Çocukluk günlerindeki tadı, kokuyu ve dokuyu arayış Yazar Hülya Uğuz Yedievli’yi önce sürdürülebilirlik alanına yöneltmiş, ardından da bu alanda kitaplar yazmaya. Kariyerinin son 20 yılında çevre sorunları ve ekonomik-sosyal sorunların azaltılması üzerine eğilen Yedievli; herkesin, eşit şekilde kentlerin sosyal-ekonomik olanaklarından faydalanabileceğine ve yaşam kalitesinin artabileceğine inanıyor. Hülya Uğuz Yedievli ile son kitabı, “Sürdürülebilir Yaşam Alanları İnsan Odaklı Kentler” üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik ve kendi ifadesiyle alana farklı bir gözlükle baktık.
Röportaj: Elif YAŞAR
“Sürdürülebilir Yaşam Alanları İnsan Odaklı Kentler” kitabınızı yazma düşünceniz nasıl ortaya çıktı?
Çocukluğumda aldığım temiz havayı alamamam, yüzdüğüm denizlerde yüzememem,
sebze-meyve ve gıdaların eski lezzetini bulamamam beni sürdürülebilirlik alanına yöneltti. Ormanları, sahilleri, hatta çocukluğumun geçtiği sokakları, o sokaklardaki komşuluk ortamını ve kentin tamamını kaybetme duygusu verdiğim kararın doğruluğunu gösteriyor bana. Son 20 yıldır çevre sorunlarıyla ilgileniyorum ve beraberinde ekonomik ve sosyal sorunların azaltılması üzerine çalışıyorum. Nefes alınabilir, sokakları portakal çiçekleri kokan bir yaşamın var olabileceğine inanıyorum. Gelecek nesillere, konforlu ve doğayla uyumlu bir yaşam bırakmamız için hiç aralıksız, mesleğimin gelişimine katkı sağlamaya uğraşıyorum. Şunun farkındayım ki farklı yaklaşımlarla herkesin kentlerin sosyal-ekonomik olanaklarından faydalanmasını ve yaşam kalitesini artırmasını mümkün kılabiliriz. Aynı zamanda, doğal kaynaklarımızı korumayı ve gelecek nesillere sürdürülebilir bir ortam bırakmayı da başarabiliriz. Bahsettiğim hedefin en hızlı, en verimli ve en çarpıcı sonuçlarını gayrimenkul sektöründe ve sektörün şekillendirdiği yaşam alanlarında görmemiz bir hayal değil. Bu farkındalıkla 12 yıl önce Gayrimenkul Geliştirme Akademisi’ni kurdum. Eğitimler, seminerler, yayınlar ve sertifika programları yoluyla “sürdürülebilir yaşam alanları” üzerine know-how oluşturuyorum. “Sürdürülebilir Yaşam Alanları İnsan Odaklı Kentler” kitabım ise çalışma alanımdaki çabalarımın bir meyvesi.
Kitabınızın hazırlık süreci ne kadar sürdü? Kitabınızı yazarken amacınız neydi ve neyi göstermeye çalıştınız?
Kitabımın hazırlık süreci, İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki Gayrimenkul Geliştirme Yüksek Lisans Programı’na katıldığım günlerde başladı. Araştırmayı istediğim konu şuydu: “Enerji ve su tasarruflu, doğayla uyumlu binaları konfor beklentimizden feragat etmeden nasıl yapabiliriz?”
Gayrimenkul Geliştirme Akademisi’nin faaliyetleri ve ilk kitabım olan “Gayrimenkul Geliştirme ve Sürdürülebilirlik-Enerji Etkin Binalar ve Sürdürülebilir Yerleşme Birimleri” süreçte önemli aşamalar oluşturdu. Elinizde tuttuğunuz son kitabımı ise daha geniş bir kitleye ulaşma, kamuoyunu bilgilendirme ve farkındalığı artırma amacıyla yazdım. Hepimizin atacağı küçük adımların büyük iyileşmelere ve olumlu değişimlere yol açacağı mesajını vermeyi istedim.
