#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey
sirtcantali surdurulebilir turizm

Sırtçantalı Sürdürülebilir Turizm

Trekking rotaları, Türkiye için oldukça yeni bir girişim. Sanırım ilki Likya Yolu’ydu. Bize biraz bu konuda bilgi verir misiniz? Nasıl bir önemi var?
Değişen sadece zaman değil, zamanı yaşama biçimleri de farklılaşıyor günümüzde. Ekonomik sıkıntılardan ve stresten bunalan insanlar, tatillerini bir masal gibi yaşamak istiyorlar artık. Bir kültürel ve sosyal etkileşim, yaşama zenginliği, farklı mekanlarda kendini bulma biçiminde özetlenecek tatil anlayı şı, macera ve sessizliğin bir arada bulunabileceğ i alanlara kayıyor giderek. Birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de istihdam, kalkınma ve ekonomik zenginliğ in motor sektörü olan turizm, pek bilinmeyen saklı cennetlere yöneliyor bu nedenle. Son yıllarda tüm dünya genelinde ve ülkemiz özelinde 3 ‘S’ adı verilen güneş, kum, deniz standart tatil anlayışı giderek değişiyor. İnsanlar sıkıldıkları ve tekdüze bir yaşam sürdürdükleri büyük kentlerden, doğaya dönüyorlar artık. Yayla ve dağ turizmine artan bir talep söz konusu. Bu olgu da ekoturizm ve alternatif turizm seçeneklerini zenginleştiriyor. Trekking rotaları da, değişik bir tatil arayanların rağbet ettikleri farklı bir turizm potansiyeli. Zaten genelde insanlar yürümeyi seviyorlar. Ve yürümek de, insanın var olduğundan beri yaptığı en önemli etkinlikler arası nda. Herkesin bildiği gibi, bir kenti keşfetmenin en etkin ve kolay biçimi yürümek. Ayrıca doğada yapılan yürüyüşler, insanı her anlamda rahatlatır. Yürüyüş etkinliğini insanın kendisiyle baş başa kalması ve kendini yeniden keşfetmesinin bir biçimi, dahası modern hayata uzaktan alaylı bir el sallama şekli olarak tanımlayabiliriz. Sonuç olarak zamanın kısıtladığı saatlerle belirlenmiş tekdüze hayatın sıradanlığına bir başkaldırı biçimi olan doğa yürüyüşleri, son 15 yıldır ülkemizde yaygınlaştı. Türkçe’de doğa yürüyüşü olarak tanımlanan trekking, sırt çantalı ya da çantasız yapılan bir yürüyüş etkinliği özünde. Modern ülkelerde spor aktivitesi olmanın ötesinde bir yaşam biçimine dönüşen trekking, ülkemizde 1996 yılında projelendirilen Likya Yolu ile ivme kazandı.

