Aralık ayında 28’incisi düzenlenen Taraflar Konferansı (COP28), iklim değişikliği politikalarında ilerici ülkelerin yanında çeşitli sivil toplum kuruluşlarının da katılımıyla gerçekleşti. Sonuç metninde “fosil yakıtlardan uzaklaşma” tabirinin geçmesi için güçlü bir direniş sergilediklerini ifade eden CAN Europe Türkiye İklim ve Enerji Politikaları Sorumlusu Elif Cansu İlhan, devletlerin baskıcı yöntemlerine boyun eğmemek gerektiğini vurguladı.
Yazı: Nihat NUYAN
Fosil yakıtların sonuç metninde yer almasında STK’ların ve uluslararası iklim hareketinin rolü ne oldu? Bu süreçte müzakerecilerle bir işbirliği yapıldı mı? Bu işbirliğine yanaşmayan ülkeler oldu mu?
Sivil toplumun önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. Tabii ki bunu tek başına sivil toplum kuruluşları (STK) yapmadı, iklim krizinden en çok etkilenen ülkeler de öncülük etti. STK’lar orada iklim krizinden en fazla etkilenen ülkelerle dayanışma içinde çalışan bir gruptu ve STK’ların varlığı sonuç metninde “fosil yakıtlardan uzaklaşma” gibi bir tabirin geçmesi için çok elzemdi. Çünkü daha önceki yıllarda düzenlenen iklim zirvelerinde fosil yakıtların adı dahi geçmiyordu. Kömür ancak COP26’da sonuç metninde anılabildi. Buradan da sonuç metninde fosil yakıtların yer almasının ne kadar ciddi bir çaba gerektirdiğini anlayabiliriz. Bir yandan zirvede 2456 tane fosil yakıt temsilcisi de yer aldı, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) üyelerine fosil yakıtlardan çıkışı engellemelerini öğütleyen mektup gönderdi.
STK’lar çalışırken zirveyi ele geçirmeyi hedefleyen gruplar da vardı ve STK’lara, iklim mücadelesinde ilerlemeye çalışan ülkelere karşı çalıştılar. Bunun yanı sıra bu yıl, iklim krizi ile mücadelede çaba göstererek ilerlemeye çalışan ülkeler STK raporlarından çokça bahsettiler, STK’ların desteğinden ciddi şekilde faydalandılar. Sivil toplum olmasaydı bu sonuç çıkmazdı diye düşünüyorum ki bu zirvede de çok daha az hedefli, fosil yakıtlardan uzaklaşma ifadesi geçmeyen bir metin çıkmak üzereyken sivil toplum orada “Hold The Line” (Safları Terk Etmeyin) sloganıyla eylemler yaptı. Sivil toplumun bu sonucun ortaya çıkmasında etkili olduğunu düşünüyorum.
Türkiye heyetiyle görüşebildiniz mi? Zirve boyunca derin bir sessizlik içerisindeydiler…
Türkiye sivil toplum hareketi olarak maalesef müzakerecilerle görüşme şansımız olmadı. Randevu istedik fakat verilmedi, talebimize yanıt da alamadık. Türkiye delegasyonundan bir görüşme isteği de gelmedi. Ama şöyle örneklendirebilirim; benim çalıştığım kurum, Avrupa İklim ve Eylem Ağı (CAN Europe) hem AB’deki hem Batı Balkanlar’daki müzakerecilerle görüşmeler yaptı.
AB’deki müzakerecilerin, CAN Europe’un çalışmalarına atıf yaptığını gördük. Başka sivil toplum kuruluşlarının da hem kendi ülkelerinin müzakerecileriyle hem de başka ülkelerin müzakerecileriyle görüştüğünü biliyoruz. Pek çok ülke, müzakere heyeti sivil toplumun onlara verebileceği desteğin ve alanda bulunmasının öneminin farkında. Ancak maalesef Türkiye bunlardan bir tanesi olmadı.
Taraflar Konferansı iki yıldır insan hakları karnesi zayıf ülkelerde düzenleniyor. Bir sonraki COP da benzer bir ülkede, Azerbaycan’da düzenlenecek. Bu tarz ülkelerdeki COP’lar, iklim adaleti gündemini de düşünecek olursak, sonuç metinlerini nasıl etkiliyor?
Konferansa ev sahipliği, dolayısıyla başkanlık yapan ülke aslında sonuç metninin yazılmasından, koordinasyonundan sorumlu oluyor ve sonuç metnini ciddi şekilde etkiliyor. Biz sonuç metnini etkilemesini hem Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) hem de gelecek yıl Azerbaycan’ın petrol ülkeleri olmaları üzerinden değerlendirdik ama insan hakları bakımından da sonuç metnini etkiliyor.
Örneğin sonuç metninde adil geçiş konusunda ve iklim kriziyle mücadelede yerli halkların haklarının yer alması, toplumsal cinsiyetin, ekosistem haklarının yer alması ev sahibi ülkeyle, yani konferansa başkanlık eden ülkeyle doğrudan ilgili. Konferansın baskıcı ülkelerin kuralları altında yapılması da sivil toplumun hareket alanını kısıtlıyor ve etkisini azaltıyor, etki göstermek için çabasını artırmaya mecbur bırakıyor. Bu da tabii sivil topumun takip edebildiği savunabildiği alanların azalmasına neden oluyor.
