha döngüsel bir gelecek için endüstride değişim yaratmayı amaçlıyoruz.
Ne tür araçlar geliştiriyorsunuz?
Merve Güvendik (M.G): Ben Circu­lator adını verdiğimiz aracı geliştiri­yorum. E-bay, alibaba.com gibi B2B platformların benzeri, atık malze­melerini başka işletmelere satmak isteyen işletmeler için bir pazarye­ri Circulator. Tekstil endüstrisine odaklandık çünkü petrolden sonra dünyanın ikinci en büyük kirleticisi bu endüstri. Şu an dünyada üreti­len giysilerin üçte biri satılmayarak yakılıyor ya da çöplüklere gönderi­liyor. Bizim yapmak istediğimiz bu kullanılmayan giysileri alıp onlara daha iyi ve daha değerli bir hayat sağlamak, Circulator sayesinde bunu daha da döngüsel hale getir­mek. Talep var, geri dönüştürücüler var; biz de arz ve talebi bu platform­da buluşturmayı planlıyoruz.
A.R: Pilot aşamada tekstile odak­landık ama aynı sistem e-atık ya da inşaat gibi farklı sektörlerde de uy­gulanabilir.

Sadece şirketler mi kullanacak platformu, bireylere yönelik uygu­lamanız da olacak mı?
A.R: Circulator arz ve talep konu­sunda şirket düzeyinde çalışacak ama birey düzeyine nasıl taşıyabi­leceğimiz üzerine de düşünüyoruz. Bir dolu tekstil ürünü insanların do­labında öylece duruyor. Her evden bunları toplayabilirsek hammad­delerin israf edilmesinin de önüne geçmiş oluruz.
Süt sektörü üzerine de çalışıyoruz. Hollanda dünyanın en büyük süt üreticilerinden ve biz de bu endüst­rinin nasıl daha döngüsel hale geti­rilebileceğine dair bir kılavuz hazır­lamak istiyoruz.

Döngüsel ekonomi Türkiye için çok da eski olmayan bir kavram ve bir hükümet politikası haline gel­miş değil şu anda. Hangi ülkeler bu konuda umut vaat ediyor?
A.R: Hollanda hükümeti oldukça teşvik edici bir yol izliyor. RACE (Realisation of Acceleration of a Cir­cular Economy) programı 2014’te başlatıldı. Amaç döngüsel ekonomi­yi tanımlamak, başarı hikayelerini bir araya toplamak ve kamuoyu bi­lincini artırmak. Biz de, döngüselli­ğin pratik uygulamasına yönelik bu programın önemli oyuncularından biriyiz. RACE programı dahilindeki pek çok şey kolaylıkla başka ülke­lerde de uygulanabilir.
Ayrıca Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Frans Timmerman’ın sunduğu “Döngüsel Ekonomi Pa­keti” döngüselliğin politika deği­şiklikleri ve teşvikleri aracılığıyla AB sathında benimsenmesinin hız­landırılmasını amaçlıyor. Döngüsel ekonomi, Çin’in bir sonraki Beş Yıllık Planı’na dahil edildi. Güney Afrika’da Afrika Ulusal Konseyi’nin gündeminde, Papa’nın Laudato Si genelgesinde, C40’ın kentler ajan­dasında ya da Google’ın gelecek planlarında bunu görebiliyoruz.

Döngüsel ekonomi prensiplerinin uygulanması kuşkusuz işbirlikle­rini gerektiriyor. Hangi kurumlar yer almalı bu tür kümelenmelerde?
A.R: Paylaşım ekonomisi, ekonomi­nin dijitalleşmesi çok çeşitli ortaklık­lara kapı açıyor. Süt sektörüyle ilgili projemizde hükümet, çok büyük süt üreticisi kooperatifler, banka ve en­düstriyi küresel düzeyde temsil eden bir organizasyon olacak. Circulator için en küçük girişimlerden küresel bilinirliği olan markalara ve lojistik şirketlerine bir işbirliği sağlanacak. Şüphesiz doğası gereği doğrusal ekonomiden çok daha az rekabetçi bir durum söz konusu. Hollanda’da ve dünyanın diğer yerlerinde birlikte çalıştığımız insanlar, STK’lar, sosyal girişimler, çalışmaya çok hevesli.

üfusu ve tüketim oranları hay­li yüksek olan Türkiye aynı za­manda döngüsel ekonomi için de çok büyük bir potansiyel taşıyor. Türkiye’de hangi sektörler döngü­sel ekonomi uygulamaları için en fazla fırsatı barındıyor sizce?
M.G: Öncelikle gıda ve inşaat sek­törleri geliyor bence. Tarımsal üre­tim ve özellikle İstanbul özelinde in­şaatların sayısı çok fazla. Döngüsel ekonomi düşüncesini bu iki sektöre uygulayabiliriz. Burada dünyanın en büyük ikinci süt üreticisi şirke­tiyle yaptığımız çalışmalardan öğ­rendiklerimiz, Türkiye’nin süt ve gıda sektörlerinde uygulanabilir. Üretime yeniden dönen atıkları dü­şündüğümüzde devasa bir potansi­yel söz konusu.
İnşaat konusunda da örneğin tekstil alanında kullanacağımız Circulator’ı bu sektörde de uygulayabiliriz. Ör­neğin, binayı yıkarken çıkan bütün materyaller yol inşaatı ya da başka şekillerde kullanılabilir. Mimarlık şirketleri inşaatlarda kullanılmak üzere modüler parçalar tasarlıyor artık. 50-60 yıl sonra bu parçaları çıkarıp başka yerlerde kullanabili­yorsunuz. Bir diğer inovasyon ise 3D baskının binalara uygulanabilir olması. Amsterdam’da dünyanın ilk 3D köprüsü inşa ediliyor, 2017’de tamamlanacak.