İnsanlar kendi kendilerine yürüyebilirler mi bu yolları? Nerelerden bilgi alabilirler yürümek için?
Biliyoruz ki Türkiye’de bu etkinlik dağcılık ve bölgesel yürüyüş rotalarıyla yıllardır amatör olarak yapılıyordu. Daha sonra, özellikle taşıdığı potansiyel bağlamında İstanbul çevresindeki trekking rotaları değerlendirildi seyahat acenteleri tarafından. Kate Clow’un işaretlenmiş ilk uzun yürüyüş rotası olan Likya Yolu projesiyle birlikte, profesyonelliğe doğru bir sıçrama yaptı Türkiye’de trekking rotaları. Artık bu rotalar genel olarak uluslararası işaret sistemleri ve kavşak noktaları nda tabelalarla belirleniyor. Patikalarda 50, orman yollarında ise her 200 metrede bir işaretlenen rotaları hemen herkes yürüyebilir. Biz genel olarak ülke genelinde “Grande Randonnee” sistemini kullanıyoruz. Kırmızı-beyaz çizgilerden oluşan bu sistemin üç ana öğesi var. Alt alta olan kırmızı-beyaz çizgi güzergahı, çift kırmı zı-beyaz çizgi iki alternatif güzergah olduğunu ve X işareti de rota dışını belirtmek amacıyla kullanılıyor. Ayrı ca GPS koordinatları alınan rotaların rehber kitapları da yayınlanıyor. Doğaseverler, her rotaya ait hazırlanan web sitelerinde, parkur hakkındaki bilgileri ve güncel değişiklikleri bulabilirler. Bu anlamda herkes kendi başına yürüyebilir bu rotaları. İşaretleri kaybettiğ iniz anda, en son işarete geri dönerek ana parkuru yeniden bulmanız gerekiyor. Trekking rotaları ile rehber yayınlar, kitapçılardan veya ilgili resmi kurumlardan (belediye, valilik) temin edilebilir. fiu anda bu rotaları oluşturan uzmanlar olarak ülkemizdeki bütün işaretli rotaları içeren bir web sitesi kurma aşamasındayız. Örneğin www.ersindemirel.blogspot.com adresinden benim projelendirilmesine ya da Likya Yolu gibi sürdürülmesine katkıda bulunduğum rotaların bilgilerine ulaşabilirsiniz. Ayrıca www.trekkinginturkey. com adresine de başvurulabilir.

Siz bu trekking rotalarının oluşumunda önemli bir rol oynuyorsunuz. Şimdiye kadar hangi yolları düzenlediniz?
2007 yılında Kastamonu-İnebolu arası nda, Kurtuluş Savaşı’nda cephanelerin taşındığı kağnı yolunun kullanıldığı “İstiklal Yolu”; 2008 yılında Karabük ilindeki Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) tarafından 100 Sıcak Nokta’dan biri ilan edilen “Yenice Ormanları Rotalarını” düzenledim. 2009 yılında Yenice Ormanları’nın arka bahçesi konumundaki “Eskipazar Doğadan Tarihe Yürüyüş Rotaları”, 2010 yılında “Küre Dağları Milli Parkı Yürüyüş Rotaları ile devam ettim bu çalışmalara. Ve son olarak yine 2010 yılında Çorum ilinde Boğazkale Milli Parkı’nı ve dünya mirası Hattuşa’yı kapsayan “Hitit Yolu” olarak toplam beş yürüyüş rotası projesi oluşturdum bugüne kadar. İstiklal Yolu dışında hepsinin rehber kitapları yayınlandı. Küre Dağları parkurlarının kitabı da basım aşamasında.

