#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

Tohumdan Sofraya Bir Uzun Köprücük

Yaşadığınız kentten çok bunaldığınız bir anda atacağınız “Bu şehirde nefes alamıyorum ve gidebilmek için akıl-fikir armağanı istiyorum” mesajı insanı nerelere kadar götürebilir ki? Ilgın Aloha – Serhat Sayıcı çifti için her şey bu mesajla başlamış. Hikayelerine buyurun…
Aslı DEDE

Kent yaşamından bunalan birçok kentli için, doğal yaşama kaçmak romantik bir hayal. Hayal ile ger­çek arasındaki farkı deneyerek görmek için yola çıkan Ilgın Aloha ve Serhat Sa­yıcı çifti ile sohbet ettik. Onlar “Kırsalda nasıl yaşarız? Kırsalda geçinebilir miyiz?” sorularına cevap ararken Türkiye’nin farklı bölgelerinde çiftlikler ve yerel üre­ticiler için gönüllü çalışmışlar. 11 aylık deneme ve keşif yolculukları sonucunda ise, kent ile kırsal yaşam arasında köprü olan “Tohumdan Sofraya” projesi ortaya çıkmış.
Ilgın Aloha 29, eşi Serhat Sayıcı 32 ya­şında. İkisi de kent çocuğu. İstanbul’da doğup büyümüşler, 7 yıl önce tanışmış­lar. Ilgın tanıştıkları hafta Serhat’a “uzun vadeli bir ilişki düşünüyorsan, ben bu şehirde yaşamak istemiyorum baştan söyleyeyim” demiş. Ilgın insan kaynakla­rı müdürü, Serhat yazılım uzmanı olarak şehirde çalışıyor ve doğada yaşam hayal­leri kuruyorken, Gezi Parkı’nda tanıştık­ları arkadaşlarının daveti ile Barış Köyü toplantısına katılmışlar. Ve toplantı sonra­sı kırsal yaşamı denemek için yolculuğa çıkmaya karar vermişler.

Gelin şimdi onların “kırsalda üretmek”ten yola çıkıp kent ile kırsal arasında köprü olmalarına kadar uzanan ilginç yolculuk­larına kulak verelim… Kentten kırsala göç etmeye neden karar verdiniz?
Birlikte doğada yaşamayı, kamp yapmayı çok seviyorduk. Şehre dönünce aklımız doğada kalıyordu. Bunaltıcı İstanbul tra­fiği ve yoğun iş temposu nedeniyle evde yorgunluktan sohbet edecek moralimiz kalmıyordu. İkimiz de İstanbul çocuğu­yuz, doğup büyüdüğümüz sokakları tanı­yamaz olmuştuk. Kırsal yaşama geçmek için zeytinlik, cevizlik bakıyorduk ama hikâyenin altını doldurmak istiyorduk. Gezi sürecinde tanıştığımız Buket bizi Armağan Uçuşturma Çemberi diye bir internet sayfasına davet etti. İnsanların ar­mağan paylaştıkları bu sayfaya, işten çok bunaldığı bir gün Ilgın şöyle yazdı: “Bu şehirde nefes alamıyorum ve gidebilmek için akıl-fikir armağanı istiyorum”. Kim­senin cevap yazacağını düşünmüyordu, ancak hemen 15 yorum geldi. Yorum ya­zan ve Çandır’da topluluk kuran Begüm, Emre, Burcu şimdi yakın arkadaşlarımız. Begüm Barış Köyü toplantısında, hayalle­ri için yola çıkanlar ve yola çıkmayı bek­leyenleri bir araya getirmişti; topluluk yaşamından beklediklerini ve deneyim­lerini paylaşıyorlardı. Toplantıdan sonra Buğday Derneği’nin TaTuTa çiftliklerini araştırdık ve permakültür eğitimine katıl­dık. Cesaretlendik ve iki yıl önce yola çık­tık. İşlerimizden ayrıldık, evimizi kapatıp eşyalarımızı sattık ve ilk TaTuTa çiftliği ile başladık.

