Kültür

"Taş Devri, ortada taş kalmadığı için sona ermedi"

Kitabınızın başlığıyla başlayalım isterseniz. Karbon bir tehdit mi, fırsat mı sizce?
Hem tehdit, hem de fırsat: Eğer başımızı kuma gömüp “aman bizden uzak dursun bu değişim” deyip beklersek, yeni yatırım kararlarımızda, düzenlemelerimizde onu dikkate almazsak çok büyük bir “tehdit”. Türk ekonomisi henüz birçok alan için çok genç ve yeni yatırımlara açık. Eğer bu konuyu dikkatli ele alırsak o zaman da büyük bir “fırsat”. Özellikle enerji üretimi, çevresel düzenlemeler, ulaşım, elektrik, sağlık, su, tarım ve ormancılık gibi karbon salımı üzerinde büyük etki taşıyan alanlarda çok kapsamlı bir yapılanma içinde olan ülkemizde, karbon faktörü, bu konularda alınacak kararlar içerisine doğru konumlandırılırsa da büyük bir “fırsat”.

Sizi böyle bir kitabı yazmaya iten ne oldu? Neyi hedefliyorsunuz bu kitapla?
Dünyayla her alanda bu kadar entegre olmuş, 1996’dan beri AB Gümrük Birliği içerisinde olan, son beş yılda altmış milyar dolardan fazla doğrudan yabancı yatırım miktarı çekmiş, bankacılıktan sigortaya, enerjiden perakendeye kadar her alanda küresel oyunculara ev sahipliği yapan, hatta sosyo-kültürel alanlarda uluslararası bir açılım içinde olan ülkemizin, iklim değişimi ve onun önemli bir alt başlığı olan karbon salımı konularında dünyadan bu kadar izole kaldığını fark edince, bu konuda kendi imkanlarım ölçüsünde bir katkıda bulunmak istedim. Yani kitabın amacı kamuoyumuz nezdinde bu alanda bir farkındalık yaratmak ve konu hakkında Türkçe bir kaynak oluşturarak araştırmacılara, kamu ve özel sektörümüzün mensuplarına ve siyasi liderlerimize bilgi dağarcıklarını geliştirmeleri için katkıda bulunmak.

Güzel bir ifade var tanıtım metninizde: “Taş Devri, ortada taş kalmadığı için sona ermedi.” Bunu biraz açar mısınız?
Yeni teknolojiler eskisi varlığını kaybettiği için girmedi hayatımıza. Tarih boyunca hayatın her alanında hep böyle olmuş. Buhar makinesiyle çalışan gemilerin devreye girmesinin nedeni yelkenleri dolduracak rüzgarların bitmesi değildi. Bugüne baktığımızda öncekilerden çok daha farklı ve çarpıcı bir değişikliğin eşiğinde olduğumuzu görüyoruz. Sera gazlarıyla ne kadar yakın bir ilişki içinde olduğumuzun, sera gazlarının küresel ısınma ile birlikte geri dönüşü imkansız zararlar verdiğini yavaş yavaş fark ediyoruz. Bu durumda süreci iyi takip etmek, sebep ve sonuçları iyi tahlil etmek büyük önem taşıyor. Bu şekilde avantaj sağlayan bireyler, şirketler, hatta ülkeler var. Sözün özü, karbonun hayatımızın tam orta yerine konuşlandığını kabullenmek ve önüne geçemeyeceğimiz yapısal değişiklikler gerçekleşmeden inisiyatifi ele almak durumundayız.

Türkiye bu durumun, yani karbon bitmeden, karbonsuz ekonomiye geçmesi gerektiğinin ne kadar farkında?
Enerji sektöründeki şirketler ve özellikle yabancı ortaklıkları bulunan büyük gruplar konunun kesinlikle farkında. Diğer sektörlerde şirketler konuyu uzaktan izliyor ama bir zorunluluk veya tehdit ortaya çıkmadıkça farkında olmayı da pek istemiyor. Kamu, konuyu zaman zaman basından takip ediyor. Ülkemizi hiçbir yükümlülük almadan, bu konunun mümkün olduğunca dışında tutmaya gayret ediyorlar. Kamuoyu ise kesinlikle farkında değil. Tabii ki çevre ve sürdürülebilir kalkınma bilinci hızla artıyor ülkemizde. Ancak düşük karbonlu ekonomiye geçişin aslında çevresel kaygıların çok ötesinde ekonomik, jeopolitik ve stratejik bir rekabet faktörü olduğunu kesinlikle göremiyorlar. Bu nedenle de ne yazıktır ki, düşük karbonlu ekonomiye geçiş süreciyle ilgili olarak siyasi liderlerimiz üzerinde bir kamuoyu, bürokrasi veya iş dünyası kaynaklı gerçek anlamda bir baskı ve yönlendirme bulunmuyor.

About Post Author