#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

 “Sıfır Atık için Plana, İstikrara ve Vatandaşın Katılımına İhtiyaç Var”

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hayata geçirilen “Sıfır Atık” projesi, israfın önlenmesini, kaynakların daha verimli kullanılmasını, sebeplerinin gözden geçirilerek atık oluşumunun engellenmesi veya minimize edilmesini, atığın oluşması durumunda ise kaynağında ayrı toplanması ve geri kazanımının sağlanmasını hedefliyor. Marmara Belediyeler Birliği Çevre Yönetimi Koordinatörü Ahmet Cihat Kahraman, projeyi değerlendirdi.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yü­rüttüğü Sıfır Atık Projesi’ne ilişkin değerlendirmenizi alabilir miyiz? Dünyada bu konuda ciddi çalışmalar yürüten ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’nin hedeflerini nasıl görü­yorsunuz?

Sıfır Atık Projesi bilindiği üzere hak­kında bir mevzuat hazırlığı olduğu için ve çok yakında bu mevzuatın resmiyet kazanacağı bilindiği için bir projeden ziyade artık ulusal bir politika halini alıyor. Cumhurbaşkanlığı nezdinde konuya dikkat çekilmesinin çok sevin­dirici olduğuna ve önemli fırsatları da beraberinde getireceğine inanıyorum. “Sıfır Atık” aslında çok iddialı bir mot­to. Atık yönetiminin görece daha iyi yürütüldüğü Avrupa ülkelerinde ve AB perspektifinde sıfır atık kavramın­dan ziyade “sıfır atığa yakın” (near zero waste) tabiri benimseniyor ancak çarpıcı ve sarsıcı olması nedeniyle Sı­fır Atık kavramını yerinde görüyorum. Sıfır Atık kavramını bir algı olarak dün­yadaki benzer uygulamalardan farklı kılan bir yanı da “israf” karşıtlığının vurgulanması ve bunun bir medeniyet tasavvurundan beslenmesi. Bir tüketim veya kullanım sonrasında eğer hiç atık olsun istemiyorsak, atık olmayacak bu materyalin tekrar ekonomik bir anlam ifade etmesi gerektiği sonucuna çıkıyo­ruz ki burada da “döngüsel ekonomi” kavramı vücut buluyor.

Alışılmışın aksine, “kaynak kullan, ih­tiyaca göre dönüştür, ihtiyacını karşıla, uzaklaştır” şeklinde kabaca formülleş­tirilen doğrusal ekonomiden uzaklaşıp, bu formüldeki her sürece etkin bir atık yönetimi mekanizması eklemlendiğin­de, atık ve hammadde kavramları ara­sındaki fark da gitgide belirsizleşiyor. AB’nin 2030 yılı için döngüsel ekono­mi paketinde evsel atıkların ve amba­laj atıklarının ayrı ayrı geridönüşümü hedefleri var, bunun yanında bertarafa ilişkin hedefler de bulunuyor. Evsel atıkların %65’inin geridönüşümü en radikal hedef belki de. Giderek atık­ların depolanmasından uzaklaşan Av­rupa, 2030 yılına kadar evsel atıkların maksimum %10’unun depolanmasını sağlamayı taahhüt ediyor. Plastikte %55’ten, kâğıtta %85’lere varan amba­laj atıklarının geridönüşümüne ilişkin hedefler de yer alıyor bu pakette.