Geçtiğimiz yılki zirvede STK’lar Mısır hükümetinin yoğun gözetimi altında çalışmalarını sürdürmüştü. Bazı durumlarda polis, toplantılara dahi müdahalede bulunmuş ve eylemciler alandan çıkarılmıştı. Bu yılki COP’u bu açıdan nasıl değerlendirirsiniz?
Geçen yıl Mısır’a gittiğimizde insan haklarının oldukça ihlal edildiği durumlarla karşılaştık. Mısır’a giderken tutuklu aktivistlerden bahsedildi ve böyle bir ülkede COP yapılmalı mı, sivil toplum bunu kabul etmeli mi gibi konular tartışıldı. Geçen yıl Mısır, bu yıl BAE bizim de kendimizi güvende hissettiğimiz yerler değildi. Çok fazla güvenlik önlemi altında gidiyoruz, aktivitelerimiz ciddi şekilde kısıtlanıyor.
Halkların İklim Zirvesi iki yıldır yapılamıyor ki bunun bence sivil toplum tarafından kabul edilmemesi gerekiyor. BAE’de halen yargılanan aktivistler olduğunu okuyorum. BAE’nin zirvenin “çok güvenli ve özgür olacağı” şeklindeki sözleri tabii ki hayat bulmadı. Ama şu da önemli diye düşünüyorum: Gözümüzü kapatsak da arkamızı dönsek de bütün insan hakları ihlalleriyle, petrolüyle BAE orada duruyor, Azerbaycan orada duruyor, Türkiye burada duruyor. Geçen yıl Mısır’a gittiğimizde oradaki aktivistler şunu söylemişti: “Biz burada hak ihlallerine zaten maruz kalıyoruz. COP burada yapıldığında bunu dünyaya duyurma şansımız oluyor.” Burada sivil toplumun ve Birleşmiş Milletler’in (BM) ve BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Delegasyonunun yapabileceği şey bunlara göz yummamak ve bunların peşini bırakmamak. BAE’den ya da Mısır’dan döndükten sonra oradaki aktivistlerin durumunu takip etmek gerekiyor. Mısır’da mesela ne kadar yoğun ve sert eylemler yaparsak, bizim ardımızdan Mısırlı aktivistlerin o kadar fazla problemle mücadele etmek zorunda kalacakları gibi bir savunu vardı. Buna katıldığımı pek söyleyemiyorum. Çözümü bu ülkelerin baskıcı yöntemlerine boyun eğmek, onlarla uyum sağlamak olarak görmüyorum.
İnsan hakları kuruluşları ve sivil toplum bu ülkelerdeki aktivistlerle daha net ve güçlü bir şekilde dayanışma içinde olmalı ve COP bittiğinde de bu dayanışmayı sürdürmek için özellikle kaynak ayırmalı, gerekirse uluslararası davalarla süreci takip etmeli ve mümkün olduğunca gündemde tutmalı.
Bu yılki zirve nükleer enerji tartışmalarına da sahne oldu. Nükleer enerjiyi destekleyen sivil toplum kuruluşları var mıydı?
Nükleer enerjiyi destekleyen ve karar metninde yer alması için mücadele eden sivil toplum kuruluşları var. Bunlar genellikle sektör sivil toplum kuruluşları ve nükleer sektörü tarafından destekleniyorlar. Bu sene bana en ilginç gelen ekipler onlardı. Tarikat gibi bir his veriyorlar. COP alanında dolaşırken pek çok sivil toplum kuruluşu, aktivist, ülke temsilcisi var. Nükleer enerji sivil toplum kuruluşu adı altında olan ama şirketlerin kurmuş olduğu kuruluşların üyelerinin hepsi bir örnek tişört giyiyorlar. Hepsi genç, enerjileri yüksek, parlayan insanlar ve o alanda herhangi bir insanla karşı karşıya geldiğinizde “Bir saniye, size iklim adaletini anlatayım mı?” diye soran olmuyor ama “Bir saniye, size nükleer anlatayım mı?” diye soran çok fazla genç ve çok fazla adanmış insan oluyor. Bunu görmek ilginçti. Bu insanlar bu kurumların çalışanları mı yoksa gerçekten iklim krizinin geldiği ve hepimize iklim anksiyetesi yaşatan bu noktada nükleerin çözüm olacağına inanan gençler mi diye merak ettim.
Nükleer lobisi yıllardır bir yükseliş gösteremiyordu doğal olarak. Çünkü eski, anlamsız ve pahalı bir enerji… Fakat azaltım çabalarının hızlanmasıyla birlikte gerçekten kendilerine bu pahalı enerjiyi bir yerlerde var etmek için geniş bir alan buldular. COP öncesinde de pek çok ülkede yükselişteydi, COP’ta da başta Fransa ve çeşitli ülkelerin desteğiyle, şirketlerin inanılmaz çabasıyla ve lobisiyle maalesef yükselişe geçti. Türkiye’de ve diğer ülkelerde sivil toplumun nükleere karşı çabası kısmen eskide kalmıştı. Bir süredir kimse nükleer santral yapmaya çalışmıyordu, bunun ne kadar anlamsız ve faydasız bir çaba olduğunu artık herkes görüyordu. Şu an yine nükleer mücadelesine dönmek zorunda kalacağız gibi görünüyor.
Bu yazı ekoIQ’nün 109. sayısında “STK’lar COP28’de ‘Safları Terk Etmedi’” başlığıyla yer almaktadır.