“Küreselleşmeyi Pandora’nın kutusuna benzetmek mümkün” diyor Türkiye Etik ve İtibar Derneği Kurucu Genel Sekreteri Tayfun Zaman ve ekliyor: “Açıldığında dünyaya saçılan gelir eşitsizliği, adaletsizlik, vahşi kapitalizm uygulamaları ile mücadele etmemizi sağlayacak tek umut olan etik de aynı sandığın içinden çıktı; sosyal ve kültürel küreselleşmenin özü olan etiği ve sorumlu dünya vatandaşlığı kavramını tekrar o kutuya sokmak ise mümkün değil.”
Barış DOĞRU
2016 yılı bir hayli çalkantılı bir yıl olarak tarihe geçti. Dünyada küreselleşme karşıtı bazı hareket ve söylemlerin yükseldiği görülüyor. Brexit ve Trump iki bariz gösterge ama hem Avrupa hem de birçok gelişmekte olan ülkede “izolasyonist”, içekapanmacı veya anti küreselci diyebileceğimiz siyasal akımlar güç kazanıyor. Ancak insanlığın geleceği için temel eğilimler her zaman ulusüstü, uluslararası mekanizma ve hareketlerden geliyor. Siz, TEİD Kurucu Genel Sekreteri olarak bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bu sorunuza cevap verebilmek için gelin, 300 yıllık kapitalizm ve globalleşme sürecinin ana duraklarına uğrayacağımız bir yolculuk yapalım…
Klasik politik ekonominin başlangıcı sayılan Adam Smith’in Milletlerin Zenginliği eseri ile başlayan birçok çalışma, bizlere serbest piyasa ekonomisi ve kapitalizmin temel dinamiklerini anlatmaya başlayalı 300 sene oldu. Elbette klasik ekonomi geleneğinin diğer önemli figürlerini unutamayız ancak bir etik (ahlak felsefesi) profesörü olması ve ekonomik çıkarım ve teorilerinde bu felsefe dalının izlerine rastlıyor olmamız Smith’i bu cevabın da kalbine yerleştiriyor.
Ekonominin görünmez elinin doğru çalışabilmesi ve rekabetin, bir anlamda Darvinist etkisini etkin gösterebilmesi için etik pahasına yaşanacak vahşi bir kapitalizmin değil, etik ile güçlenen sorumlu bir kapitalizmin yaşanıyor olması gerekiyor.
Her ne kadar serbest piyasa ekonomisi teorileri günümüzden 300 sene öncesine dayansa da modern ekonomi tecrübemizin 2. Dünya Savaşı’nın bitimi ile günümüz arasındaki 70 yıla sıkışmış olduğunu gözden kaçıramayız. Ve bu 70 yıldaki kapitalizm maceramızın içine, biri deregülasyon, biri global olmak üzere iki ekonomik kriz, bir ultra regülasyon, iki uluslararası yolsuzlukla mücadele sözleşmesi sığdırdık ve hâlâ “sorumlu kapitalizm” idealimizden, dolayısıyla sağlıklı bir küreselleşme pratiğinden çok uzağız. Bu durumun, tüm dünya halklarına bir başarısızlık hissi verdiğini söylemek sanırım yanlış olmaz.
Başarısızlık hissi ile yuvarlanmaya başlayan bu kartopunun bir güvensizlik çığına dönüşmesi ve ekono-politik dinamikler üzerine kurulmuş uluslararası paktlara karşı bir reaksiyon ile sonuçlanması kaçınılmazdı.
Durum tespitini böylece yaptıktan sonra sorunuza, sevgili dostum ve akıl hocam Aziz Yardımlı’dan bir alıntı ile cevap vermeye gayret edeceğim: “Ekonomik olarak, küreselleşme, bütün bir yeryüzünün tek bir pazar biçimini kazanması anlamına gelir. Toplumsal olarak, küreselleşme, yurttaş toplumunun evrensel toplum modeli olarak gerçekleşmesi, dünya toplumlarının tek bir toplumun, yurttaş toplumunun karakterini kazanması demektir. Kültürel olarak, küreselleşme, kültürel – çoğulculuğun eksiksiz uygarlık düzleminde ortadan kaldırılması, gerçek insan değerleri düzleminde tüm kültürlerin eşit ölçüde yüksek, eş deyişle ideal olarak türdeş yapılar kazanmasıdır.” (Küreselleşme ve İş Etiği, Aziz Yardımlı, INmagazine, Sayı 3)
Küreselleşmeyi reddetmek ve içe kapanmanın getireceği riskler; küreselleşmeyi idealine yaklaştırmak mücadelesi sırasında yaşanacak hayal kırıklıkları karşısında o kadar büyük; bu yenilgi ile ortaya çıkacak yeni dünya, sosyal ve kültürel küreselleşmenin getirebileceği zenginliklerden o kadar mahrum ki izolasyonist yönelimi anlamak benim için mümkün değil.
