Dünya Kaynakları Enstitüsü’nden Nate Aden’ın geçen ay yayımlanan çalışması, bazı ülkelerin seragazı salımlarını azaltırken ekonomik büyümelerini devam ettirebildikleri; dolayısıyla seragazı salımı ve Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) arasındaki doğrusal ilişkiyi “ayrıştırabildikleri” bulgularına yer vermiş ve çok ses getirmişti. Arif Cem Gündoğan, son dönemde bu alanda yapılan çalışmaları incelediği yazısında “Seragazı salımlarını azaltırken ekonomik büyümeye devam etmek mümkün mü” sorusuna yanıt arıyor…
Arif Cem GÜNDOĞAN, Ekoloji Kolektifi Derneği
Hatırlayacaksınız, geçtiğimiz günlerde Dünya Kaynakları Enstitüsü’ne (World Resources Institute-WRI) bağlı bir araştırmacının analizi iklim değişikliği ile mücadele bağlamında aktivitelerini sürdüren hemen tüm kişi, kurum ve medya organlarının ilgisini çekmiş, geniş yankı uyandırmıştı. Nate Aden (2016) imzalı çalışmada dünya üzerindeki bazı ülkelerin seragazı salımlarını azaltırken ekonomik büyümelerini devam ettirebildikleri; dolayısıyla seragazı salımı ve Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) arasındaki doğrusal ilişkiyi “ayrıştırabildikleri” bulguları yer alıyordu. Aden, çalışmasında BP Dünya Enerji İstatistikleri ve Dünya Bankası Kalkınma İndikatörleri’nden (özellikle GSYH verisinden) yararlanarak 67 ülke için 2000-2014 dönemini kapsayan bir analiz gerçekleştirmiş; toplamda 21 ülkenin iklim değişikliğini tetikleyen seragazlarından en kritiği olan karbondioksit (CO2) salımlarını azaltırken ekonomik büyümesini (GSYH’nin % değişimi cinsinden) sürdürmeyi başardığını göstermişti.
Aden’ın analizinde çarpıcı bir örnek olarak ABD öne çıkıyor, ancak yanıltıcı olmasın; çalışma sonuçlarına göre miktar olarak en fazla salım azaltımı yapmayı başarmış ülke -382 MtCO2 ile ABD oldu. Ancak bunu orana (%) vurduğumuzda ABD’nin cilalı başarısı yalnızca -%6’lık bir azaltıma denk geliyor. ABD’nin aynı süreçte GSYH’sini %28 oranda artırdığı da belirtiliyor. Birleşik Krallık örneğinde ise ülkenin seragazı miktarını -%20 oranında azaltırken GSYH’sini %27 arttırmayı başardığı görülebilir. Aden’ın çalışmasında ekonomik büyümeyi sağlarken çevreye verilen zararı (bu örnekte dar kapsamda düşünecek olursak seragazı salımı miktarını) azaltmayı başarabilen 21 ülke Şekil 1’de görülebilir.
Analizdeki “ayrışma/ayrıklaştırma” (decoupling) kavramına birazdan değineceğim ancak Aden’ın çalışmasındaki Birleşik Krallık örneğine biraz daha odaklanmakta fayda var. Çalışmada sunulan grafiği (Şekil 2) şu şekilde özetlemek mümkün: Birleşik Krallık’ın GSYH’si 2000 yılı seviyesine göre artarken, seragazı (bu örnekte sadece CO2 kapsanmış) salım miktarındaki değişim azalma yönünde seyrediyor.
Tabii bu grafik bize Birleşik Krallık’taki seragazı salım azaltımının nasıl başarıldığını veya nereye kaydığını göstermiyor oluşu itibarıyla aslında sadece tek açıdan bilgi sunuyor. Biraz daha açmak gerekirse, Birleşik Krallık sınırları içerisinde seragazı salımı azaltımı başarılmış olsa da bu azaltımda belki de bazı sektörlerin ucuz işgücü ve hammaddenin bulunduğu -örneğin- Çin’e kayışının bir payı olabilir veya Birleşik Krallık’ta tüketilen ürünlerin daha fazla kısmının ithal edilerek tüketildiği, dolayısıyla bu ürünler üretilirken salınan seragazlarının hesaba dahil edilmemesi sebebi rol oynamış olabilir…
Nasıl bir Ayrışma?
