Dünyanın kimya alanında lider firmalarından BASF, 2018 yılına sürdürülebilir ve çevreci tasarım kriterlerinin ön planda tutulduğu yeni ofisinde girdi. Proje, tüm kademedeki çalışanların sosyalleşerek etkileşim içinde çalışmalarını ve ofiste oldukları sürece hem fiziksel hem zihinsel olarak kendilerini iyi hissedecekleri bir ortamda bulunmalarını sağlayan tasarım yaklaşımlarını, çevreci ve sürdürülebilir tasarım kriterleri ile bütünleştiriyor. Çalışma kapsamında BASF’nin ürünlerinin de kullanıldığı projeyi tasarlayan Mimaristudio’dan Mimar ve Yüksek Endüstri Ürünleri Tasarımcısı Ayça Akkaya Kul ve Yüksek Mimar Önder Kul ile projenin detaylarını konuştuk…
YAZI: Bulut BAGATIR
BASF’nin yeni ofisinin tasarımını nasıl tanımlarsınız?
Dünya kimya endüstrisi devi BASF, yeni yıla, tasarım ve proje çalışmaları firmamıza ait olan yeni ofisinde girdi. Proje, toplam 5.500 m2 kapalı alana sahip olup, İstanbul’un gelişen iş ve finans merkezi Batı Ataşehir’de, Nida Kule Kuzey binasında yer alıyor.
Proje, BASF İdari İşler ve Gayrimenkul Yönetimi liderliği ve işbirliğinde yürütüldü. Firmayı, çok katlı ve içe dönük bir fiziksel çalışma yapısından, yatay mimari üzerine kurulu açık ofis sistemine geçirerek, şirketin fiziksel çalışma alanları yanında, çalışma kültürü ve alışkanlıklarını da değiştirdik. Yeni fiziksel yapı içindeki çalışma anlayışı, tüm kademedeki çalışanların sosyalleşerek, bir arada ve etkileşim içinde çalışmalarına olanak tanıyor. Firmanın çevreci, yenilikçi ve sosyal yüzü BASF küresel tasarım kriterleri ile birleştirilerek insanı merkezine alan, çalışan sağlığı ve esenliğine önem veren, aktivite temelli yeni bir çalışma ve yaşama alanı yaratıldı.
Ofisin çevreyle olan ilişkisini nasıl tasarladınız? Hangi noktalara dikkat ettiniz?
Proje, 2.500 m2 net kullanım alanına sahip iki katta planlandı. Resepsiyon ve ana karşılama mekanının ayrı bir katta yer aldığı projede bu iki kat, tasarladığımız iki ana merdiven ile birbirine bağlandı. Merdivenlerin düşey sirkülasyon hizmeti yanında, bağlandıkları ana sahanlıklar, yani podyum alanları, aynı zamanda ofisin buluşma, toplanma ve sosyalleşme noktaları olarak kurgulandı. Ofisin geneline hakim kurumsal renk vurgusu, ofisin kalbi konumundaki bu iki alanda da dikkat çekiyor.
Bununla birlikte, tüm planlama ve tasarım sürecimizi, insan odaklı tasarım, biyofilik tasarım ve hareket temelli tasarım kriterlerini göz önünde tutarak geliştirdik. Bu sebeple, çalışanı merkezine alan ve onların mutluluk, sağlık ve esenliklerini ön planda tutacak bir planlama ve tasarım süreci geliştirdik. Çalışanların motivasyon ve verimliliklerini artıran mekanlar yarattık. Tüm ürün ve sistem seçimleri süreci işte bu doğrultuda yürütüldü. Özellikle çevreci ve sürdürülebilir yaklaşımı sayesinde projemiz LEED Gold sertifikasına da layık görüldü.
Ofisin tasarımında sürdürülebilir tasarım kriterleri nerede duruyor? Enerji verimliliği konusunda mimari anlamda çözümleriniz neler oldu?
