Avrupa Parlamentosu’nun 30 Eylül’de Brüksel’de düzenlediği “Avrupa’nın Büyümesinde Akılcı, Sürdürülebilir ve Sonuç Veren Kalkınma Modelleri” altbaşlıklı Doğaya Dayanan Çözümler Konferansı’nı (Nature-Based Solutions) izleyenler arasında EKOIQ’nun Dış Haberler Editörü Zeynep Heyzen Ateş de vardı. The International Union for Conservation of Nature (IUCN) İyi Niyet Elçilerinden
Pierre-Yves Cousteau’nun da katıldığı toplantıdan izlenimlerini bizlerle paylaştı.
Avrupa Parlamentosu’nun 30 Eylül 2014 tarihinde Brüksel’de düzenlediği “Avrupa’nın Büyümesinde Akılcı, Sürdürülebilir ve Sonuç Veren Kalkınma Modelleri” altbaşlıklı Doğaya Dayanan Çözümler Konferansı (Nature-Based Solutions), İtalya Çevre Bakanı Aldo Ravazzi Douvan’ın “Bıçak kemiğe dayandı ama umut var” şeklinde özetlenebilecek kısa konuşmasıyla açıldı.
Beni en çok şaşırtan ise -damağımızda nostaljik bir tat bırakan demeliydim belki- sözü ondan “Cousteau’nun” devralmasıydı. Günümüz gençliği için Cousteau soyadı bir şey ifade ediyor mu emin değilim ama 1980’lerin sonu 90’ların başı Türkiyesi’nde ve dünyasında Fransız Jacques Cousteau “deniz” ile özdeş isimdi; bizler için bilim-teknik demekti, “deniz canlıları” demekti.
Doğanın öneminden bihaberdik ama güzelliğini görüyorduk onun sayesinde. Cahildik, henüz ne Marmara garip görünüşlü kırmızı lekelerle kaplanmış, ne de susuzluk başlamıştı (Oysa İstanbul’un yaşayacağı en sert su krizi kapıdaydı ve bizler güzelim duşlarımızı, küvetlerimizi bırakıp çaydanlıkta su kaynatarak temizlenecek, kaynar suya ne kadar soğuk su katmak gerektiği ve saçı şampuandan kurtarmak için tüketilmesi gereken asgari su miktarı hakkında uzman kesilecektik. Azami su miktarı zaten akmayan su tarafından belirleniyordu. Araba yıkama yerleri bir bir kapanmış, hatta su krizinin tahmin edilemez bir sonucu mu demeli bilmem ama buz pateni pistleri de kapılarına kilit vurmuştu. Su gelecek, ama yukarda saydığım iki işletme modeli bir daha geri gelmeyecekti).
Elbette konferansın ikinci konuşmacısı bize denizler altında yirmi bin fersah aştıran Jacques Cousteau değil, oğlu Pierre-Yves idi ama babasıyla aynı yerde duruyor, aynı hayati detayın altını çiziyordu: Su ve hava sınır tanımaz. Başkanı olduğu Cousteau Divers, dünya dalgıçlarını birleştirip deniz canlılarını araştırmayı sürdürürken, özellikle Akdeniz’de ülkeler arasındaki iletişim ve düzenleme kopukluğundan doğan sorunlarla da yüzleşmek zorunda kalıyor. “Fransa, belli bölgelerde deniz canlılarını korumak için sahilleri koruma altına alıyor ama dalmaya gittiğinizde her yanınız plastik. Niye? Çünkü İtalya’dan, İspanya’dan atılan plastik Fransa’ya da geliyor. Haritaya karşı doğa. Harita, belli denizleri belli ülkelere bağlayabilir ama doğa, insanoğlunun yazdığı kanunlara göre değil, kendi kanunlarına göre hareket ediyor. Biz ise ona uyum sağlayacağımıza denizlerden bize uyum sağlamalarını bekliyoruz.” Deliliğin tanımı da böyle bir şey değil mi, diye düşünüyorum onu dinlerken. Rüzgarın, trafik lambası kırmızı yandığında durmasını beklemek gibi…
Pragmatizm mi? Evet!
Birleşmiş Milletler Felaket ve Riskleri Önleme Komitesi Avrupa Bölge Şefi Paola Albrito ise daha akılcı bir yerden giriyor konuya. İnsanlardan “can yakmaya başlamadan önce akıllanmalarını” beklemenin bir işe yaramadığını ispatlayan 50 yıllık bir geçmişi var bu mücadelenin. Böylece özel sektörü, çevreci ürünlerden kâr edebileceğine ikna etme metodolojisi doğuyor. Pragmatizm mi? Evet. Sorulduğunda kendisi de inkar etmiyor bunu ama acı bir gerçeği de ekliyor: “Toplumları eğitecek vaktimiz kalmadı. Dünyadaki canlı türlerinden neredeyse %50’si yok oldu. Acilen bir çözüm bulmalıydık. Akılcı bir çözüm.”