İngiltere’de faaliyet gösteren Carbon Brief adlı ve özellikle iklim değişikliği odaklı haberler ve analizler sunan kuruluştan Simon Evans ve Sophie Yeo’nun yeni çalışması aslında tam da bu noktada devreye giriyor. İkili, WRI çalışmasından hemen sonra daha kritik bir gözle benzer bir analizi tüm dünya ülkeleri için tekrarladı. Sonuçlar enteresan… Evans ve Yeo (2016), 2000-2014 dönemi için 45 ülkenin seragazı salımlarında azaltım sağladığını, bunlardan sadece 35’inin aynı zamanda GSYH’lerini yükselttiklerini tespit ettiler. Carbon Brief bu 35 ülkenin salım miktarlarına ithal tüketim kaynaklı (ve ülke sınırları içinde gerçekleştirilmediği için önceki analize dahil edilmemiş olan) seragazı salımları açısından da ayrıntılarıyla bakıyor. Elde ettikleri bulgular ithal tüketim kaynaklı salımların toplamda belirgin payı olmasına rağmen 21 ülkenin 2000-2013 dönemi içerisinde CO2 GSYH ayrışmasını başarabildikleri ni destekler nitelikte. Ancak nasıl bir ayrışma?
Aden, Evans ve Yeo her ne kadar optimist bir sonuç bölümü kaleme almış olsalar da asıl sıkıntı belki de “ayrışma/ayrıklaştırma” kavramının farklı boyutlarının sorgulanmamış olmasından kaynaklanıyor. Birim başına elde edilen ekonomik getiri/çıktı artarken çevresel maliyetlerin sabit kalması veya azaltılması (yani ayrışması/ayrıklaştırılması) mümkün mü sorusu oldukça uzun süredir tartışılan bir konu. Bu noktada ayrışma kavramının “göreceli” ve “mutlak” olarak ikiye ayrıldığını hatırlatmakta fayda var. Joshua Nelson (2010) bu kavramları şöyle özetliyor: Göreceli ayrışma bir birim ekonomik çıktıya karşılık gelen çevresel zarardaki azalmayı ifade ederken mutlak ayrışma ise, çevresel zararın/baskının “mutlak şekilde” azaldığı (veya diğer deyişle GSYH artış hızından daha hızlı şekilde azaldığı) durumda mümkün olabilir. WRI ve Carbon Brief’te yayınlanan çalışmaların sordukları soru bu bağlamda eksik kalıyor ve dolayısıyla buldukları cevabın (insan kaynaklı iklim değişikliği) problem(in)e deva olmadığı altı ısrarla çizilmesi gereken bir gerçek. Bunu ispat edebilmek için öncelikle insan kaynaklı iklim değişikliğinin “kümülatif” ile yakından ilgili bir problem olduğunu hatırlayalım.
Kolektif Çaba, Kümülatif Azaltım
Atmosferdeki toplam seragazı miktarı artmaya devam ettiği sürece bazı ülkelerin ne denli azaltım yaptığının maalesef hiçbir önemi yok. Kolektif bir çaba ve kümülatifte azaltım sağlayabilmek elzem. Şimdi, tüm bu boyutları alıp WRI ve Carbon Brief analizlerini yeniden düşünmek için soruyu belki de başka türlü sormamız gerekir. İnsan kaynaklı iklim değişikliği problemine çare olabilecek düzeyde bir GSYH/CO2 salımı “mutlak ayrışması” yaşanıyor mu? Bir başka ifade ile dünya üzerindeki ülkelerin kümülatif seragazı salımları toplam GSYH artışından çok daha hızlı mı azalmakta? Soruyu buradan sorduğunuzda değişimin hızının ve boyutunun asıl derde deva olmaktan çok uzakta olduğunu göreceksiniz. Nitekim önde gelen iklimbilimciler gerek “karbon bütçesi” gerekse karbon yoğunluğu kavramları üzerinden bakıldığında günümüzde anlaşıldığı şekliyle “büyümeye” endeksli ekonominin iklim değişikliği problemine etkin çözüm üretebilecek hızda ve miktarda seragazı salım azaltımına olanak tanımadığında hemfikirler.