Türkiye’nin “Ulusal Atık Yönetimi Ey­lem Planı”na Sıfır Atık perspektifiyle baktığımızda, mottolar yerini gerçek­lere bırakıyor. Bugün ülkemizde evsel katı atığın neredeyse %90’ı depolana­rak bertaraf ediliyor, geri kalanı ise ge­ridönüşüm ya da geri kazanım metot­larıyla ekonomiye kazandırılıyor. 2023 yılında depolanan miktarı %65’e indir­mek; ambalaj atıkların geridönüşümü­nü %12’ye, biyometanizasyonu %15’e ve termal geri kazanımı da %8’e çıkar­mak üzere geridönüşüm ve geri kaza­nım oranını %35’e çıkarmak hedefle­niyor. Ülkemizin teknik donanımları dikkate alındığında son derece müte­vazı hedefler bunlar, asla erişilemeye­cek hedefler değil. Üstelik Sıfır Atık rüzgarıyla çok daha pozitif senaryolar­la karşı karşıya kalabiliriz. Ancak Sıfır Atık mevzuatının etkin kurgulanması çok önemli. Konteynerler ile caddeler­de ambalaj atıklarını biriktirmek sure­tiyle geridönüşüm miktarını artırabilir, depolanan hacmi belki bir nebze azal­tabiliriz, fakat sürdürülebilir bir sistem kuramayacağımız kesin. Çünkü amba­laj atıklarının sokaklardaki biriktirme ekipmanlarına inmesi demek, sistemi iyileştirmeye hiç kaynak aktarmaksızın, illegal toplayıcıların ekmeklerine yağ sürmek demektir. Plana ve istikrara ihtiyacımız var, vatandaşı da bu plana katmaya ve istikrara ikna etmemiz ge­rekiyor. Özellikle büyükşehirlerdeki her hane, ne zaman ambalaj atıklarını, ne zaman çöplerini kapıya indirmesi gerektiğini bilmeli. Sıfır Atık mevzu­atının, bu sistematiğin sağlanması için yasal bir fonksiyonu olmalı. Mevzuatın ayrıca Sıfır Atık yönetimini ihlal eden, sistemi sabote eden, manipüle eden taraflara karşı bir yaptırım gücü de barındırması gerekiyor. Aksi takdirde sandalyenin bir ayağı hep aksayacaktır maalesef. Son olarak her ne kadar ilgili diğer hukuki metinlerde belirtilse de, atık yönetiminin finansmanına da deği­necek bir iki cümlenin mutlak suretle böyle çatı bir mevzuat metninde yer alması gerektiğini düşünüyorum.

Çevre Kanunu’nda yapılan değişiklik ile “Sıfır Atık yönetim sistemini ku­ran ve uygulayan belediyelere, il özel idarelerine, kurum, kuruluş ve işlet­melere bakanlıkça teşvik uygulama­sı yapılması”, “geri kazanım katılım payı”, “depozito uygulaması” gibi teş­vik ve önlemleri nasıl değerlendiri­yorsunuz? Mevcut yapıda uygulama­yı kolaylaştıracak ya da zorlaştıracak faktörler neler olacaktır? Bu zorlukla­rın aşılması için önerileriniz nelerdir?

Öncelikle belirtmeliyim ki atık yöneti­minde ekonomik araçların yeteri kadar efektif kullanılmaması ülkemizin çok önemli bir problemiydi. Ancak 10 Ara­lık 2018’de Resmi Gazete’de yayınla­narak hayatımıza giren Çevre Kanunu ile ilişkili değişiklikler bu eksiklikleri giderme konusunda önemli adımlar atıyor. Bundan sonrası da çok önemli. Teşvike ilişkin usul ve esaslar henüz netlik kazanmadı, bakanlık bunları bir yönetmelikle düzenleyecek ancak yal­nız bunları değil depozito uygulaması­nın da usul ve esaslarının belirlenmesi gerekecek. Bu süreçte bakanlığı doğru bilgilendirmek, sağlıklı verilerle bes­lemek sistemin tüm paydaşlarının en önemli sorumlulukları arasında yer alı­yor, özellikle de belediyelerin.

Bakanlık tarafından yerel yönetimlere uygulanacak teşvik çok önemli. Bilin­diği gibi yerel yönetimlerin faaliyet ala­nı her geçen gün fiili olarak artıyor. Bu artış içerisinde bazen çevre yönetimine ilişkin faaliyetler yeteri kadar önem arz edemeyebiliyor. Bu teşviklerin atık yö­netimi ve çevre hassasiyetinin temini konusunda itici güç olacağına inanıyo­rum. Bunun yanında sistemin adaleti açısından, Sıfır Atık yönetimini kur­mamakta direnen, buna yeteri kadar önem atfetmeyen belediyelere yönelik bir yaptırım olması gerekiyor ki, poli­tikanın ulusal bütünlüğü sağlanabilsin. Yönetmelik hazırlanması sürecinde ba­kanlığımız bu konuyu da mutlaka dik­kate alacaktır.