İlk günden itibaren projemiz LEED sertifikası adayı olacak şekilde ele alındı. Tüm elektrik ve mekanik sistemler bu doğrultuda planlandı. Altyapı ve üstyapı malzeme ve ürünleri, bu kriterleri sağlayan ürün ve sistemlerden titizlikle seçildi. İnce yapı malzemelerinde de aynı hassasiyet gösterildi. Vitrifiyeden bataryaya, zemin kaplama malzemelerinden boyaya, kullanılan yapıştırıcılardan döşemelik kumaşlara kadar tüm ürünler tek tek araştırılarak tespit edildi. Proje boyunca LEED danışmanlığı dışında profesyonel akustik ve aydınlatma danışmanlıkları da aldık. Özellikle akustik konfor, ısısal konfor konuları önceliklerimizdi. Aydınlatma, ısıtma ve havalandırma sistemlerinin kurulan bir otomasyon yardımı ile tüm ofiste birbirine entegre olarak çalışmalarını sağladık. Planlama süreci içinde de çalışanların azami gün ışığından faydalanabilmelerine olanak sağlayacak bir planlama geliştirdik. Taze hava ve ısıl konfor şartları yanında akustik konforları ön planda tutulan çok farklı kullanım amaçlarına sahip mekanlar kurguladık. Bütününe bakıldığında enerji verimliliği yüksek bir çalışma alanı yaratıldı diyebiliriz.
Tasarımda aynı zamanda BASF’nin “basotect” gibi bazı ürünlerinin de kullanıldığını biliyoruz. Sizi böyle bir yolu izlemeye iten neydi? Nasıl bir sonuç ortaya çıktı?
Proje, BASF küresel kimliği sebebiyle firmanın vitrin yüzü olması adına da önemli bir çalışma. Bu anlamda, BASF’nin kendi üretimi olan ürünlere de proje içinde ince yapı malzemeleri olarak yer verdik. Merdivenler, merdiven podyum alanları, açık ofis içinde planlanan toplantı odaları, görüşme odaları ve bu odaların açıldığı ortak sosyalleşme alanlarının zeminlerinde poliüretan kaplama malzemesi uygulamaları tercih ettik. Bununla birlikte firmanın güçlü ürün gruplarından olan akustik “basotect” ürününe de, kendi tasarım yaklaşımımız ile estetik bir dilde hayat verdik diyebiliriz. Projeyi incelediğinizde, merdiven galeri boşlukları üzerinde, aydınlatma öğesi ile birlikte tasarlanan dev akustik enstalasyonların projenin ilgi çeken detaylarından olduğunu göreceksiniz. Ayrıca, toplantı ve eğitim odaları ile rekreasyon alanı tavanlarındaki paneller de malzemenin akustik amacının yanında, alışılmışın dışında kullanımı ile mekanların özgün parçaları oldu. Aslında bugüne kadar endüstriyel alanlarda kullanılan bir ürünü, güçlü akustik özellikleri, doğal yapısı, istediğimiz formda işlenebilmesi ve her türlü şeklin verilebilmesi, renklendirilebilmesi gibi özelliklerini kullanarak, bambaşka bir biçimde kullandık. Şu an İstanbul ofisteki tamamlanan uygulamalar, tüm dünyadaki BASF ofisleri için de örnek teşkil eden uygulamalar oldu.
Genel olarak Türkiye’de işyeri tasarımında sürdürülebilirlik kriterlerinin dikkate alındığını düşünüyor musunuz? Dünyada ne gibi gelişmeler söz konusu bu alanda?
Ülkemizde ve tüm dünyada uzun süredir yapılan tasarımlar enerji ve geridönüşüm konularına odaklı olarak geliştiriliyor. Bu, oldukça pozitif ve yaygın bir yaklaşım diyebiliriz. Yeşil bina danışmanları liderliğinde yürütülen bu projelerin sayısı sadece mimari projelerde değil, iç mimari projelerde de gün geçtikçe artıyor. Böylece yeşil bina sertifikalı bir bina içinde yer alan bağımsız birimler de aynı kimliğe sahip olmak adına, benzer hassasiyetlerle adımlar atıyor.
