#ekoIQ Ekonomi Tarihten Güncelliğe Dışsallıklar
Ekonomi

Tarihten Güncelliğe Dışsallıklar

İlk kez Alfred Marshall tarafından ortaya atılan “dışsallık” kavramı, bugüne kadar pek çok değişik tartışmanın öznesi oldu ve yıllar içinde gelişti. Bugünkü tabloya baktığımızda dışsallıkları içselleştirmenin en yaygın yöntemlerinden birinin çevre vergileri, bir diğerinin de temiz enerji teknolojilerini destekleme ve teşvik politikaları olduğunu görüyoruz. Öte yandan Avrupa Araştırma Ağı’nın ortaya koyduğu ExternE yönteminin yanı sıra Yeşil Muhasebe Sistemi, Hayat-Döngüsü Analizi, Fayda-Maliyet Analizi gibi değerlendirme yöntemleri de dışsal maliyetlerin sayısal sonuçlarını ortaya çıkarmak ve içselleştirmek için pek çok ülkede kullanılıyor.

Dışsallık (externality), bir kişi, grup ya da kurumun ekonomik faaliyetlerinin, diğer kişi, grup ya da kurum üzerin­deki doğrudan etkilerinin yarattığı faydanın veya maliyetlerin faaliye­ti yapan kişi, grup ya da kuruma ödenmediği ya da onlar tarafından karşılanmadığı durumlarda ortaya çıkar. Pozitif sonuçları olan dışsal­lıkların karşılığının piyasa kuralları içinde ödenmesi mümkün değildir. Örneğin, bir sokakta yer alan bir tarihi binanın sahipleri tarafından restore edilmesi, o sokakta yaşa­yanlar ve ziyaretçilerin sokağın güzelleşmesinden alacakları estetik zevki artırır, dolayısıyla bir fayda yaratır, ancak bu piyasa dışı bir fay­dadır ve fiyatı oluşmaz. Teknolojik buluşlar, aşılama, eğitim kalitesi, diğer olumlu dışsallık örnekleridir. Olumsuz dışsallığa örnek olarak bir enerji santralının SO2 salımının insan sağlığına ve binalara verdiği zararları gösterebiliriz. Zarar gö­renler için sağlık ve bakım giderleri gibi gerçek maliyetler yaratan bu etki, santral işletmecisi tarafından dikkate alınmıyorsa bu dışsal bir maliyettir. Bir başka deyişle piyasa işleyişinin dışında kalmıştır.
Diğer olumsuz dışsallıklar için küresel ısınma, iklim değişikliği, hava kir­liliği, doğal kaynakların tahribi, ormansızlaşma, trafik yoğunluğu, gürültü gibi örnekleri verebiliriz. Piyasanın serbest işleyişi, ulusların zenginliğinin kaynaklarını araş­tıran Adam Smith’le başlayarak, klasik ve neoklasik dönemde, bi­reyin ve toplumun zenginleşme­sinin yolu olarak belirtildi. Piya­sanın “görünmeyen eli”nin, çıkar güdüsüyle hareket eden, çoğu aza tercih eden, kendi seçimleri­ni müdahale olmaksızın özgürce yapan akılcı bireyin, yani ‘homo economicus’un tercihlerini en etkin şekilde karşılayacağı ve piyasada oluşan arz-talebin optimum denge­sinin fiyatı belirleyeceği görüşü, klasik iktisadın esasını oluşturdu. Bireyin ve toplumun refahının yük­selmesinin, rekabetçi piyasaların et­kinliği ile sağlandığı ideal bir düzeni esas alan bu piyasa kuramı, gerçek piyasada ‘homo economicus’a hiç benzemeyen, her zaman akılcı ve yeterli bilgiye sahip olmayan ya da dayanışma, diğerkâmlık gibi değer­lerle de seçimler yapabilen bireyler olduğuna göre ancak, (okul yılların­da iktisat derslerinde çok sık kullan­dığımız ceteris paribus, ‘diğer tüm durumlar sabit kalmak üzere’ öner­mesi gibi) diğer etkenlerden soyut­layan bir analiz yöntemi olarak açık­lanabilir. Bu soyutlamayı neoklasik iktisatçı Pareto, iktisadın, ‘etkinlik’, ‘optimallik’, ‘ideal piyasa’, ‘optimal denge’ gibi kavramlar üzerine kuru­lu, deneysel bir ‘doğal bilim’ olması için gerekli görmüştür. Ahlak, es­tetik ve toplumsal değerler, ekono­mik eylemlerin dışında tutulmuştur.Refah ekonomisi ise ilgisini ekono­mik refah ile sınırlamıştır. Refahı sağlayan, piyasanın etkin kaynak dağıtımını yerine getirmesidir. Bi­reyler ve üretici kurumlar, diğer birey ve kurum davranışlarından etkilenmeksizin, kendi fayda ve kârlarını maksimum düzeye çıkar­ma güdüsüyle hareket ederler ve so­nuçta toplumsal optimuma kendili­ğinden ulaşılır.
Faydacılığı esas alan kurama göre insanlar faydacı ya­radılışa sahiptir ve toplumsal refah bireylerin mutluluğu üzerine temel­lenir. Adil dağılım sorunları ortaya çıktığında bu durum iktisadın alanı dışında siyasi alana ilişkin bir sorun olarak kabul edilmiştir. Bu piyasa işleyişinin etkin olamadığı durum­lar, yani kamu malları, dışsallıklar ve müşterekler, ideal piyasa işleyi­şinin aksaması olarak kabul edilir. Her ne kadar Adam Smith, “Ulus­ların Zenginliği” kitabında “özel yarardan daha yüksek sosyal yarar sağlayan faaliyetler”den söz et­miş olsa da, dışsallıkları bir kuram olarak ilk kez Alfred Marshall’ın ortaya koyduğunu söyleyebiliriz. Refah ekonomisinin kurucusu kabul edilen Arthur Cecil Pigou ise, refah ekonomisi ve dışsallık kavramı arasında kuramsal ilişkiyi kuran kişidir. Piyasanın aksadığı eksik rekabet durumlarında refah artışı için devlet müdahalesini ge­rekli görmüş ve Pigou Vergisi diye bilinen götürü vergi ve sübvansi­yon politikalarını savunmuştur.