Kentten kaçmak birçok kişi için roman­tik bir hayal. Sizin hayalinizde süreç na­sıl ilerledi? Hayal ile gerçek arasında ne gibi farklılıklarla karşılaştınız?
Hedef kentten kaçmak olursa oraya geri dönersiniz. Hedef öncelikle ruhu rahat­latmak olursa, dönsen bile, dönmek seni üzmez. Kentlilerin, kentin karşıtı ola­rak köyü görmesini doğru bulmuyoruz. “Kentte yapamıyorsam, köyde yapacağım” diye bir şey yok. Kırsala gitmek bir fantezi olmaktan çıkmalı artık. Kırsalda her gece ateş yakıp dans edilmiyor. Kırsalın ve top­rakla yaşamın farklı bir gerçeği var.
Biz ilk Bayramiç ile Çan arasında, Murat­lar Köyü Yeniköy mahallesinde bir çiftliğe gittik. İlk günlerimizde bir “teşhircilik” durumu içindeydik. Sürekli fotoğraf çe­kiyor ve blog’da paylaşıyorduk. Bir gün komşumuz Ramazan Amca ve Meryem Abla bizi ineklerinin doğumuna çağırdı. Ilgın fotoğraf makinesini alıp ahıra gitti. İneğin doğum anını yaşayıp fotoğrafla­mayı ve blog’da yazıp paylaşmayı hayal ediyordu. Meryem Abla’nın Ramazan Amca’ya “Sakallının karısını da çağırdım ama bir işe yarar mı bilmem?” dediğini du­yunca, ahıra fotoğraf çekmesi için değil doğuma yardım etmesi için çağırıldığını fark etti ve böylece ilk “gerçek” ile kar­şılaşmış olduk. O zaman anlıyorsunuz ki, o “romantiklik” burada işe yaramıyor. İlk sınavımız bu oldu. Köylünün geçim kay­nağı olan ineğin ilk doğumu ve bebekle annenin sağlam olarak doğumu tamamla­ması çok önemli. Ilgın doğuma ve doğum sonrası tuzlamaya yardım etti. O gün fo­toğraf çekmeyi ve blog yazmayı bıraktık ve gerçekten köyde yaşamaya başladık.
Başlangıçta kentli bir bakışla, kurumsal hayattan yeni çıkmış kişiler olarak 11 ay boyunca hangi ay, hangi çiftlikte, ne ka­dar kalacağımızı planlamıştık. Hayal ile gerçek farklı oldu. İlk gittiğimiz çiftlikten sonra plan kalmadı, akış bizi farklı yerle­re götürdü. Gönüllüler internette bir ağ oluşturmuş ve tavsiyeler ile birbirlerine yol gösteriyorlar. Biz de bu ağdan yardım aldık.

Peki Tohumdan Sofraya Projesi nasıl doğdu?
Çiftliklerde gönüllü çalışmak için yola çık­tığımızda, permakültür eğitiminin de etki­si ile arazi alma konusunda kararlıydık. 11 ay Türkiye’nin farklı bölgelerinde 20 hanede yaşadık. Tarım, hayvancılık, eko­turizm gibi farklı alanlarda çalışan yerleri gezip, neyi yapıp neyi yapamayacağımızı denedik. Çalıştığımız yerlerde üreticilerin ürünlerini tüketiciye ulaştırmakta zorluk­lar yaşadığını, kentten kırsala göçenlerin bir bölümünün başka gelir kaynakları ol­duğunu gördük. Hayallerindeki işten ge­çinemiyorlardı. Biz de arazi alırsak aynı durumda olacağımızı fark ettik. “Bütünde bu büyük hikâyenin tamamına etkisi olan bir yere biz nasıl otururuz?” sorusuna cevap olarak Tohumdan Sofraya projesi çıktı. Çanakkale’de doğal, temiz üretim yapan 300’e yakın üretici var. Gördük ki üretimden sonraki adımda eksiklik vardı. Üretici 150 kg nohut üretmiş ama tüketi­ciye ulaştıramıyor, ürün bozulup gidiyor.
11 aylık süreçte zaman zaman İstanbul’a geldik, aile çevremiz ve arkadaşlarımız kaldığımız yerden ürünler istiyorlardı.
Üreticinin ürününü almak ve değerini bilen tüketiciye götürmek bizi mutlu edi­yordu. Bu süreçte arazi alma fikrinden vazgeçtik, kırsalda arazi almış ancak iş­letemeyen bir kentlinin arazisini kiralaya­lım, dedik. Sonra da “arazide elma ürettik, peki nasıl satacağız?” diye düşündük.
Herkesin hayrına olan bir sistem kurmak istedik. Sadece bildiğimiz, yanında çalıştı­ğımız, yerel tohum kullanan, kimyasal ilaç ve gübre kullanmayan, ürünlerine güven­diğimiz üreticilerin ürünlerini tüketicilere ulaştırmaya karar verdik. Burada önemli olan, ürünleri bizim elden teslim etmemiz ve tüketici ile etkileşim içinde olmamız. Böylece, insanlar kaybettiği gıda ile olan gerçek ilişkisine geri dönüyor.

