Çevresel hakları dışlayan bir insan hakları mücadelesi ve söyleminin kapsayıcı olması ve derdimize deva olması mümkün değil. Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’na sürdürülebilir bir umut, direnç ve sabırla ulaşabiliriz.
YAZI: Özlem ALTIPARMAK, Hukukçu, ozlemaltiparmak@gmail.com
Seçim süreçlerinde sadece önümüzdeki beş yıl için bizi yönetecek iradeyi değil, nasıl yaşayacağımıza dair kuralları ve haklarımızın akacağı mecrayı da seçtiğimizi biliriz. Bu nedenle seçimler, ileriye dönük demokrasi ve hak taleplerinin tartışıldığı bir süreç olarak geçer. Sürdürülebilirlik kavramını ekonomik kalkınma ile bağlantılı olarak düşünsek de aslında sürdürülmesi gerekenin demokrasi ve hukukun üstünlüğü olduğunu biliriz. İnsan hakları, hiç kimseyi geride bırakmayan sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleştirilmesi için elzemdir ve sosyal, çevresel ve ekonomik olmak üzere kalkınmanın üç boyutunun da odağında yer alır.
İnsan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokrasi kavramları birbiriyle bağlantılıdır ve birbirini güçlendiren kavramlardır. Seçilmiş hükümetlerin yurttaşların menfaat ve ihtiyaçlarına cevap verebilmesi, demokratik kurum ve süreçlerin hak, eşitlik ve hesap verebilirlikleriyle sıkı sıkıya ilişkili. Hukukun üstünlüğü yalnızca hükümetin ve iktidarın bir aracı olarak değil, tüm toplumun bağlı olduğu ve uzlaşı halinde benimsediği bir kural olarak düşünüldüğünde, demokrasinin ilerletilmesinde temel öneme sahip. Hukukun üstünlüğünün güçlendirilmesine sadece yasaların uygulanması olarak yaklaşılmamalı ve daha kapsayıcı bir sürdürülebilir kalkınma söylemi çerçevesi içinde insan haklarının korunmasına da odaklanılmalı. Aksi halde salt ekonomik kalkınmaya veya teknik bir enerji dönüşümüne odaklanan kalkınmacı anlayışın içinde hakların, çeşitliliğin ve demokrasinin hayat bulması mümkün değil.
Peki, demokrasinin varlığı daha iyi bir çevrede doğayla uyumlu bir yaşama yol açar mı? Sürdürülebilir demokrasi, seçimlerin kurumsallaşması yanında rasyonel karar alma için gerekli ekonomik, politik ve ekolojik bilgiyi ve anlayışı da gerektirir. Çevresel bozulma ve iklim krizi sadece bulunduğu bölge ile sınırlı kalmaz. Coğrafi sınırları ve şimdiki nesli aşan bir soruna dönüşür. Bu nedenle çevresel bilgiye erişim, kararlara katılım, yargıya erişim ve ifade özgürlüğü ile donatılmış her türlü barışçıl protesto hakkı daha sağlıklı bir çevrede yaşam için olmazsa olmaz haklar haline gelir. Demokrasinin varlığı, çevresel sorunlarla ilgili her türlü bilgiye erişimi mümkün kılar, kararlara katılıma izin verir ve iklim eylemi için gittikçe daha fazla kullanılan bir araç olan kamu yararı davalarını olanaklı hale getirir.
Çevresel Haklardan Feragat Edilemez
Demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün inşası birbirini güçlendiren süreçlerdir. Demokrasinin temel bir özelliği olan anayasal sınırlar, hukukun üstünlüğüne bağlılığı gerektirir. Hukukun üstünlüğünü güçlü bir anayasa, etkili bir seçim sistemi, toplumsal cinsiyet eşitliğine bağlılık, azınlıkların ve diğer kırılgan grupların korunmasına yönelik yasalar ve güçlendirilmiş bir sivil toplumu içerecek şekilde tanımlamamız gerekir. Bağımsız bir yargı tarafından savunulan hukukun üstünlüğü, medeni ve siyasi haklar ile özgürlüklerin güvende olmasını sağlar ve tüm yurttaşların eşitliğini ve onurunu koruyarak çok önemli bir işlev görür. Aynı zamanda daha geniş bir sürdürülebilir kalkınma söylemi içinde insan haklarını çerçevelendirmeyi amaçlar.
Uluslararası gelişmelere baktığımızda sadece hükümetlerin gönüllü iradelerine bırakılmış iklim müzakerelerinin çok da başarıya ulaşmadığını görüyoruz. Geçtiğimiz yıl iklim açısından uluslararası alanda bağlayıcı adımlar atılmaktan kaçınılsa da, insan hakları açısından dünyadaki gündemin iklim değişikliğini ve afet risklerini kapsayacak şekilde geliştiğine şahit olduk. Bu nedenle önümüzdeki süreçte iklim meselesinin anaakımlaşacağını, iklim değişikliği ve adaptasyon düzenlemeleri açısından Uluslararası Adalet Divanı gibi mekanizmaların devreye gireceğini, Birleşmiş Milletler nezdinde bağlayıcı sözleşme ve kararların artacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Çevresel hakların gücü bu hakların dağı, taşı, aşı, havayı ve aslında tüm hayatı kuşatmış olmalarından gelir. Çevresel haklar elinizden alındığında, yaşam bulma ve filizlenme şansınız kalmaz. Bu nedenle çevresel haklardan feragat etmek de mümkün değil. Gıdaya erişemeyen, kuraklıkla sınanan, bir afetin yarasını saramadan yeni afetlere maruz kalan ve iklim değişikliği sebebiyle yerinden, yurdundan olan insanların adil bir dünya ve hakkaniyetli bir yaşam taleplerinin korku, tehdit veya sindirme politikalarıyla son bulacağını düşünmek gerçekçi değil. Bu talepleri yerine getirmek ve refah toplumu inşa edebilmek ancak daha fazla demokrasi ve katılımcılıkla mümkün olabilir.
İnsan hakları gündemi küresel ölçekte iklim ve çevresel hakları içerecek biçimde şekillenmeye başladı ve bu durum giderek yaygınlaşacağa benziyor. Tüm dünyada olduğu gibi kendi ülkemiz için de demokrasi, özgürlük ve insan hakları söyleminden koparılmış bir iklim eyleminin ne yazık ki başarıya ulaşma şansı yok. İklim değişikliğinin haklarımızı artan şekilde etkilemesi nedeniyle, çevresel hakları dışlayan bir insan hakları mücadelesi ve söyleminin kapsayıcı ve derdimize deva olması mümkün değil. Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’na, kimseyi geride bırakmadan, sürdürülebilir bir umut, direnç ve sabırla ulaşabiliriz.