Refah Ekonomisi ve Neoliberal Ekonomilerin Sonuçları
Birinci Dünya Savaşı sonrası sıkıntı­lara ve 1929 iktisadi bunalımına kla­sik iktisat teorilerinin çözüm bulama­ması ile refah ekonomisine ilgi arttı ve John Maynard Keynes’in, daha sonra John Kenneth Galbraith’in, sosyal adalet ve devlet müdahalesi­nin gerekliliğini, eşitliğin refahın bir bileşeni olduğunu öne çıkaran ku­ramlarının etkili olduğu politikalar 1970’lerin ortalarına kadar devam etti. Ancak bu tarihlerde başlayan küresel ekonomik krizlerle bu ik­tisadi politikalar dönüşüme uğra­maya başladı. Neoklasik yaklaşımın tekrar egemen olmaya başladığı bu dönemde, refah devletinin üretimin etkinliğini azalttığı eleştirisi ile re­kabetçi piyasa tekrar öne çıktı. Bu dönemi izleyen neoliberal politikalar devlet müdahalesine, toplam refahı düşürdüğü, bireysel özgürlüğü kı­sıtladığı için karşı çıktı. Liberalizm, bireyi tekrar çıkar güdüsüyle hare­ket eden ‘homo economicus’a in­dirgedi, toplum ekonominin ihtiyaç­larına uydurularak, kitlesel üretim için kitlesel tüketime yönlendirildi. Ekonomi, temel ve sosyal bilimlerle arasına mesafe koyarak, toplum ve çevresel gerçeklerin ve değer yargı­larının üzerinde bir konuma çıktı. 20. yüzyılın sonunda başlayan ve bugün etkilerini yoğun bir şekilde yaşadığımız çevre sorunları, doğal kaynakların tahribatı ve bunların so­nucu giderek büyüyen küresel iklim değişikliği tehlikesi ve küresel gelir dağılımındaki vahim bozulma büyük oranda bu neoliberal ekonominin, doludizgin büyüme ve zenginleşme­ye odaklanmış anlayışının sonucudur aslında. Kamu mallarının, müşterek­lerin piyasaya dahil edilmelerinin ve olumsuz dışsallıkların maliyetlerinin artık saklanamayacak kadar büyü­mesi karşısında bu kavramlar kamu­oyunda tekrar tartışılmaya başlandı; uluslararası ve bölgesel topluluklar ile ulusal devletler, dışsallıkların içselleştirilmesi için yöntemler ge­liştirmeye başladılar yavaş da olsa… Bu çalışmalar dünya üzerinde sür­dürülebilir bir yaşam sağlamak için kaçınılmazdır ve öncelikle çevre ve toplumsal etkileri büyük olan faali­yetlerden kaynaklanan dışsallıklar üzerinde yoğunlaşılmaktadır. Başta enerji üretimi, sanayi, ulaşım, tarım gibi faaliyetler piyasadaki fiyatlan­dırma sistemine dahil edilmeyen çok önemli çevre ve insan sağlığı etkileri yaratıyor. Bu dışsal maliyetlerin iç­selleştirilmesi, yani gerçek maliyet­lerin ortaya çıkarılması ise tahmin ve parasallaştırma gibi bazı ekono­mik araçlar gerektiriyor.