Küresel ısınma, artan nüfus, çarpık kentleşme, çevre kirliliği, doğal kaynakların aşırı tüketimi ve bir dizi ekonomik-sosyal sorunla karşı karşıyayız. Buna karşın bugün inşa edeceklerimizle geleceğe umutla bakabiliriz. Döngüsel ekonomi, enerji etkin binalar, sürdürülebilir gayrimenkul geliştirme, sıfır atık, tek sağlık gibi yaklaşımlarla katma değer yaratabilir ve gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakabiliriz. Kitabımda farklı pencereler açtım: Kentsel dönüşüm, kent içi ulaşımın yayalara göre tasarlanması; kadınların, yaşlıların kentlerdeki yaşamlarının kolaylaştırılması ve hizmetlere erişiminin sağlanması gibi alanlara farklı bir gözlükle baktım. “Umudun enerjisi ile eylemi teşvik etme” düşüncemi kitabım sayesinde okurlarımla paylaşıyorum.
Birleşmiş Milletler verilerine göre ve sizin de kitabınızda altını çizdiğiniz gibi dünya nüfusu ve küresel kaynak kullanımı hızla artış gösteriyor. İnsanlığın bugünkü tercihleri, 2050 yılı gibi, yakın geleceğimizi nasıl şekillendirecek?
Birçok kaynak benzer öngörülerde bulunuyor, ben de BM Nüfus Bölümü’nün verilerine yer verdim. Verilere göre, 2050 yılına dek dünya nüfusu 9,8 milyara ulaşacak ve nüfus artışı büyük oranda kalkınmakta olan ülkelerde gerçekleşecek. Küresel boyutta kaynak kullanımı yaklaşık üç kat artacak. Yani, dünyanın kaynakları çok yetersiz kalacak ve gezegenimiz neredeyse yaşanabilir bir yer olmaktan çıkacak. Tablonun tüm karamsarlığına karşın geç kalmadan gerekli adımlar atıldığı takdirde kaynak kullanımının düşürülebileceğine ve sürdürülebilir bir yaşam ortamı oluşturulabileceğine inanıyorum. Kitabımda, Küresel Ayak İzi Ağı’nın bugün yapacaklarımızla geeceğimizi kurtarabileceğimize ilişkin araştırmalarına da yer verdim. Ortak çabayla 2050 yılında, herkesin güvenli ve konforlu barındığı; temiz hava, su ve sağlıklı gıdaya eriştiği yaşamlara kavuşabiliriz. Herkes kentlerin ekonomik ve sosyal fırsatlarından faydalanabilir. Kadınlar, yaşlılar gibi tüm gruplar kent hizmetlerine eşit erişebilir. İnanması kolay görünmese de gürültüsüz, trafiksiz, doğayla iç içe bir hayat da sürebiliriz.
Kitabınızda insanların barınma ihtiyacından söz ediyorsunuz. Geçmişten bugüne barınma ihtiyacımız beraberinde hangi arayışlara ve yeni meselelere yol açtı?
Bildiğiniz gibi Sanayi Devrimi ile birlikte şehirlere yoğun göç oldu. Şehirlerdeki barınma ihtiyacını karşılamak için de tarım arazilerine, doğal bitki örtüsüne ve su kaynaklarına zarar verildi. Nihayetinde atıklarla hava, su ve toprak kirletildi. Bugün geldiğimiz noktada, bu durumu sürdürmemiz mümkün görünmüyor. Sürdürülebilir yaşam alanlarının tarım arazilerine, ormanlara, bitki örtüsüne, su kaynaklarına zarar vermemesi esas. Bu esasın uygulanması için de döngüsel ekonomiye göre malzeme seçilmesi daha fazla önemsenmeli Güneş, rüzgar gibi yenilebilir enerji kaynaklarından en üst düzeyde faydalanılmalı. Yağmur suyunun toplanması, atık suların tekrar kullanımı, sıfır atık prensibi ile atıkların değerlendirilmesi gibi uygulamalarla doğal kaynaklarımızı koruyabiliriz.