Carbon Brief ve WRI çalışmalarından hemen sonra Norveç Disiplinlerarası İklim Değişikliği Araştırma Merkezi CICERO’dan Glen Peters’ın önceki bir çalışmasına (2012) dair sosyal medyadapaylaştığı grafik aslında burada tartışmaya açılan konuyu en iyi özetleyen grafik sayılabilir (Şekil 3). Peters bu grafikle özetle WRI ve Carbon Brief analistleri tarafından gözlemlenen durumun (21 ülkenin 2000-2014 dönemi için karbon yoğunluğunda görece ayrışmayı başarmış olması) yukarıda bahsi geçen koşulu sağlamıyor ve iklim değişikliğine çare olmanın yakınından geçmiyor oluşunu çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. Problemle etkin mücadele için karbon yoğunluğunun kümülatif seragazı salımlarının artışından çok daha hızlı şekilde azalıyor olduğunu gözlemlememiz gerekli. Bu da henüz sevinmek için ortada bir sebep bulunmadığını ve her ülkenin üzerine düşeni yerine getirmediğini bir kez daha bizlere hatırlatıyor.
Sadede gelirsek… Seragazı salımlarını azaltırken ekonomik büyümeye devam etmek mümkün mü? Tüm dışsallıkları ile evet, seçilen döneme göre göreceli ayrışmayı başaran ülke örnekleri mevcut. Ama bizi acilen ilgilendirmesi gereken asıl soru şu: seragazı salımları ve bildiğimiz anlamda ekonomik büyüme arasında mutlak bir ayrışma söz konusu mu? Net şekilde hayır. İklim değişikliğine gerçek bir çözüm üretmek için gereken reçeteyi bilim insanları yıllar önce önümüze koydu (seragazı salımlarını mutlak şekilde azaltmak) ve bu reçeteye uymanın en öncelikli yolu da belli. Fosil yakıtların artık kullanılmaması. Bildiğimiz anlamdaki “ekonomik büyüme” anlayışının buna pek kulak asmadığı ve bizi iyi bir yere çıkarmayacağı açık… Paris Anlaşması’nın bilim insanlarının tespitlerine rağmen yarattığı (temeli sallantılı) olumlu havayı destekleyen örneklerin toplamı devede kulağı geçmese de, gittikçe artan şekilde sorumluluk alan ulus devletler dışındaki farklı aktörlerin (sosyal hareketler, STK’lar, yerel yönetimler, şirketler vb) bu gerçeği sürekli akılda tutarak ivmeyi artırması umudu beslemeye devam ediyor.
Kaynaklar:
n Aden N. (2016). The Roads to Decoupling: 21 Countries Are Reducing Carbon Emissions While Growing GDP. World Resources Institute. (https:// www.wri.org/blog/2016/04/roads-decoupling-21-countries-are-reducing-carbon-emissions-while-growing-gdp)
n Evans S., & Yeo S. (2016). “The 35 countries cutting the link between economic growth and emissions”. Carbon Brief . org/the-35-countries-cutting-the-link-between-economic-growth-and-emissions)
n Nelson J. (2010). Decoupling Demystified. (https:// steadystaterevolution.org/decoupling-demystified/) Yazının Türkçe çevirisine . com/2014/03/14/what-is-decoupling-translation/ adresinden ulaşmanız mümkündür.
n Peters, G., P. Marland, G., Le Quéré, C., Boden, T., Canadell, J. G., & Raupach, M. R. (2012). Rapid growth in CO2 emissions after the 2008-2009 global financial crisis. Nature Climate Change, 2(1), 2-4.