GSYH’den yaklaşık %0,5 seviyelerin­de çevre koruma harcamalarına pay ayırıyoruz, Avrupa ortalamasında bu oran %0,65 seviyelerinde ancak çevre hassasiyeti yüksek Hollanda gibi ülke­lerde %1,5 seviyelerine kadar çıkıyor. Çevre koruma harcamalarının %95’i ise yerel yönetimler eliyle yapılıyor. Peki nedir bu çevre koruma harcama­ları? Oranlar çok çarpıcı: Toplam çevre koruma harcamalarının %62’sini atık, %13’ünü ise atık su oluşturuyor, diğer kalemler de %25 ile temsil ediliyor. Hâlâ büyükşehirlerde günde en az bir defa çöp toplanırken, yerel yönetimler tarafından yapılan bu harcamaların çok efektif olmadığını söyleyebiliriz belki. Ancak merkezi yönetim ile yerel yöne­timler arasındaki teşviki konu alan bu ilişkinin, harcamaların verimliliğini de artıracağına inanıyoruz.

Çöp toplama konusu gerçekten çok önemli, Marmara Belediyeler Birliği olarak yaptığımız bir çalışma bize gös­terdi ki İstanbul’un çeşitli yerlerinde günde beş kere çöpü alınan caddeler, muhitler var. Bu asla sürdürülebilir bir mekanizma değil. Çeşitli Avrupa kentlerinde iki haftada bir çöp toplama periyotlarıyla karşılaşıyor ve harcanan kaynaklara acıyoruz. Eğitim ve ekonomik araçların uygulanması ile davranış alışkanlıklarında radikal değişiklikler beklemek ve daha az kaynakla daha et­kin bir atık yönetimini inşa etmek işten bile değil. Biliyorsunuz “Genişletilmiş Üretici Sorumluluğu” diye bir finans mekanizması var. Son kanun değişik­liğindeki geri kazanım payı ve depo­zito uygulamalarını bu mekanizma ile izah etmek mümkün. Atık üreticileri, piyasaya sürenler ve ithalatçıların olu­şumundan sorumlu oldukları atıkların oluşumundan toplanmasına, geridö­nüşümünden bertarafına kadar tüm süreçlerde mali sorumlulukları bulu­nuyor. Bu zamana kadar üreticilerin kurdukları ve kâr amacı gütmeyen or­ganizasyonlar, bakanlık tarafından yet­kilendirilmek suretiyle sisteme dahil ediliyor, üreticiler ve piyasaya süren­lerin mali sorumlulukları bu organizas­yonlar eliyle yerine getiriliyordu. Son değişiklikle bu yapıda önemli değişik­liklerin olması muhtemel. Artık Geniş­letilmiş Üretici Sorumluluğu gereği, atık oluşumundan sorumlu tarafların oluşması muhtemel atık miktarınca peşinen bir katkı payı vermeleri bek­leniyor. Bu katkı paylarının sistemin kapasitesini geliştirmek üzere kullanı­lacağı bilinirse, çok faydalı olacağına inanıyorum. Fakat süreç içerisinde her aşamada şeffaflık ve hesap verebilirlik çok önemli. Ayrıca ülke olarak önem­li bir veri problemimiz var. Bu prob­lemden kaynaklı ne etkin bir planlama yapılabiliyor ne de yaralara merhem olacak akademik çalışmalar sunulabili­yor. Tüm paydaşların faaliyet alanı ile ilgili her süreci sayısallaştırmaları ve ölçmeleri çok önemli. Tüm bu verile­rin de açık kaynak olarak paylaşılması gerekiyor. Son olarak belirtmem gere­kiyor, ülke olarak uluslararası organi­zasyonlarda birtakım ekolojik hedefler belirliyor, taahhütlerde bulunuyoruz. Bu taahhütlerin yerine getirilmesi ve hedeflere erişilmesi her sürecin sayı­sallaştırılmasından, gelişmelerin kay­dedilmesinden geçiyor. Yani küresel hedeflere varmak için yerel adımlar atmamız gerekiyor.

EkoIQ Editör