#ekoIQ Gıda Tarımda Yeni Dönem: Ürüne Göre Su değil, Suya Göre Ürün
Gıda

Tarımda Yeni Dönem: Ürüne Göre Su değil, Suya Göre Ürün

Küresel iklim krizi, katlanarak artan küresel gıda talebinin karşılanmasındaki en temel engellerden biri. İklim değişikliği yüksek sıcaklıklar, kuraklık ve aşırı doğa olaylarında artışla kendini gösteriyor. Üretici için gelir kaybına yol açan bu durum, tüketici tarafında da fiyat artışlarına yol açıyor. Bu nedenle ülkelerin iklim değişimine uyum ve olumsuz sonuçlarının azaltılmasına yönelik stratejiler geliştirmeleri son derece önem taşıyor.

Yazı: Bahar ÇINAR, Ziraat Mühendisi, bahar.cinar.86@gmail.com

2050 yılına geldiğimizde küresel gıda talebinin %70 artması bekleniyor. Talebi karşılamak adına birim alandan daha fazla ürün almayı hedeflesek de görüyoruz ki önümüzde çok temel bir engel var: “Küresel iklim krizi”. Bu nedenle bir yandan iklim değişikliği ile mücadele ederken, aynı zamanda sürdürülebilir bir yaklaşımla gıda güvencesini de sağlamak zorundayız.

İklim değişikliğinin en yaygın bilinen etkisi sıcaklık artışı etkisi ile kuraklık olsa da elbette etkileri bununla sınırlı değil. Yükselen sıcaklıkların yol açacağı kuraklık ve diğer aşırı doğa olaylarındaki artış, bütün ekosistemi ciddi bir tehlikeye atıyor.

Aşırı Doğa Olaylarındaki Artış Gıda Güvenliğini Tehdit Ediyor

Aşırı doğa olaylarındaki artış özellikle insan yaşamı için son derece önemli olan gıda ürünlerinde, ürün kayıplarına neden olarak gıda güvenliğini tehdit ediyor. Çünkü iklim, her türlü doğal riske açık olan tarımsal üretimi doğrudan etkiliyor.

Meteorolojik karakterli doğal afetler içerisinde en kapsamlı etkiye sahip olanı ise hiç şüphesiz kuraklık. Kuraklık, yağış miktarının uzun yıllar boyunca gerçekleşen yağışların ortalama değerinden daha az olması ile ortaya çıkan bir doğa olayı. Türkiye, zaten bulunduğu coğrafi konumu itibarıyla yarı-kurak bir iklim kuşağında bulunuyor ve topografyası gereği düzensiz yağış rejimine sahip. Bu nedenle sürekli kuraklık riski altında yaşayan bir ülke. Tarım teknolojisi ileri ülkelerde dahi tarımsal üretimin temel sorunlarından biri hâlâ kuraklık. Karaların, yaklaşık %16’sının kurak ve yarı kurak bölgeler olduğu tahmin ediliyor.

Kuraklık ve Tarımsal Kuraklık

Tabii burada şunu özellikle belirtmek gerekir; tarım sektöründe kuraklığın anlamı, diğer sektörlerden daha farklı. Çünkü bitkiler için yıl içerisinde yağan toplam yağıştan çok, büyüme dönemlerinde bitki kök bölgesinde var olan su miktarı önemli. Dolayısıyla bitkilerin çıkış ve gelişme döneminde ihtiyaç duyduğu suyun toprakta bulunamaması, tarımsal kuraklık olarak adlandırılıyor.

Kuraklık sosyal, çevresel ve ekonomik etkileri olan doğal bir olay. Etkileri, yaşandığı yılla birlikte birkaç yıl daha devam edebilir. Örneğin, tarımsal kuraklık yaşanan bir yıl, kuraklığın yaşandığı bölgelerde ürün ya da ürün gruplarında ciddi rekolte kayıplarına yol açar. Üretici için gelir kaybı anlamına gelen bu durum, tüketici için de ürün fiyatlarında önlenemez fiyat artışları etkisiyle gıda enflasyonu anlamına gelir.

Çoğu Üretici Kuraklıktan Doğrudan Etkileniyor

Ülkemizde tarımsal üretimin %75’i doğal yağışlara bağlı olarak yapılıyor. Bu nedenle çoğu üretici kuraklıktan doğrudan etkileniyor. Sulama yapılan alanlarda ise kuraklığın yaşandığı dönemlerde sulama amaçlı kullanılan barajların doluluk oranlarının düşüş göstermesi hem o dönemi hem de bir sonraki sezon tarımsal üretim dönemini olumsuz etkiliyor. Damlama ve yağmurlama sulama yatırımlarına ağırlık verilmesinin yanı sıra kuraklığın getirdiği risklerden korunma faaliyetlerine yönelik üreticilerin bilinçlendirilmesi ve yönlendirilmesi de artık sosyal bir sorumluluktan çok sürdürülebilir işletme modeli için bir zorunluluk. 1 kg buğday üretmek için 1.3 ton, 1 kg pirinç için 3.4 ton, 1 kg çay için 9.2 ton, 1 kg pamuk için 11 ton, 1 kg et için 15 – 70 ton arası su harcıyoruz. Ancak böyle devam ederse artık ürüne göre su değil, suya göre ürün dönemi başlayabilir.

Yapılan araştırmalar da gösteriyor ki kuraklık, sel, dolu, orman yangınları gibi doğa olayları bundan sonraki dönemlerde daha sık yaşanacak. Risk modellemelerinin artık bu öngörüye göre yapılması ise zorunlu bir hal aldı.

Ekosistem Bir Bütündür!

Birleşmiş Milletler’e göre dünyanın kalan sağlıklı toprak yüzeyi (üretim yapılabilir) 60 yıl içinde yok olacak. Yani toprağımızı koruyacak önlemler alınmazsa geriye 60 hasadımız kaldı. Şunu da belirtmek gerekir ki ekosistem bir bütündür. İklim değişikliğinin zararlı etkilerinin önlenmesi sadece bölgesel değil, aynı zamanda uluslararası düzeyde alınacak önlemlerle mümkün olabilir. Önlemler küresel düzeyde olduğu sürece etkin ve sürdürülebilirdir.

Ülkelerin iklim değişimine uyum ve olumsuz sonuçlarının azaltılmasına yönelik stratejiler geliştirmeleri sayesinde gelecekte yaşanması muhtemel zorluklar engellenebilir. Mevcut ve gelecek nesillerin gıda ihtiyaçlarını karşılayacak sürdürülebilir tarım modellerinin hayata geçirilmesi çağımızın öncelikli konuları arasında yer almalı. İklim değişikliği ile mücadele ve uyum kapsamında modern tarım tekniklerinin geliştirilmesi, tarım sektöründe üretim kayıplarının önlenmesi açısından önemli. Tarımsal sulama teknolojilerinin geliştirilmesi, toprağa zarar veren kimyasal gübre kullanımını azaltılması ve hatta sıfıra indirilerek organik tarım yöntemlerinin geliştirilmesi ve verimli tarım arazilerinin korunması (toprağın yapısını bozan yanlış toprak işleme yöntemlerini ve anız yakma gibi organik madde miktarını azaltan klasik yöntemleri terk ederek) gibi tedbirleri içeren tarımsal politikaların öncelikli olarak hayata geçirilmesi sürdürülebilir tarım için atılacak adımlar arasında yer alıyor.

About Post Author