ABD Başkanı Donald Trump’ın Paris Anlaşması’ndan çıkma kararı, dünyada geniş bir yankı buldu, bulmaya devam ediyor. Peki bu kararın Türkiye için nasıl bir etkisi olacak? WWF-Türkiye İklim ve Enerji Programı Danışmanı Mustafa Özgür Berke, bu kararın Türkiye açısından pek de mühim olmadığını düşünüyor: “Geçtiğimiz yıl Türkiye, ABD’nin onayına rağmen anlaşmayı onaylamamıştı. Trump’ın çekilme kararının Türkiye’nin iklim politikalarını destekleyen ya da müzakere pozisyonunu güçlendiren bir etkisi yok.
YAZI: Mustafa Özgür BERKE, WWF-Türkiye İklim ve Enerji Programı Danışmanı
ABD Başkanı Donald Trump 1 Haziran 2007 tarihinde yaptığı açıklamayla ABD’nin Paris Anlaşması’ndan çekilmesine ilişkin aldığı kararı dünya kamuoyuyla paylaştı. 4 Kasım 2016’da yürürlüğe giren anlaşma hükümleri gereğince ABD’nin onayını çekmesi 4 Kasım 2020’yi bulacak. Bu, ABD’deki bir sonraki başkanlık seçimlerinden bir gün sonraya denk geliyor. İlginç bir tesadüf, değil mi?
ABD’nin Paris Anlaşması’ndan çekilebilmesi için 3,5 yıllık bir takvim var. Trump’ın maruz kaldığı soruşturma gibi unsurlar hesaba katıldığında, bu pilavın daha çok su kaldıracağı aşikâr. Öte yandan, Trump’ın kararı Türkiye’nin iklim politikasının da tekrar gündeme gelmesine vesile oldu. Sıkça rastladığım ve biraz şaşırdığım görüş şu: Trump’ın kararı Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı onaylamama kararının doğruluğunu ve haklılığını teyit ediyor. Bu yazıda, bu argüman etrafında kararın Türkiye’nin iklim politikasına olası etkilerini tartışmak istiyorum.
Baştan belirteyim. Ben Trump’ın Paris Anlaşması’ndan çıkış kararının Türkiye açısından pek de mühim olmadığını düşünüyorum. Geçtiğimiz yıl Türkiye, ABD’nin onayına rağmen anlaşmayı onaylamamıştı. Trump’ın çekilme kararının Türkiye’nin iklim politikalarını destekleyen ya da müzakere pozisyonunu güçlendiren bir etkisi yok.
İklim Müzakerelerinde Masasının Neresindeyiz?
OECD üyesi olan ülkemiz, çeyrek yüzyıl önce imzalanan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) altında hem emisyon azaltım sorumluluğu olan Ek-1, hem de gelişmekte olan ülkelere yardım yükümlülüğü bulunan Ek-2 listelerinde yer almıştı. Bu gruplarda bulunmanın olası etkileri anlaşıldığında ise “gelişmekte olan ülke” statümüzün tanınması için uzun bir mücadele başlamıştı.
2001’de Marakeş’te gerçekleştirilen İklim Zirvesi’nde bu amaca kısmen ulaşılmış, Ek-2’den çıkılırken Ek- 1’de Türkiye’nin “özel şartları”na atıfta bulunulmuştu.
Paris Anlaşması, kimin gelişmiş, kimin gelişmekte olan ülke olduğu mevzusunda net bir tanım içermiyor. Bununla beraber, müzakere heyetimizin yoğun çabalarına rağmen, Türkiye’nin özel şartlarına da atıfta bulunulmuyor. Bu, Türkiye’nin iklim politikasına yön veren yetkililer tarafından kritik bir boşluk olarak değerlendiriliyor. Bunun giderilmesi için Türkiye’ye Yeşil İklim Fonu’ndan yararlanma hakkının açıkça tanınması, teknoloji transferi gibi mekanizmalardan yararlanma hakkının karara bağlanması isteniyor. Söz konusu talepler Türkiye’nin mevcut müzakere stratejisinin kalbini teşkil ediyor, bu konularda bir ilerleme sağlanmadığı durumda Paris Anlaşması’nın onayının mümkün olamayacağı dile getiriliyor.
İklim müzakereleri Küçük Ada Ülkeleri, G-77 (Gelişmekte Olan Ül- keler), Avrupa Birliği (AB), En Az Gelişmiş Ülkeler gibi değişik ülke gruplarının mücadelesine sahne oluyor. Herhangi bir ülke grubunun içerisinde bulunmayan Türkiye, iklim finansmanına ilişkin taleplerine destekçi bulmakta da zorlanıyor.