ExternE (External Cost Of Energy) Projesi
Çevre politikaları ve sürdürülebi­lirlik stratejilerini geliştirme konu­sunda uluslararası topluluk içinde öncü konumda olan AB’nin 1991’de Avrupa Araştırma Ağı içinde baş­lattığı ExternE Projesi, 20 ülkede, 50 araştırma ekibiyle hazırlanmış­tır. Enerji üretimi ve çevriminin fi­ziki, çevresel ve toplumsal etkileri hayli karmaşıktır; tahmin ve hesap­lama güçlükleri olduğu gibi farklı düşüncelerin çatıştığı bir alandır. Buna rağmen ExternE artık Bir­lik içinde yaygın olarak uygula­nan bir yöntem haline gelmiştir. Proje, hem üretim hem de tüketim­den kaynaklanan dışsal maliyetleri değerlendirir. Bu yöntemde öncelik­le verilen hasarın maliyetleri hesap­lanır.
Bu, insan sağlığı, tarımsal ürün ve malzeme gibi ana kategoriler üze­rinden ve refah kaybı veya ödeme is­tekliliği dikkate alınarak yapılır. Kü­resel ısınmaya ve ekosistemlere olan etkiler gibi hasar maliyetinin geniş bir menzilde ve yüksek belirsizlikle hesaplandığı durumlarda, istenen amaca ulaşmak için marjinal ve top­lam kaçınma maliyetleri kullanılır. Projede bugüne kadar daha çok yakıt döngülerinin ve ulaşımın so­nuçlarına ağırlık veren çalışmala­rın kapsamı endüstriyel faaliyetleri de içine alacak şekilde genişletildi. Proje, bir mülkiyet hakkı ve pazar değeri olmayan dışsallıkların değer­lemesini yaparak, bunları düzeltici politikalara dahil etmeye çalışıyor. İçselleştirme yollarından en bili­nenlerinden biri çevre vergileri­dir. Bir diğeri temiz enerji tek­nolojilerini destekleme ve teşvik politikalarıdır.
AB politikaları, üye devletlerin, yeni yapılacak yenilene­bilir enerji tesislerine, engellenecek dışsal maliyet tutarı kadar işlet­me hibesi vermelerini öngörüyor. ExternE yönteminin yanı sıra, Yeşil Muhasebe Sistemi, Hayat-Döngüsü Analizi, Teknoloji Karşılaştırması, Fayda-Maliyet Analizi gibi değer­lendirme yöntemleri, dışsal mali­yetlerin sayısal sonuçlarını ortaya çıkarmak ve içselleştirmek için pek çok ülkede kullanılmaya başlandı. İçinde yaşadığımız zamanın tekinsiz ve tehlikeli seyrine, yönetimlerin ve çoğunluğun gerçeklik karşısındaki aymazlığına rağmen sürdürülebilir­lik anlayışının başta ekonomi olmak üzere tüm sistemlerle bütünleşti­ği bir dünyaya doğru evrildiğimizi ümit ediyor; bu süreçte üzerinde çok duracağımız müşterekler ve dış­sallıklar konularını daha ayrıntılı ele almaya devam etmemiz gerektiğini düşünüyorum.

About Post Author