Su hakkında en yaygın yanılgılardan biri de gelişmemiş ülkelerdeki su sorunlarının yalnızca suyun eksikliğinden kaynaklandığını düşünmek. Oysa su kaynaklı hastalıkların çoğu, suyun yetersizliğinden değil, güvensiz su tüketiminden kaynaklanıyor.
Gökçe ÖTKÜN & Sena HACIİSAOĞLU, Eczacıbaşı Yapı Ürünleri Sürdürülebilirlik Ekibi
Yaşamın temeli olan su, insan varlığının devamı için vazgeçilmez bir kaynak. Ancak su hakkında yayılan yanlış bilgiler ve dezenformasyon, gezegenimiz ve tüm canlılar için en kıymetli kaynağın doğru bir şekilde anlaşılmasını ve etkin bir biçimde korunmasını engelliyor. Günümüzde suyun önemi ve korunmasıyla ilgili çeşitli yanlış inançlar, toplumsal tutumları olumsuz yönde etkileyerek “sürdürülebilir su yönetimi” için gerekli adımların atılmasını zorlaştırıyor.
Bu nedenle dezenformasyonla mücadele etmek ve toplumun doğru bilgiye erişimini sağlamak, su kaynaklarının korunması ve toplum sağlığının iyileştirilmesi açısından kritik öneme sahip. Suyun diplomatik kullanımında da benzer bir etki görülmekle birlikte jeopolitik olarak karmaşık bölgelerde su müzakereleri süreci, dezenformasyonun yayılmasından etkileniyor. Bu gibi durumlarda, sosyal medya ve çevrimiçi platformlar aracılığıyla yayılan yanlış ve manipülatif bilgiler, müzakerelerin zorluğunu artırabiliyor.
Stockholm Çevre, İklim ve Güvenlik Merkezi, iklim değişikliği ve su güvenliği alanında karar alma ortamını etkileyen bilgi manipülasyonu kampanyala-rı üzerine bilgilendirici bir politika notu yayımladı. Araştırmacılar, COP 27’ye geri dönerek iklim müzakereleri sırasında aktif olan fosil yakıt şirketleri ve lobi grupları tarafından başlatılan dezenformasyon kampanyalarının kanıtlarını vurguladılar. Dezenformasyon (kasıtlı olarak paylaşılan aldatıcı bilgi), yanlış bilgi (bilmeyerek paylaşılan yanıltıcı bilgi) ve bilgi manipülasyonu örnekleri (farklı biçimlerde hatalı bilginin paylaşımı), bilime, ulusal hükümetlere ve uluslararası kuruluşlara duyulan güveni erozyona uğratıyor. Yanlış bilgi ve dezenformasyonun, 2024 Dünya Ekonomik Forumu Küresel Riskler Raporu’nda da ilk sırada yer alması dikkat çekici.
Güvensiz Su Tüketimi
Su hakkında en yaygın yanılgılardan biri de gelişmemiş ülkelerdeki su sorunlarının yalnızca suyun eksikliğinden kaynaklandığını düşünmek. Oysa su kaynaklı hastalıkların çoğu, suyun yetersizliğinden değil, güvensiz su tüketiminden kaynaklanıyor. Bu sorun, yalnızca gelişmekte olan ülkelerle sınırlı kalmayıp, gelişmiş ülkelerde de içme suyunun kirlenmemesi için sürekli çaba harcamayı gerektiriyor. Kirli su, ishal gibi hastalıklara yol açıyor ve bu hastalıklar dehidrasyona neden oluyor. Özellikle kolera gibi hastalıklar, vücudun hızla ve ciddi şekilde susuz kalmasına yol açarak ölüme neden olabiliyor. Bu sebeple, suyun miktarından ziyade kalitesine odaklanmak gerekli.
Aynı sebepten, herhangi bir suya sahip olmanın susuz kalmaktan daha iyi olduğu düşüncesi de yanlış. Güvensiz su tüketimi, sağlık açısından ciddi riskler taşıyor ve bu nedenle, her su kaynağı güvenli kabul edilmiyor. Suya erişim yalnızca fiziksel erişimle sınırlı olmamalı aynı zamanda suyun kalitesi ve sürdürülebilirliği de göz önünde bulundurulmalı.
Taze su kaynakları yeryüzünde nadir bulunuyor ve bu kaynaklara erişim birçok bölgede oldukça zor. Dünya genelinde 785 milyon insan, temiz ve güvenli bir su kaynağına erişimden yoksun. Özellikle Afrika, Asya ve Latin Amerika’nın birçok bölgesinde suya erişme süreci saatler sürebiliyor. Su toplama genellikle kadınlar tarafından yapılıyor ve bu durum, onların eğitim ve gelir getirici işlere katılımını doğrudan etkiliyor. Dolayısıyla su kıtlığı genel kanının aksine yalnızca fiziksel bir sorun değil, aynı zamanda toplumsal eşitsizlikleri derinleştiren bir mesele.
Suyun yönetimi dünya çapında hayati bir öneme sahipken dezenformasyon bu süreci karmaşık hale getiriyor. Yanlış bilgilerle mücadele ederek, toplumun suya ve sağlıklı yaşama ilişkin doğru bilgiye erişiminin sağlanması ise mümkün. Bu sayede su kaynaklarının korunması, su kirliliğinin önlenmesi ve toplum sağlığının iyileştirilmesi için atılacak adımların temeli oluşturulabilir.
Bu yazı, ekoIQ’nun 112. sayısında yayımlanmıştır. Dergiye buradan ulaşabilirsiniz.