İklim Fonları Bizim İçin Ne İfade Ediyor?
Temiz Teknoloji Fonu (CTF), Türkiye’nin bugüne kadar yararlandığı başlıca iklim fonu. Enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji projelerinde kullanılan TurSEFF ve TuREEFF gibi fonlar CTF altında Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) aracılığıyla ülkemize ulaşıyor. Türkiye, 2014’ten bu yana EBRD fonlarından en çok yararlanan ülke konumunda. EBRD’nin Türkiye’deki portföyünün ise neredeyse yarısı yenilenebilir enerji, enerji verimliliği vb. projelerinden oluşurken 2009-2016 yıllarında söz konusu projeler için 3 milyar doların üzerinde kredi sağlandı. Türkiye bugün itibarıyla, çok taraflı iklim fonlarından en fazla pay alan yedinci ülke konumunda. Mitigasyon amaçlı çok taraflı iklim fonlarında ise beşinci sıradayız (Climate Funds Update verilerine göre). Kişi başına alınan fon üzerine bir değerlendirme yapacak olursak, Çin, Hindistan gibi ülkelerden daha fazla fona erişim sağlamış durumdayız.
Trump’ın Kararının Türkiye’nin Pozisyonuna Neden Etkisi Yok?
Trump, ABD’nin iklim fonlarına vereceği desteğin son bulacağını Paris Anlaşması’ndan çekilme kararının öncesinde, Mart ayında duyurmuştu. Bu karar sonrasında ik- lim fonları işlevlerini kaybedecekse, bunun ülkemize herhangi bir yararı yok. Yorgan gitmiş, kavga bitmiş olur. Yorgan talebi olanlar üşümeye devam eder.
ABD’nin kararı sonrasında AB ve Çin’den Paris Anlaşması’na desteklerinin artacağı yönünde kuvvetli açıklamalar geldi. Uluslararası iklim rejiminde ağırlıklarının artması beklenen bu aktörler iklim fonlarını ayakta tutacak başka kaynaklar bulursa, bu Türkiye’nin mevcut pozisyonu açısından bir değişime neden olmayacak. Yorgandan pay almak için mücadele devam edecek.
Öte yandan Trump’ın kararına tepki olarak anlaşma dışında kalan ülkelere yönelik duruş sertleşirse, bu, Türkiye’nin defansif pozisyonunu daha görünür kılabilir, birtakım fonlara erişimine zarar verebilir (Türkiye’nin EBRD fonlarından en çok yararlanan ülke, çok taraflı iklim fonlarından ise en fazla pay alan yedinci ülke olduğunu bir kez daha hatırlatayım).
Trump’ın kararına ABD içindeki tepkileri dikkatle izlemek lazım. TESLA, GE, Bloomberg ve Apple, karara açıkça karşı çıkan şirketlerden bazıları. Yenilenebilir enerji, elektrikli araçlar, bilgi teknolojileri gibi alanlara yatırım yapan, geleceğin ekonomisini kurgulayan bu şirketlerin Paris Anlaşması’na verdikleri destek kimseyi şaşırtmadı. Öte yandan Shell, Goldman Sachs, Exxon ve Chevron da Trump’a teessüflerini belirttiler, Paris Anlaşması’na desteklerinin sürdüğünü açıkladılar (Paris Anlaşması’nda koyulan hedeflere ulaşılması için kömürün ilk etapta doğalgaz ile ikamesinin gerektiğine, bu desteğin arkasında da doğalgaz yatırımlarının yattığına dair yorumlar mevcut)
New York eski Belediye Başkanı Michael Bloomberg ile Seattle şehri, bu tepkilerini Yeşil İklim Fonu’na katkı koyacaklarına dair açıklamalarla desteklediler bile. Bu kulvarı “Biz Halen Paris Anlaşması’nın Bir Parçasıyız” (We Are Still In ) mektubuna imza atan dokuz eyalet, 200 şehir, 1500 özel şirket de takip eder, iklim finansmanı için yeni kapılar açılırsa, Paris Anlaşması’nın dışında kalan Türkiye’nin bundan yararlanma imkanı pek de yüksek olmaz.