Dünyada “sürdürülebilirlik” giderek önemli bir gündem haline geliyor. Dolayısıyla her alan kendini bu sürece uydurmaya çalışşıyor. Tabii turizm de. Sırtçantalı turizmle sürdürülebilirlik ilişşkisi konusunda neler söyleyebilirsiniz?
Dünya genelinde yaygınlaşan trekking rotaları tematik kültür ve doğa olmak üzere iki bölümden oluşuyor. Dünyada belgelenmiş ilk rota Avrupa Topluluğunun 1964 yılında projelendirdiği Santiago de Compostela (Hac Yolu). Avrupa Topluluğu’nun bu yollar ile yapmayı planladığı en önemli unsur; sadece gelişimini tamamlamış veya tamamlamakta olan şehirleri kalkındı rmak değil, çevrede bulunan kırsal kesimin ve bölgelerin ekonomik ve kültürel olarak bir bütün halinde bu mirası paylaşmalarına olanak sağlamaktı. Böylelikle kalkınmanın ekonomik yaptırımları dışında, kültürel mirasın bireyler bazında anlamlandırılarak, korunmasını da sağlamış oldular. Dünyada birçok yerde örnekleri uygulanmaya devam eden, tematik kültür yollarının amacı; turistin bir yere bağlı kalması yerine, daha çok seçeneğin birlikte sunulması ve ekonomik anlamda daha fazla zaman ve para harcamasını sağlamaktır. Bununla beraber, bu yolları kat eden turist, kültürel anlamda geniş bir kapsamda sunulan doğal, tarihsel ve yöresel mirası tam anlamıyla yaşayabiliyor. Ayrıca çevreye duyarlı ve bilinçli trekkingçiler, doğayı koruma anlamında daha ilgililer. Kısacası sürdürülebilir ekoturizm , doğal-tarihsel-kültürel değerleri korumak ve bölgeye ekonomik katkı yapmak olarak özetlenebilir. Peki yasal mevzuat, yerel ve kamu yönetimleri açısından, trekking rotaları nasıl görülüyor? Ne gibi ihtiyaçları var bu alanın? Hem yasal mevzuat, hem de teşşvikler anlamında? Bu soru için özellikle teşekkürler. Ülkemizde Likya, St. Paul, Sultanlar, Evliya Çelebi, Kaçkarlar, Hz. İbrahim, Frig, Hitit, Yenice, İstiklal, Eskipazar ve Küre Dağları olmak üzere işaretlenmiş 12 trekking rotası mevcut. Çoğu parkur özel ve devlet arazileri üzerinden geçiyor. Bu nedenle bu rotaların korunması/tescil edilmesi konuları netleşmiş değil. Biz bu konuda Kate Clow öncülüğünde Kültür Bakanlığı’na başvurduk. Ve epey bir ilerleme kaydettik. Bakanlık Türkiye’nin kültür yollarının tescil edilmesi ve koruma altına alınması için yasal bir süreç başlattı. Rotaların farklı bölgelerden geçmesi ve karayolları, orman ve çevre gibi devletin değişik kurumlarını ilgilendiren yönlerin olması en büyük sıkıntı. Kültür Bakanlığı 12 rotanın yer aldı- ğı İngilizce ve Türkçe broşür seti bastı- rarak rotaların tanıtımını yapmaya başladı Ocak ayı içerisinde. Ayrıca bir Türkiye trekking rotaları haritası bastı rılacak. Bu yıl Emitt fuarında bize bir stand verilerek bu tanıtım faaliyetine yeni bir boyut kazandırıldı. Elbette bunlar yeterli değil. Öncelikle rota üzerinde bulunan tüm işletmeler (otel, lokanta, pansiyon vb.) ile bölgede yaşayan insanların bu turizm de- ğerlerine sahip çıkmaları gerekiyor çünkü bir bakıyorsunuz rota üzerindeki patikalar orman yoluna dönüşüyor, ya da parkur üzerine sera yapılıyor… Benim önerim her rotayı belirli bölgelere ayırmak ve bakımı her bölgedeki işletme veya rehber statüsündeki kişilerin sorumluluğuna vermek. Bunları n denetimini ise il kültür müdürlü- ğü, ilçe kaymakamlığı ve belediyenin katıldığı bir konsorsiyumun sağlaması. Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da yetki karmaşası var. Örneğin Şili ve Kanada bu sorunu orman bakanlığı bünyesindeki kuruluşları yetkili kılarak çözmüş. Valilik ve milli park projelerinde fazla sorun yaşamıyoruz. Ancak genel olarak projelerin sürdürülebilirliği anlamı nda, bölge insanını bilinçlendirme, yerel rehberler yetiştirme ve altyapı oluşturma konularına önem vermek gerekiyor.