Tüketicilere ne zaman, nasıl ulaşmaya başladınız? Süreç içinde nasıl bir geliş­me oldu?
İlk olarak 13 arkadaşımıza dağıtım yaptık ve onlardan beğenirlerse tavsiye etme­lerini istedik. İkinci dağıtımda 21 kişiye ulaştık. Sonrasında sosyal medyadaki pay­laşımlar ve tavsiyeler ile ulaştığımız hane sayısı artmaya başladı. 15 günde bir dağı­tım yapıyoruz, 5 ayda toplam 10 dağıtım yaptık. 260 haneye ulaştık.

Dağıtım nasıl gerçekleşiyor?
Biz Çanakkale merkezde yaşıyoruz. İki haftada bir güncel ürün listemizi tüketici ile paylaşıyoruz. Perşembe akşamı 19.00’a kadar sipariş alıyoruz, sonra üreticilerden toplamaya başlıyoruz. Cumartesi günü İstanbul Avrupa yakasına Halkalı’dan Zekeriyaköy’e kadar, pazar günü Anadolu yakasına, Kadıköy’den Tuzla’ya kadar da­ğıtımı yapıyoruz.
Bir ihtiyacı görmüş ve harekete geçmiş­siniz. Projenin sürdürülebilir olması na­sıl mümkün olacak?
Niyetimiz, projemizin bir “toplum des­tekli tarım” öyküsüne dönüşmesi. “Sabit 100 müşterimiz var ve Sevinç Abla bu 100 müşteri için 15 dönüm nohut ekiyor ve hasat alındığında 100’e bölüp paylaşıyo­ruz. Tüketici üreticisini tanıyor ve istediği zaman ziyaret edebiliyor” diyebilmek isti­yoruz.

Üretici “Tohumdan Sofraya” projesi için ne diyor?
Yumurta üreticisi Mehmet- Kevser: Hem üretici olmak hem de tüketiciye ulaşmak çok zor. Arazide yapacağımız işleri yetiştiremezken, pazarlamayla uğraşmak mümkün olmuyor. Satıp satamayacağımızı bilmediğimiz için de üretmeye çekiniyoruz. Bu işleri bizim adımıza üstlenecek ve ürettiklerimizin kıymetini bilecek insanlara ulaştıracak birilerinin olması çok güzel.
Reçellerin emektarı Nermin Abla: Yerel üreticiden, doğal yetiştirilmiş meyvelerin peşine koşmak ve türetici olmak çok zaman alan bir şey. Üstelik diğerlerinden farklı olduğunu anlatabilmek ve hakkını alabilmek de mümkün olmuyor. Tohumdan sofraya ile emeğime değer veren daha çok insana ulaşabiliyorum.
Mantar üreticisi Mert Esemenli: Büyük bir boşluğu dolduruyorlar. Hem üreticiyle tüketici arasında önemli bir köprü oldular, hem de tüketiciyi üretimin aşamalarıyla ilgili bilgilendirerek üreticinin yaptığı işin değerini gösteriyorlar.

EkoIQ Editör