Kısa bir süreliğine “üst akıl” modasına kapılalım: Trump’ın açıklamasının bir domino etkisi yaratacağını, Paris Anlaşması ya da BMİDÇS sisteminin tamamen çökeceğini öngören senaryoların gerçekleşeceğini varsayalım. Açıkçası bunun da hiçbir açıdan Türkiye’nin resmi pozisyonuna faydası olmaz. Ülkemizde iş yapış biçimlerinde herhangi bir dönüşüm gerektiren bir emisyon azaltım hedefimiz hiç olmadı, Paris Anlaşması’nın altına da böyle bir hedef koymadık. Aksine, BM’ye sunduğumuz ulusal katkımızda (INDC) yer alan “azaltım senaryosu” ile emisyon artış hızımızın 1990-2013 dönemine göre %40 artacağını, emisyonlarımızın önümüzdeki 15 yılda ikiye katlanacağını belirttik. Dolayısıyla Paris Anlaşması ve/veya BMİDÇS’nin varlığı ya da yokluğu business-as-usual -yani hiç bir şeyin değişmeyeceği- varsayımına dayalı gelecek tahayyülümüze ve bugünkü düzenimize ne yarar sağlıyor, ne de zarar veriyor.
Daha olası bir senaryoyu ele alalım. Trump’ın kararı uluslararası iklim politikalarını sarstı, finansal kararları etkiledi, düşük karbonlu ekonomiye dönüşümü yavaşlattı diyelim. Bu senaryo da Türkiye’nin mevcut pozisyonunu doğrulamıyor. Zira Türkiye’nin mevcut pozisyonu statik bir dünya görüşüne dayanıyor. Teknolojik gelişmeler, yenilenebilir kaynaklardan enerji üretim maliyetlerindeki düşüş vb. ışığında bu duruş zaten geçerli değil. Örneğin, Bloomberg New Energy Finance’in henüz geçen hafta yayımladığı Yeni Enerji Görünümü (New Energy Outlook) raporuna göre önümüzdeki 23 yılda güneş enerjisi maliyetlerinin üçte iki oranında, rüzgar enerjisi maliyetlerinin ise yarı yarıya azalması, söz konusu dönemde yeni elektrik kurulu gücüne yapılacak yatırımın %72’sinin yenilenebilir enerjiyle gerçekleştirilmesi bekleniyor. Türkiye’nin 2030’a uzanan planlarının ise bel kemiğini kömür ve nükleer enerji oluşturuyor.
Türkiye Ne Yapabilir?
17 Haziran 2017 tarihinde Kolombiya meclisinden çıkan kararla, Paris Anlaşması’na taraf olan ülke sayısı 149’a yükseldi. Bu 149 ülke, küresel emisyonların %84’ünden sorumlu. Henüz taraf olmayan ülkeler listesi- ne baktığımızda ekonomisi fosil yakıt üretimi ve ihracatına bağlı İran, Katar, Kuveyt, Libya, Rusya, Venezuela, Özbekistan ile iç çatışmalardan kafasını kaldıramayan Irak ve Suriye gibi ülkeleri görüyoruz.
İklim politikalarını stratejik, ekonomik ve diplomatik bir kazananı olmayan oyun (zero-sum game) olarak göreceksek bile, anlaşmanın dışında kalmak Türkiye’ye herhangi bir fayda sağlamayacak. Bu anlayışla, iklim politika tartışmalarımızı da, iklim diplomasimizi de başka bir zemine oturtmamız gerekiyor. Ülkemizin mevcut argümanları bizi en iyi ihtimalle “haklısın ama alacağın yok” pozisyonuna getiriyor. Bunun da ne siyasetçimize, ne bürokratımıza, ne iş dünyamıza, ne de insanımıza bir yararı var.
Önümüzde küçük bir fırsat penceresi var. G20 zirvesi Temmuz ayının başında Almanya’da toplanıyor. AB, Çin ve Hindistan’ın başını çektiği bir grup, G20 zirvesinden Paris Anlaşması’na yönelik kuvvetli bir destek çıkması için çalışıyorlar. Türkiye, Rusya ile beraber Paris Anlaşması’nı onaylamayan tek G20 ülkesi; Suudi Arabistan bile anlaşmayı onayladı. Türkiye’nin muhtemelen Rusya, ABD ve bir ihtimal Endonezya ve Suudi Arabistan dışındaki ülkelerin imza atacağı bir Paris Anlaşması’na destek metnini imzalaması, beraberinde de anlaşmanın onayı için adımlarını hızlandırması uluslararası müzakerelerdeki yandaş arayışına olumlu yansıyabilir, iklim finansmanından yararlanma hedefine ulaşmasını kolaylaştırabilir.