Ersin Demirel Kimdir?
1960 yılında Tirebolu’da doğan Ersin Demirel, 1996 yılında Kızlar Sivrisi çıkışıyla doğa sporlarına adım attı. 1999’de Sinop-Anamur, 2000’de Trakya bisiklet turlarını gerçekleştirdi. 2000-2003 yılları arasında Türkiye’nin ilk uzun trekking parkuru olan Likya Yolu’nda defalarca yürüdü. NTV için ‘Likya Yolu’ belgeselini hazırlayan ekipte yer alan Demirel, 2003 yılında Latin Amerika’da on ülkeyi (Şili, Bolivya, Peru, Arjantin, Ekvator, Kosta Rika, Honduras, Nikaragua, Guatemala, Meksika) kapsayan bir geziye çıktı. 2007 yılında 3 aylık Kanada-Brezilya-Venezüella- Kolombiya-Panama gezisini gerçekleştirdi. 2008 yılında İnebolu’dan başlayıp, Kastamonu ve Çankırı illeri üzerinden Ankara’ya bağlanan tarihi kağnı yolunun ‘İstiklal Yolu’ yürüyüş parkuru olarak düzenlenmesi çalışmasını gerçekleştiren Ersin Demirel, 2009 yılında Karabük ili Yenice ilçesindeki Yenice Ormanları’nda doğa yürüyüşü ve bisiklet parkurları oluşturulması çalışmalarını kapsayan ‘Karabük-Yenice Ekoturizm Projesi’nde çalıştı. Aynı yıl Karabük ili Eskipazar ilçesinde ‘Doğadan Tarihe Yürüyüş Parkurları’nı ve tanıtım kitapçığı projesini hayata geçirdi. 2010 yılında ‘Kastamonu-Bartın Küre Dağları Milli Parkı Trekking ve Bisiklet Rotaları’ ile Çorum Valiliği adına ‘Hitit Yolu Yürüyüş ve Bisiklet Parkurları’ projesini tamamladı. Halen yerel yürüyüş ve bisiklet rehberliği yapmaya, çeşitli dergilere arkeoloji ve gezi yazıları yazmaya devam ediyor.

“Duygusal-Psikolojik Bir Boşalma Yaşanıyor”
Her kesimden insanlar yürüyor bu rotaları. VIP statüsünde sayılacak kişilerden öğrencilere kadar değişen geniş bir yelpaze sözkonusu. Kamplı ve konaklamalı olarak iki seçenekte yapıyoruz turları. Yılbaşını yürüyerek geçirmek isteyenlerden tutun da, yurtdışından gelen profesörlere kadar değişik birçok insan katılıyor yürüyüşlere. Katılımcılarda üç şey gözlemliyorum çoğunlukla. İlki; inanılmaz bir doğaya özlem var insanlarda. Doğada yürürken yorulmalarına karşın, mutlulukları yüzlerinden okunuyor. Kent yaşamının getirdiği beton bloklar arasındaki hayat, doğanın dingin kucağında sağaltıma ve duygusalpsikolojik bir boşalmaya neden oluyor. İkincisi, rota üzerindeki köylerde insanların yoksulluğu şaşırtıyor yürüyüşçüleri. Ülkemizde yaşanan hayat standartları arasındaki uçuruma tanık oluyorlar bir anlamda. Son olarak da; otantik öğeler, kültürel değerler ve tarihi mekanlarla karşılaşmak zengin bir birikim yaratıyor trekkingçilerde. Bu arada yabancı yürüyüşçülerin daha bilinçli, doğayla daha uyumlu ve daha meraklı olduklarının da altını çizmeliyim.

“Milyonlar Bu Yolları Yürüyor”
Dünya genelinde Avrupa kıtasında İpek Yolu, Barok Yolu, Manastırlar Yolu, Kelt Yolları, Mozart Yolu, Viking Yolları, Avrupa fiehirleri Keşif Yolu ile Amerika kıtasında İnka Trail, Torres del Paine, Rocky Mountains, Appalachain gibi rotaları örnek verebilirim. Rakam vermek gerekirse; sadece Kanada genelinde 18 bin, Avrupa kıtasında 54 bin kilometrelik trekking rotası olduğunu hatırlatmak istiyorum. Bizim 509 kilometrelik Likya Yolu’nu yılda 40 bin kişi ziyaret ederken, Santiago de Compostela Yolu’nu 5 milyon!!! kişinin yürüdüğünü söylersem konunun önemi daha iyi anlaşılır sanıyorum.

EkoIQ Editör