Sürdürülebilir kalkınmanın iklim krizini gereğince ele almadan sürdürülebilirliğin hiçbir amacını gerçekleştiremeyeceğimizi belirten Küresel Denge Derneği Başkanı Dr. Nuran Talu, “Pandeminin toplumda yarattığı trajik endişe bir yana, beraberinde getirdiği algı ve farkındalığın artmasında, Türkiye’de iklim değişikliği ile mücadeleyi motive etmek açısından da önemli bir zemin ve zaman yakalandığını düşünüyoruz” diyor.
Öncelikle Pandemiden konuşmadan söze girmek olmaz. 2020 yılı boyunca herkesin planlarını altüst eden pandeminin, sizin çalışmalarınız ve sürdürülebilirlik açısından nasıl bir etkisi oldu?
Derneğimizin iş planlarının pandemi sürecinde altüst olduğunu söyleyemeyiz. Aksine iklim krizine odaklanarak
çalıştığımız için bu süreç bize bu alanda daha da derinleşmemiz gerektiğini sorgulattı, küresel ve ulusal politikalardan daha çok konum odaklı yerel çalışmalara eğilmemiz gerektiğini gösterdi. Dolayısıyla müştereklerimizi ve ortaklıklarımızı daha dikkatli tanımlamamıza da fırsat verdi. Pandemi sürecinin toplumun farklı kesimlerinde yarattığı farklı etkileri dikkate alarak iklim değişikliği ile mücadeleye yönelik çalışmalarımızda en çok hak kaybı yaşayan grupları (ergen ve yaşlı hakları gibi) önemsedik. Çalışmalarımızda ele alacağımız hedef grupları seçmede daha kararlı bir yol izleyeceğimizi görüyoruz. Pandeminin toplumda yarattığı trajik endişe bir yana, beraberinde getirdiği algı ve farkındalığın artmasında, Türkiye’de iklim değişikliği ile mücadeleyi motive etmek açısından da önemli bir zemin ve zaman yakalandığını düşünüyoruz.
İkinci olarak, geçtiğimiz yıl hangi alanlarda çalışmalar yaptınız ve önümüzdeki yıl için neler planlıyorsunuz?
Biz bir sivil düşünce kuruluşuyuz, kitleörgütü değiliz. 25 yıla yakın bir süredir Türkiye’de çevre sorunlarının çözümüne ve doğa haklarının korunmasına yönelik politikaların iyileştirilmesi için çalışıyoruz. Son yıllarda
doğrudan iklim değişikliği ile mücadele politikalarına odaklandık. Bu alandaki uluslararası, uluslararası/bölgesel ve ulusal/ yerel düzeylerdeki politikaları ve pratikleri ilgili kesimlere aktarmaya ve Türkiye’de karar verenlere etimizle, budumuzla yol göstermeye çalışıyoruz. 2020’nin başında Temiz Enerji Vakfı ile ortak çalışmaya başladığımız “Yerelden Ulusala İklim Ağı” (Climate Network from Local to National) başlıklı AB destekli bir projede ilerleme kaydetsek de malum sebeple faaliyetlerimizi planladığımız ölçüde yerine getiremedik. Projemizin hedef kitlesi kent konseyleri, tabii STK’lar da var. Esasen yasayla oluşturulmuş olan kent konseylerinin kurulma amacı; kentin paydaşlarının yerel karar alma mekanizmalarına katılımının ve yerel yatırımlarda söz sahibi olmasının sağlanması yoluyla, yerel yönetimin (özellikle belediyeler) güçlendirilmesidir. İklim değişikliği ile mücadele alanında sorunların çok katmanlı olması çözümde yer alacak yerel aktörlerden birinin de kent konseyleri olması gerektiğini gösteriyor. Yerel düzeyle kayda değer bir iklim eylem planlaması için kent konseylerinin bir dizi konuda ortak çabalar geliştirmek ve tüm yerel paydaşlarla sürekli bir diyalogortamı yaratmak gibi önemli katkıları olabilir. Çok farklı meslek disiplinlerinin ve bireyin/paydaşların rol alma fırsatı olan bu yapıların ve katılımcı mekanizmaların etkin bir şekilde işletilmesi halinde iklim krizi ile mücadelede kritik bir yeri var. Bu çalışmada kent konseylerinin iklim değişikliği ile mücadelede rollerinin önemini ve aktif konuma gelmelerini su yüzüne çıkarmaya çalışacağız. Proje yaklaşık iki yıl devam edecek. Dernek olarak COVID 19 salgınının, Türkiye’de iklim değişikliği risklerinin halk sağlığı açısından yönetiminin geliştirilmesinde itici bir güç olabileceği yönünde bazı faaliyetlerin öncelik kazanması gerektiğini düşünüyoruz. Bu açıdan bu yıl pandeminin de etkisini saklı tutarak iklim değişikliğinin halk sağlığına olan etkilerine dair yerel politikaları mercek altına almayı planladık. Yerel yönetimlere bu alanda nasıl destek olabiliriz, uygulamada hangi pratik araçlarla fayda sağlanabilir, toplumun hangi katmanları daha öncelikli olmalı gibi soruların cevaplarını bulmaya çalışıyoruz. Çalışma sürecinde farklı disiplinlerin biraraya gelmesini gerekli kılan böyle bir alanda başta tıp camiası ve o camianın sivil toplum kuruluşları olmak üzere, yerel karar verenler, diğerpaydaşlar ve hedef gruplarla birlikte çeşitli faaliyetleri tasarlama aşamasındayız.
