Sürdürülebilirlik, Paris ve Yeni Bir Uygarlık Çağrısı

Her şeyin bir tarihsel arka planı var. Olgulara, olan bitene bir fotoğ­raf karesi olarak baktığımızda gö­receğiz ki her şey son derece plas­tik, yaşamayan, donmuş bir halde. Ancak gerçeğe yaklaşabilmek için üçüncü bir boyutu, yani zamanı ek­lemek gerekli. İşte o zaman her şey başka açılar, boyutlar kazanıyor; olaylar yerlerine, bağlamlarına otur­maya biraz daha yaklaşıyor (kesin­liklerden bahsetmeyi hiç doğru bul­muyorum, eldeki verilerle durum ve gelişmelere ancak biraz daha yakla­şabilmek söz konusu kanımca)…
Geçtiğimiz ay, Sürdürülebilirliğin Kayıp Renkleri başlıklı bir yazı ka­leme aldım bu sayfada. Sürdürülebi­lirlik ve çevre konularına kıyısından değen, konunun yanından geçen bi­rinin artık ezberden sayabileceği ve ne yazık ki gerçekten ezbere saydığı ekonomik, sosyal ve çevresel sürdü­rülebilirlik boyutlarının aslında in­sanlığın uzun uygarlık macerasının bir parçası olduğunu, yani hepimi­zin üstünde, yanında, yöresinde fazlaca tepindiği yeşilin bitişiğine, eşitlik, özgürlük ve kardeşliğin, yani mavi, beyaz ve kırmızının ek­lenmediği takdirde, bir yalana dö­nüşebileceğini dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım (sanırım bunu epey zamandır değişik açılardan tekrarlayıp duruyorum). Bu renk­ler ve boyutlar birbirine gerçek anlamda eklenmedikçe, birbirinin içine gömülmedikçe, gezegenin ne insanlara ne de diğer canlılara bir hayrı dokunacak. Buna tüm benli­ğimle inanıyorum…
***
Tüm bunlar, halen bir medeni­yet çağrısına dönüşemediğinden, geçmiş gitmiş, mutluluk ve huzur yaratamamış medeniyetlerin kalın­tıları arasında dolaşıp duruyoruz galiba. Bugüne dair hiçbir çözüm üretmeyen medeniyetlerin çok acık­lı ve kanlı karikatürleri, bugün hâlâ ayakta olan ama kimseye gelecek için tek bir umut vermeyen uygar­lığa kör saldırılarda bulunuyorlar sadece. Hepimizi derinden sarsan Paris katliamının başka bir anlamı yok temelde…
Evet Paris, eşitlik, özgürlük ve kar­deşlik gibi büyük insanlık idealleri­nin sokaklara çıktığı yer ama aynı zamanda (bunu şimdi hatırlamak ve hatırlatmak aslında katillerin tam da istediği; bunu önceden öğren­meli ve söylemeliydik), Cezayir Sa­vaşı sırasında, 1961 yılında protesto gösterilerine katılan yüzlerce Ceza­yirlinin öldürülüp Seine Nehri’ne atıldığı yer… İşte başta anlattığım tarihsellik de burada devreye giri­yor. Unutulmak ve unutturulmak istenenler, böyle kör öfkelerle ken­dini hatırlatabiliyor sadece… Onun için Suruç, onun için Ankara…
Gerçekte ise, özcü, tarihin derinlik­lerinde Altın Çağ arayan medeniyet garabetlerinin yerine; geleceğe dö­nük, reel, kapsayıcı, kültürlerarası ve kültürlerötesi, cihanşümul ve evet insan merkezli değil, ama tabii Homo sapiens’i de içine alan yaşam merkezli bir yeni uygarlık çağrısı­na ihtiyacımız var…
Ve siz bu satırları okurken, geze­genin kaderinde önemli bir dönüm noktası işte o Paris’te geçiliyor ola­cak. Sonuç ne olursa olsun, sürdü­rülebilirlik tartışmalarını bu ekseni kapsayacak şekilde dönüştürmedik­çe, geçmişin ve bugünün acıklı ka­rikatürleriyle uğraşıp duracağımı­zı artık daha çok düşünüyorum. Paris’in, insanlığın sadece kayıp ide­allerinin değil, yeni ideallerinin de sokağa çıktığı yer olması dileğiyle…

Önerilen makaleler