Yeşil binalar üzerine yürütülen çalışmaların yanında, yeni yaklaşımlar da ortaya çıkmaya başladı. Kuşak değişimi, çalışma alışkanlıklarının, beklentilerin ve ihtiyaçların da değişmesini tetikledi. Hepimizin bildiği gibi açık ofisler dünyada çok uzun süredir yaygın olarak kullanılan bir sistem. Bununla birlikte, son yıllarda mekan tasarımında, iş ve eğlence arasında sınırlar da kalktı. Örneğin, perakende mağazalarına kahve köşeleri girdi ya da ofis içi ortak çalışma alanları adeta bir yaşam alanı şeklinde tasarlanmaya başlandı. Yani, artık duygulara hitap eden ve yaşamla iç içe geçmiş mekan tasarımı önemini artırmaya başladı.
Mayıs 2012’de McKinsey’in tüketici ve pazar üzerine yaptığı bir araştırmada, çalışanların kendi sağlıklarını daha fazla ön planda tuttukları, şirketlerin ise çalışanların esenliklerini desteklemek için sağlık programlarına daha fazla yatırım yapmaya başladıkları görülüyor. Çünkü artık yeni nesil için tek kriter maaş, sigorta ya da sosyal imkanlar değil. Şirketin sağladığı fiziksel koşullar ciddi bir kriter haline geldi. Her üç çalışandan biri, ofis tasarımının çalışacakları yeri seçmek konusunda etkili olduğunu belirtiyor. Özellikle Y Kuşağı’nda bu oran daha yüksek. Firma sadakatine sahip genç yetenek de artık zor bulunmaya başlandı. Head Hunter kavramı da bu sebeple ortaya çıktı diyebiliriz. Bu nedenle, firmaların çalışanları üzerine yaptıkları her olumlu yatırım, direkt olarak onların esenlikleri, sağlıkları ve mutlulukları üzerine yapılmış yatırımlar oluyor.
Yeni bir yaklaşım olan “well-being” kavramını da insanın fiziksel, zihinsel ve ruhsal olarak dengeli ve iyi olma hali olarak özetleyebiliriz. Bu yaklaşım, günlük yaşamımızın %95’ini kapalı mekanlarda, 11 saatini ise teknolojiye bağlı olarak, yani tablet, akıllı telefon, bilgisayar vb. ile bir arada geçirdiğimiz bir hayat içinde en önemli arayışlardan biri haline geldi. Özelikle son yıllarda çalışma mekanları, yani ofislerde well-being üzerine dünya ölçeğinde birçok araştırma ve çalışmalar yapılıyor, projeler hayata geçiriliyor.
Biz de son dönemde çalışmalarımızı çalışan sağlığı ve esenliğini merkeze alan tasarımlar üzerine yoğunlaştırdık, çünkü şu anki çalışan profili için well-being odaklı tasarımlar, iş seçimlerindeki ana kriterlerden biri haline geldi. Bu sebeple projelerimizde, mekanı kullananların optimum hava kalitesine sahip olmalarına, sadece içme suyu olarak değil, kullanım suyunda da temiz suya ulaşmalarına, gerek gün içi atıştırmalıklarında gerekse verilen şirket içi yemeklerinde sağlıklı ve doğru besinlere sahip olmalarına, vücut sirkadiyen ritmine uygun bir aydınlatma tasarımının ortaya konmasına ve çalışanların gün boyu ofis içinde hareket etme imkanı bulacakları bir çalışma ortamına sahip olmalarına yardımcı oluyoruz. Bununla birlikte her projemizde estetik bir tasarım yaklaşımını, ergonomi, akustik konfor, ısısal konfor gibi teknik gerekliliklerle de pekiştiriyoruz.
Eklemek istedikleriniz var mıdır?
Her eğilim, her trend bir gün yerini başka bir eğilime bırakacak ancak insana yapılan yatırım hiçbir zaman değerini yitirmeyecek. Nesiller değişecek, lakin tüm dünya üzerinde insana dair olan şeyler aynı kalacak. Bu sebeple insanı merkezine alan her türlü çalışma değerli ve önemlidir.