Peki, insanların günlük yaşantı­larında uygulayabileceği basit çö­zümler neler olabilir?
M.G: Bir şeyler alırken kendime şu soruyu soruyorum: “Bunu gerçek­ten istiyor muyum, buna gerçekten ihtiyacım var mı?” Alışverişe başlan­gıç için iyi bir soru. İkincisi yeni bir şey almak yerine ikinci eli var mı diye bakıyorum. Bunun için çeşitli hizmetler de var. Örneğin giysi kü­tüphanesi Amsterdam’da kullanılan iyi bir iş modeli. Aklınıza gelmeye­cek eşyaları bulabileceğiniz başka paylaşım platformları da var ve sa­yıları giderek artıyor.

  1. R: Örneğin 10 tane bıçak almak yerine bir bıçak bileyici almalıyım. Ama bunu da belki beş yılda bir kullanacağım. Çözüm, bir paylaşım platformundan çok düşük bir bedel­le bileyiciyi ödünç almak.

Trafiğin çok yoğun olduğu İstanbul’da garajınızda yatan araba­yı düşünün. Hollanda’da arabaların zamanın %93’ünde atıl halde. Ürün­lerin %90’ı da altı aydan sonra hiç kullanılmıyor. Oysa her ürün içinde hammaddeler barındırır, çöpe atılan değerdir. Bu şekilde düşünmemiz, daha akıllı bir yaşam standardı oluş­turmamız lazım.
M.G: Evlerimizde de atık yaratıyo­ruz ama bunları değerlendiren akıllı insanlar var. Örneğin kahve atıkla­rında mantar yetiştiriyorlar. Çok kahve içiyorsanız evinizde bunu yapabilirsiniz.
A.R: Ezberleri bozduğunuzda bu tarz basit fikirler yaşayabilir iş mo­dellerine dönüşebiliyor ve tarım, süt üretimi ya da kentlerle ilgili ölçek­lendirilebilir sistemlere kapı açıyor.

COP21 ve Paris Anlaşması nasıl bir değişim yaratacak sizce?
A.R: Kentler İklim Liderlik Grubu’nun (Cities Climate Leaders­hip Group-C40) rolü ve kentlerin giderek daha güçlü hale geldiği­ni görüyoruz. Kentler genellikle emisyonların azaltılması anlamında önemli görülse de vatandaşlarının yaşam tarzlarını anlamak da önemli. Bu anlamda zirvede o kadar güç­lüydüler ki, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande da C40 toplantı­sına katıldı. 2009’da Kopenhag’da yapılan COP15’e de katılmıştım ama orada her şey çok farklıydı. COP21’in açılışında ABD Başkanı Barack Obama ve Çin Devlet Baş­kanı Şi Cinping’in olması da önem­li bir fark yarattı. Zirve sırasında Chennai’de sel felaketi yaşandı. Bu, orada yaşayanlar için korkunç bir durum olsa da bir şeyler yapmamız gerektiğine dair bir hatırlatıcı oldu. Bence COP21 sonunda varılan an­laşma bir dönüm noktası. 2 derece yerine 1,5 derece hedefi çok önemli bir sonuç. COP21 sonrası dünyada tutumlarımız ve enerjilerimizi de yeni bir safhaya taşımamız şart. Ar­tık “iklim değişikliğiyle mücadele edecek miyiz” aşamasından seragazı salımlarında vaat edilen azaltımları sağlamaya ve kentlerimizi, işletme­lerimizi, bölgelerimizi ve evlerimi­zi mümkün olan en hızlı ve etkin biçimde buna uygun hale getirme aşamasına geçmemiz gerekiyor. Bir yandan eli kulağındaki felaketi önlerken bir yandan da ekonomik sistemimizi iyi işler hale getirecek önemli ve somut kararlar almamız gerekiyor. Ama değişimler sadece iş­yerleri ve üretim aşamalarında değil, evlerimizde de gerçekleşmeli. Müm­kün olan her şekilde değeri koru­malı ve paylaşmalıyız. Döngüsellik burada sadece ayakizimizi küçült­mede değil gezegenle uyum içindeki gelecek vizyonunu şekillendirmede de kilit bir rol oynuyor. İklim ve çevre tartışmalarına korku ve umur­samazlık hakimdi, şimdi bunları ino­vasyona, isteğe ve uygulanabilirliğe dönüştürmemiz lazım.

EkoIQ Editör