Hızla artan kentleşmeyi ele alırsak çözüm önerilerinizden kısaca söz eder misiniz?
Dünyadan ve ülkemizden birçok çözüm önerisini uygulama örnekleri ile birlikte okurlarımla paylaştım. Burada da kısaca söz etmeyi isterim: Antalya’nın 2465 metre rakımlı Bakırtepe’sindeki Tübitak Konukevi’ni örnekleyebiliriz. 19. yüzyılın ortasında sanayileşmenin yaşanmaz hale getirdiği Barcelona için Cerdà’nın şehir planı var karşımızda. Sonra, Gaudi’nin UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne giren projeleri… İngiltere’nin ilk “sıfır enerji” gayrimenkul geliştirme projesi BedZED Sıfır Enerji Evleri’nden de söz ettim. Yine Avrupa’nın sosyal ve sürdürülebilirlik kriterleri en yüksek ve en büyük yerleşim yeri olması hedeflenen Kronsberg es geçilemeyecek bir proje. Gaziantep Ekolojik Kent Projesi ülkemizde de iyi şeyler yapılabildiğini gösteriyor. Almanya’nın ekolojik başkenti Freiburg’daki kentsel dönüşüm bölgesine ve “artı enerji” konut ve iş merkezi projesine bakınca çözüm önerilerinin mümkün olabileceğini görüyoruz. Stockholm’ün Hammarby Sjöstad bölgesindeki döngüsel ekonomi modeline uygun kentsel dönüşüm ve sıfır atık uygulamaları ile Hällefors Yaşlı Konutları da bahsetmeye değer örneklerden bazıları.
Kentlere yönelik çözüm önerileri için öncelikle gayrimenkul projelerinin ve yaşam alanlarının sürdürülebilirlik kriterleri esas alınarak tasarlanması gerekiyor. Ekonomik, sosyal ve çevresel faktörler kesinlikle tasarımda dikkate alınmalı. Örneğin, enerjinin mümkün olduğunca yenilenebilir kaynaklardan sağlanmasına öncelik verilmeli. Pasif mimariden ve teknolojiyle akıllandırılmış aktif sistemlerden faydalanılmalı. Konfor beklentilerini karşılarken döngüsel ekonomi yaklaşımıyla malzeme seçimi, inşaat uygulamaları gibi yöntemlerle kaynaklar maksimum değerlendirilmeli. Tasarımda yayalara öncelik verilmeli. Eğitim, sağlık gibi kent hizmetlerine yaya erişimi sağlanmalı, böylelikle yaşam alanı içerisinde ekonomik ve sosyal faaliyetin artırılması ve sürekliliği kazanılmalı. Tasarım ve uygulama aşamasında kadın, yaşlı gibi grupların hizmetlere erişimi ve kent yaşamına entegrasyonu dikkate alınmalı. Sağlık ve yaşam alanından başlayarak binalara, konut içine ve insandan başka hayvanlar ve hatta tüm habitat düşünülerek tasarım çalışmalarına eklenmeli. Yaşadığımız pandemi süreci, sağlık faktörünün tasarımda kapsamlı ele alınmasının önemini ortaya koydu. Yenilikçi teknikleri kullanan, ekonomist, sosyolog, mimar, şehir planlamacı, mühendis gibi farklı mesleki disiplinlerden gelen bir tasarım ve uygulama ekibinin düşünce aşamasından itibaren birlikte görev alması bizi daha güçlü yapar.
Sosyal ve sürdürülebilirlik kriterlerinin uygulandığı kentlere geçiş mümkün olabilecek mi?
Elbette, neden olmasın? Geçiş düşünüldüğünden daha hızlı olacak. Her kentsel dönüşüm, her yeni yerleşim alanı, her yeni proje bize fırsatlar sunacak. Dünyadaki ve ülkemizdeki gelişimler ve uygulamalar gösteriyor ki umudumuz ve enerjimiz buna yetecektir.