Küreselleşmeyi Pandora’nın kutusuna benzetmek mümkün. Açıldığında dünyaya saçılan gelir eşitsizliği, adaletsizlik, vahşi kapitalizm uygulamaları ile mücadele etmemizi sağlayacak tek umut olan etik de aynı sandığın içinden çıktı; sosyal ve kültürel küreselleşmenin özü olan etiği ve sorumlu dünya vatandaşlığı kavramını tekrar o kutuya sokmak ise mümkün değil. O bakımdan, son birkaç yılın sıkıntılarını içe kapanarak değil, liberalizm yerine aklın ve sorumlu dünya vatandaşlığı kimliğinin gereğince yaşanacağı ekonomik küreselleşme için çabalamaya devam ederek çözebileceğimizi düşünüyorum.
2016 yılında yolsuzluğa karşı kurumsal dünyadaki mücadelede gerçekleşen en önemli değişim sizce neydi? Sanırım çoğu ülkedeki birçok değişik standardizasyonu bir araya getirecek yeni bir standardizasyon ortaya çıktı… ISO37001 için, yolsuzlukla mücadele standartlarına hükmedecek bir yeni çıta diyorsunuz. Bizim dergimizin ana yayın politikası ve hattı olan “Sürdürülebilirlik” çalışmaları için nasıl bir etkiye sahip bu yeni standart?
Yolsuzluk öyle kötü bir manzara ki hangi pencereden bakarsanız bakın etkisinin dünya için yıkıcı olduğunu görmemek mümkün değil. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre dakikada 21 çocuğun önlenebilir sebeplerden öldüğü, 1 milyar insanın hayatlarında hiç elektrik görmeden yaşayıp öleceği dünyada yolsuzluğa ödenen para, Dünya Bankası verilerine göre takribi 1,3 trilyon dolar. Aynı kaynaklar, yolsuzluğun gelişmekte olan ekonomilerdeki iş yapma maliyetini %20 kadar artırdığını söylüyor. Yani ister sürdürülebilirlik perspektifinden ister sorumlu bir dünya vatandaşı perspektifinden, isterseniz de ekonomik verimlilik arayışındaki bir şirket perspektifinden bakın, yolsuzluk sizi ürkütüyor olmalı.
Prof. Djordjija Petkoski, 2010 yılında, Etik ve İtibar Derneği’nin ilk zirvesinde yaptığı konuşmada “Yolsuzlukla olan savaş, sadece yolsuzlukla mücadele ederek kazanılmaz; başarıyı getirecek sadece yasalar ve yasaklar değil sorumlu kurumsal dünya vatandaşlığı uygulamalarının tarifi ve teşviki olacaktır” demişti.
Kurulduğumuz günden beri biz de, Türkiye’de faaliyet gösteren şirketlerin bu kimliği kazanmak için etik riskleri nasıl yönetmesi gerektiğiyle ilgili bilgi üretmek ve ülkemize bu alanda literatür ve veri kazandırmak üzere çalışıyoruz.
İş etiği risklerinin etkin yönetimi ise ancak etkin bir “Etik ve Uyum Programı” ile mümkün. ISO 37001 bu programın, gelişmiş dünyanın hukuki normlarına ve iş yapma ideallerine uygunluğu ile ilgili bir standart. Yani OECD ve Birleşmiş Milletler yolsuzlukla mücadele sözleşmeleri ve bu alandaki FCPA (Amerikan Yurtdışında Rüşvetin Engellenmesi Yasası), Sapin II (Fransa Yolsuzlukla Mücadele Yasası) veya UKBA’nın (İngiltere Yolsuzlukla Mücadele Yasası) tanımladığı “Etik Şirket” kimliğine sahip olmak için şirket içerisinde kurulması gereken mekanizmaları işaret ediyor. İdeal bir etik ve uyum programını ise “Şirketin riskleri ile uyumlu ve makul” sıfatları ile tanımlıyor. Bu standardın bir diğer özelliği de şirketlere tedarik zinciri ve üçüncü taraf risklerini yönetmekle ilgili de sorumluluk getirmesi. Böylece her şirket ticari ilişki içinde bulunduğu tüm şirketleri etkileyen bir etik ve uyum programı tasarlayıp yönetmeye yönlendiriliyor. Bu bakış açısının, bir küresel iş etiği kültürü oluşmasında ciddi bir kaldıraç olacağı inancındayım.