Dirençlilik, iklim değişikliğinin özellikle şehirlerimiz üzerindeki etkilerinin her geçen gün daha da artmasıyla hemen her mecrada yazılan ve konuşulan bir kavram haline geldi. Geçtiğimiz şubat ayında ülkemizde yaşanan büyük deprem felaketi sonrasında yapılan tartışmaların odağında yine kentsel dirençlilik vardı. Peki kentsel dirençlilik nedir? Nasıl gerçekleştirilir? Niçin gereklidir? Gelin, kentsel dirençlilik kavramını soru-cevaplarla birlikte inceleyelim.
Yazı: Dr. Öğr. Üyesi İhsan İKİZER, Nişantaşı Üniversitesi, [email protected]
Kentsel dirençlilik nedir?
Türkçeye ‘kentsel dirençlilik’ olarak çevrilen “urban resilience” kavramı aslında sosyal bilimlere mühendislik alanından geçmiştir. “Resilience” kavramıyla bir cismin, uygulanan kuvvet karşısında şeklinde yaşanan geçici değişim sonrasında sahip olduğu esneklikle tekrar eski haline dönmesi anlatılmaktadır. Kentsel dirençlilik ise bir şehrin, çeşitli çevresel, sosyal ve ekonomik zorluklar karşısında hazırlıklı olma, değişime uyum sağlama ve işlevlerini sürdürebilme kapasitesidir. Birleşmiş Milletler kentsel dirençliliği şu şekilde tanımlıyor: “Kentsel bir sistemin şoklara karşı dayanması ve hızla eski haline dönerek hizmetlerini sürdürmesi.” Dirençlilik kavramının sürdürülebilirlik kavramıyla, paylaşılan ilkeler ve yaklaşımlar bakımından yakından ilişkili olduğu söylenebilir.
Kentler Nelere Karşı Direnecek?
Kentsel dirençlilik sadece sel, kasırga, kuraklık, sıcak hava dalgaları ve depremler gibi doğal afetler ya da Covid-19 gibi bulaşıcı hastalıklara karşı değildir. Aynı zamanda ekonomik ve sosyal olaylar da kentsel dirençliliğin kapsamı alanındadır. Ekonomik bir krizin ya da kontrolsüz bir dış göçün şehirde yol açacağı sorunlar da üstesinden gelinemeyecek boyutlara ulaşabilir.
Neden “Kırsal Dirençlilik”ten Hiç Bahsetmiyoruz?
BM’nin 1976 yılında yayımlanan “Dünyanın Kentsel Nüfus Tarihi” başlıklı raporuna göre, nüfusu 5000’in üzerinde olan yerleşim alanları 1750 yılında yaklaşık olarak %5 iken, bu oran 1850’de %10’a, 1950’de ise %35’e çıktı. 2015 yılında ise ilk defa şehirlerin nüfusu kırsal nüfusu geçti. 2050 yılında, dünya nüfusunun yaklaşık olarak %70’inin şehirlerde yaşaması bekleniyor. Bugün şehirler, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar büyük çevresel, sosyal ve ekonomik tehdit ve risklerle karşı karşıya bulunmaktadır. Kırsal kesimdeki nüfusun daha az olması ve koşulların farklılığı nedeniyle dirençlilik kavramı kırsal alanlar için çok daha az gündeme gelmektedir. Mesela, depremlerde en fazla can kaybı şehirlerde yaşanırken ağırlıklı olarak tek katlı evlerden oluşan köylerde can kaybı sınırlıdır. Sel felaketlerinde de en fazla can ve mal kaybı şehirlerde görülmektedir. Dünya Meteoroloji Örgütü’ne göre, son 50 yılda iklim değişikliğine bağlı olarak yaşanan felaketler tam beş kat artmış ve can kayıplarının büyük bölümü gelişmekte olan ülkelerin şehirlerinde yaşanmıştır. Kuraklık, orman yangınları, seller ve fırtınalar bu süre zarfında iki milyondan fazla insanın hayatını kaybetmesine yol açmıştır. Kent yoksulluğunun sosyal dayanışmanın güçlü olduğu kırsal kesimde yaşanan yoksulluktan daha yakıcı etkilerinin olduğu unutulmamalı.
Hangi Şehirler Dirençlidir?
Bir şehrin dirençli olarak nitelendirilebilmesi için şu şartları karşılaması gerekir:
- Kısa ya da uzun vadede zarar verebilecek risk ve tehditlerin tespit edilmesi (doğal afetler, ekonomik krizler, demografik değişimler, bulaşıcı hastalıklar gibi) ve farklı senaryoların hazırlanması,
- Tespit edilen risk ve tehditlere karşı hazırlık yapılması,
- Risk ve tehditlerin gerçekleşmesi durumunda hızla müdahalede bulunulması,
- Gelişen koşullara uyum sağlanması,
- Yaşanan afetler sonrasında hizmetlerin yeniden sürdürebilmesi.
Kentsel Dirençlilik Nasıl Sağlanır?