Doğaya dayanan, doğa dostu veya doğadan esinlenerek üretilmiş teknolojilerin desteklenmesi kâr odaklı dünya düzenine kabul ettirilebilecek bir düşünme biçimi. Öyle de oluyor, şirketler zamanla çevre dostu ürünlere odaklanıyorlar.
“Küresel ısınma artık bir komplo teorisi değil. İnsanlar etkilerini görüyor, yaşıyor” diyor Albrito; “Değişmek zorunda olduklarını biliyorlar.” Bu sözlerde, yıllarca ‘Yangın merdivenini tahtadan yaparsanız yanar’ diyen birinin merdiven yanmaya başlayana dek sözünü dinletememesinin yorgunluğunu görüyorum.
Karamsar bir panel değil, bilgi odaklı bir panel. Ama benim bu manzaradan çıkardığım sonuç pek hoşunuza gitmeyebilir: Dünyaya çarpan bir meteorun dinozorları yok ettiği söylenir ya, şimdi o meteor biziz. Dünyayı yok ediyoruz. Canlıları yok ediyoruz. Kendimizi de yok ediyoruz.
Doğa mahvoluyor; bu bir varsayım değil, benim orada gördüğüm istatistikler göreceli sayılar veya teori değil. Dağa çıkan, dalgıçlık yapan, kırsala giden, sahilde durup sudaki çöpleri ve yağı fark eden herkesin, hepimizin en yüzeysel şeklini gördüğümüz gerçekler. Eskiden yeşilcilerle ben de dalga geçerdim. “Her gün sulamam gerekecek mi” diye aşağıladığım bile olmuştur ve itiraf ediyorum, evrim geçirip akıllanmış değilim. Doğa elinin tersiyle bir tane vurdu, seçme şansım kalmayınca, her gün yüzdüğüm Marmara Denizi (altın, gümüş ve bronz madalyaları olan bir yüzücüydüm çocukken) girilemez hale gelince “Adamların bir bildiği varmış” dedim. Üstelik doğa bir mecburiyet, bunu da geç anlıyor insan. Dürüst olmak, tutumlu olmak, beyaz çorap giymek birer seçimdir, çevreci olmak ise bir seçim değil. Mecburiyet. Ne yazık ki “dünyanın sonu geldi” çığırtkanlığı, spekülasyonlar ve dezenformasyon duygusal duvarlar inşa ettirdikleri için aklın yolunu feci tıkayan şeyler. Ama her lobiciyi bir kalemde silmek de bir işimize yaramayacak, çünkü Albrito’nun söylediğine katılıyorum, bilinçlenme önemli ama elektrikli araba üretilmemişse bilinç tek başına bir işe yaramıyor. Bu çerçevede, “The obstacle is the path” sözüne hak veriyorum: Dünkü engel, bugünkü yöntem. Para dün engel idiyse ve savaşarak aşamadıysak o zaman tavlayacağız.
Ardından zaten yeni bir yatırımcı modeli, ekoloji dostu, bisiklete binerek işe giden milyarderlerden oluşan yeni bir kuşak doğuyor. Çünkü nefes alabildikleri bir dünyada yaşamak istiyor bu gençler. Palo Alto – Silikon Vadisi bunun en güzel örneğidir. Gerekli olan, akılcı davranıp bu orta yolun -örneğin fatura düşük gelecek diye ekonomik ampul kullandırmanın- uzun vadede bilinçlenmeye dönüşmesini sağlamak.
Avrupa Komisyonu İnovasyon ve Araştırma Genel Direktör Yardımcısı Wolfgang Burtscher de aynı fikirde: “Sorunu çözmeye yönelik ekonomik açıdan değeri olan bir çözüm planı üretin. İnsanlara, yakında hava o kadar kirlenecek ki nefes alamayacaksınız diyebilirsiniz ama bu, nefes alamayana dek bir kulaklarından girip ötekinden çıkacaktır. Çünkü bu, çok sert bir bilgidir. Çünkü bu kabul edilemez bir bilgidir. Bu bilgiyi anlaşılabilir alt başlıklara dönüştürerek, küçülterek, anlaşılır kılarak işe başlanması gereken toplumlar var.” Doğru söze ne denir?