İklim değişikliği ve sürdürülebilirlik bağlamında, sizce sivil toplumun çalışmalarındaki en büyük sorun nedir?
En başta iklim değişikliği ve sürdürülebilirlik arasındaki bağı açıkça ortaya koyalım, sonrasında sivil toplumun duruşuna bakarız. Yaklaşık 40 yıldır, tabiri caizse patinaj yapan, yani tekerlekler dönmesine rağmen ilerleyemeyen, özü “gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılama yetenek ve olanaklarını kısıtlamaksızın bugünkü ihtiyaçların karşılanması” olan bilindik bir kavram sürdürülebilir kalkınma. Kendimizi aldatmayalım, mevcut düzene ve uygulamalara baktığımızda sürdürülebilirlik, iktisadi büyümenin ekosistemleri parçalamasına dur diyemeyen ve dünyayı oyalayan bir “bla bla” paradigması değil mi aslında. Üstelik sadece insan yönlü bir kavram olarak kabul gördü. Oysa diğer canlıların bu kâinatta en az insan türü kadar, hatta daha fazla söz hakkı olduğunu pandemi hepimize sıkı bir tokat vurarak anlatmadı mı? Yaban hayvanlarının habitatına tecavüz edersek, onlar da bizim habitatımıza tecavüz eder, neden şaşırıyoruz ki? İklim krizini gereğince ele almadan sürdürülebilirliğin hiçbir amacını gerçekleştiremeyiz, bunu iyi anlamak lazım. Gelinen noktada Birleşmiş Milletler’in 17 Sürdürülebilir Kalkınma Amacı’nın, tek kurtarıcı gibi lanse edildiği bu süreçte Türkiye’de sivil toplum camiasının yaklaşımını sorguladığımızda da pek iç acıcı bir tablo göremiyoruz ne yazık ki. Bazı olumlu ilerlemeleri saklı tutmalı ve onlardan feyz almalıyız o ayrı. Ancak bu ülkede sivil toplumun önceliklerine genel olarak baktığımızda çoğu STK, sürdürülebilir kalkınma mevzuunu dünyanın -Türkiye dahiltüm sorunlarını çözecek sihirli değnek gibi görüyor ya da görmeyi yeğliyor. Üstelik projesi çok, uluslararası hibeler de gani! Ekmek kapısı burada, ne çokda konu alanı var, seç seç al, itibarı da var, Birleşmiş Milletler’in amaçlarının gerçekleşmesine destek oluyoruz, daha ne olsun!
İşte buradan bakıldığında, çoğu çalışmamızın bu ülkenin gerçek ihtiyaçlarına olan yararlarının sorgulanması gerektiğini görüyoruz. Çevik de olmak lazım, aksi halde rollerimizi biz değil başka aktörler tanımlıyor ve sınırları da aşıyorlar belki. Mesela, On Birinci Kalkınma Planı’nda yer alan “Kalkınma Sürecinde Sivil Toplum Kuruluşları Özel İhtisas Raporu”na bakalım. Burada hangi tür kalkınmadan bahsediliyor acaba? Bizler sivil toplum tarafı olarak devlet yönetiminin bahse konu kalkınma sürecindeki konumumuzu kabulleniyor muyuz? Yine aynı devlet raporu diyor ki: “2019-2023 yıllarını kapsayacak olan On Birinci Kalkınma Planı; güçlü, çeşitli, çoğulcu, sürdürülebilir bir sivil toplum için uygun ortamların oluşturulması ile sosyal ve ekonomik kalkınma süreçlerine toplumun tüm kesimlerinin daha etkin katılımının sağlanmasını hedeflemektedir.” Yani devlet büyüklerimiz, uygun ortamlar oluşturulursa hepsine değil bazı kalkınma süreçlerine etkin katılmamızı sağlamayı lütfediyor ezcümle. Bu Plan hedefleri yeterliyse ne âlâ, değilse biz ne zaman ki; “Sürdürülebilir sivil toplum ne demek, neyi sürdüreceğiz biz? Niye sadece bazı süreçlere etkin katılmamız isteniyor da tüm süreçlere değil? Diğer süreçler neler? Bahse konu bazı süreçlere etkin katılmayı beceremiyoruz da devlet mi mecburen durumdan vazife çıkarıyor?” gibi sorulara hakkını veren cevaplar veririz, işte o zaman gerçek sivil toplum oluruz. Ve ancak o zaman bugünkü ve gelecek nesillere paylaşımcı bir karakter aşılayabiliriz.
Son olarak kamuoyuna yönelik mesajınızı veya çağrınızı almak isteriz…
Ekonomi politikaları doğa düşmanı olan bir ülkede, sivil toplum kuruluşlarının sözgelimi iyilik hareketini (bu da tıpkı sürdürülebilir kalkınma gibi ithal!) yaymak için moda olan sosyal girişimcilik projeleri yapmaları ne ölçüde anlamlı, zamanlı ve yeterli olabilir? Para kazanmak için “girişimci” insan kazanmak için “sosyal girişimci” olunur deniyor ya, peki tabiat anayı kazanmak için nasıl etiketlenmeliyiz acaba?