Kentsel dirençlilik ancak işbirliği, hesap verebilirlik, şeffaflık, katılım, hukukun üstünlüğü ve koordinasyon gibi ilkelerin sadece stratejik raporlarda vitrin malzemesi gibi kullanılmadığı, gerçekten hayata geçirildiği şehirlerde sağlanır. Her şeyden önce, kentsel dirençliliğin önemini kavramış güçlü bir belediye başkanına ihtiyaç vardır. Atama yoluyla gelen vali değil halkın çoğunluğunun desteğini alan ve siyasi bir güce sahip olan belediye başkanı tıpkı bir orkestra şefi gibi aktörleri bir araya getirmelidir. Kimdir bu aktörler? Başta sivil toplum kuruluşları olmak üzere, iş dünyası, kamu kurumları, üniversiteler ve meslek kuruluşları. Halkın katılımı olmaksızın sadece bu aktörlerle bir şehrin dirençli olması da düşünülemez. Orkestra şefi olarak belediye başkanı ilgili paydaşları tek bir seferliğine değil yapısal kurullar yoluyla daimi olarak bir araya getirip halkın da desteğini aldıktan sonra kentsel dirençliliği sağlamak çok daha kolaylaşacaktır. Şehrin karşılaşabileceği doğa ya da insan kaynaklı risk ve tehditlerin tespit edilmesi, bunlarla ilgili olarak çok boyutlu senaryoların hazırlanması, bu senaryolara göre kaynakların tahsis edilmesi, gerekli tedbirlerin alınması, kurumların ve toplumun güçlendirilmesi ile kentsel dirençlilik sağlanmış olur. Ama tekrar ifade edelim: Bu sayılan aşamaların en önemli ve en zor kısmı belediye başkanının güçlü iradesiyle paydaşların eşit bir düzlemde sürekli olarak bir araya getirilebilmesidir.
Kentsel Dirençliliği Sağlamak Kimin Görevi?
Dirençli olma amacına ulaşabilmek tek başına belediye başkanının üstesinden gelebileceği bir iş değildir. Nüfus yoğunluğu arttıkça şehirlerin karşılaştığı sorunlar da artmaktadır. Giderek karmaşık hale gelen sorunların çözümünde şehrin sahip olduğu tüm kaynakların daha verimli ve etkili bir şekilde kullanılabilmesi gerekir. Şehirde karşılaşılan sorunların sorumlusu tek bir paydaş olmadığı gibi, zarar gören de tek bir paydaş değildir. Sorunlardan doğrudan ya da dolaylı olarak etkilenen her bir paydaşın da çözüme katkı sunması ve yaşadığı şehrin daha dirençli olması için adım atması şarttır.
Bir Şehrin Dirençli Olup Olmadığına Kim Karar Verir?
Bir şehrin dirençli olup olmadığını kesin bir şekilde anlamak ancak karşılaştığı şok (afete yol açan ani olaylar, sel ve deprem gibi) ve stresler (kuraklık ve sıcak hava dalgası gibi uzun zamana yayılan olaylar) sonrasında anlaşılır. Bir şehir, gelişen olaylara uyum sağlayıp, esnek yapısıyla, güçlükleri kısa bir zaman içinde aşıp, işlevlerini yerine getirebiliyorsa dirençlidir. Bir şok ve stresle karşılaşmadan önce de şehrin hazırlık durumuna bakıp fikir yürütülebilir. Belediye yönetimi yönetişim esaslarına uygun olarak paydaşlarıyla beraber, çeşitli afet senaryolarını içeren kentsel dirençlilik stratejisini, hazırlamış mı? Paydaşlar daimi kurullar yoluyla düzenli olarak bir araya gelip bu stratejiyi ve alınan önlemleri gözden geçiriyorlar mı? Bu iki soruya verilen cevap hayırsa, ki ülkemizde maalesef öyle, vatandaş ya da paydaş olarak sizin harekete geçmenizin vakti çoktan gelmiş demektir.
Yaşadığım Şehrin Yeterince Dirençli Olmadığını Düşünüyorum. Ne Yapabilirim?
Önce yapılmaması gerekenden başlayalım: “Kentsel dirençlilik raporlarını hazırlamak, risk değerlendirmesini yapıp gerekli önlemler almak belediye ve valiliğin görevi. Ben bir vatandaş olarak bir şey yapamam” cümlesini kurmamak… Bireysel olarak ya da çevremizdeki insanları örgütleyerek, bu iki soruyu belediye başkanına dilekçe yoluyla ve diğer iletişim kanallarını kullanarak (sosyal medya, e-posta) sorabiliriz. Ne kadar fazla kişiden ve paydaştan talep gelirse, belediyeyi harekete geçirmek o kadar kolaylaşır. Aynı şekilde sivil toplum kuruluşları, iş dünyası, üniversiteler ve meslek kuruluşları dirençlilik alanında adım atmaları için belediyelerden talepte bulunmalıdırlar (bulunabilirler demiyorum). Unutmayalım ki, sorumluluğunu yerine getirmeyen bir kurumun neden olduğu zararı bir şehirde yaşayan herkes görmektedir. O halde, sorumlu olanların sorumluluklarını bıkmadan usanmadan hatırlatmak ve gerekli baskıyı kurmak da hepimizin sorumluluğudur. Daha dirençli şehirlerde yaşamak istiyorsak bu sorumluluğumuzu unutmayalım ve unutturmayalım lütfen.