Yeşil kent, sürdürülebilir kent, yaşanabilir kent… Türlü türlü listeler yayınlanıyor ama bu listelerin hiçbirinde Türk kentleri yer almıyor ve bu gidişle de alamaz. Bunu anlamak için kongrelerde, seminerlerde bu kentlerin yöneticileri, sivil toplum örgütleri, fırsat buldukça da halkıyla sohbet ediyorum. Başarılarını hep aynı konuya bağlıyorlar: Kentin sorunlarını beraber belirliyoruz, geleceğini beraber tasarlıyoruz.
Kentin sorunlarını en iyi orada yaşayan halk bilir; hatta en uygun çözümlerin özünü de yine halk bilir. Toplumun beklentilerini, özlemini, düşlerini de yine en iyi o halk bilir. Bu bilgiler özel sektörün teknoloji ve maddi kaynakları; akademik dünyanın araştırma olanakları, yaratıcılığı ve sivil toplumdan gelen ivmeyle birleştirildiğinde ortaya fark yaratan çözümler çıkıyor. Bu sayede yaşam kalitesi yükseliyor, kentler halkın istediği yönde geliştiğinden halk arasında memnuniyet artıyor. Ve ardından uluslararası ödüller kazanılıyor, yatırımlar artıyor, vs. vs… Bunun bir örneği Slovenya’nın başkenti Ljubljana. Bu kent “2016 Avrupa Yeşil Başkenti” seçildi ve bunun önemli bir nedeni ulaşımda elde ettikleri başarıydı. Sivil toplumun yoğun ilgisi ve katılımıyla, kısa bir süre içinde kentte araba kullanımı azaltıldı, özellikle kent merkezinde toplu taşıma ve bisiklet sistemleri ön plana çıktı. Yöneticiler, sivil toplumun katkısı olmasaydı bu kadar kısa bir süre içinde bu başarıyı elde edemezdik diyorlar.
Avrupa Birliği’nin “İnsan Odaklı Kentler” projesine katılan kentlerde kamu alanları halkla beraber tasarlanıyor. Ljubljana bu projede de yer alıyor ve geleceğin kamu alanlarını tasarlamak amacıyla, halkın katılımıyla yeni metodolojiler ve tasarım fikirleri geliştiriyorlar.
Tabii bu başarılı uygulamalar uluslararası anlaşmalara da içerik oluşturuyor. Örneğin Eylül 2015’te Birleşmiş Milletler’e üye ülkelerin oybirliğiyle kabul ettiği Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nden 16.7 numaralı hedefin içeriği “Her düzeyde duyarlı, kapsayıcı, katılımcı ve temsil edici karar verme mekanizmalarının oluşturulması”
Kentsel Paradigma Değişimi
Bu yıl Ekim ayında Quito’da yapılacak olan Habitat 3 toplantısında görüşülecek olan “Yeni Kent Gündemi”nin son hali birkaç hafta önce yayınlandı. Quito Deklarasyonu olarak adlandırılan metinde katılımcı karar sürecine defalarca atıfta bulunuluyor:
“Karar alma ve planlama süreçlerine katılımı mümkün kılan demokratik platformları genişleten sürdürülebilir mekanizmalara yatırım yapmaya kararlıyız.”
“Vizyonumuzdaki şehirler ve insan yerleşimleri: İnsan odaklı… Siyasal katılımı geliştirir… Kentsel politika ve planların geliştirilmesi, uygulanması, izlenmesi ve bütçelendirilmesine katılımı teşvik eder; etkinlik, şeffaflık ve hesap verebilirliği tahkim eder.”
“Şehirlerin ve insan yerleşimlerinin planlanması, geliştirilmesi, yönetim ve idaresi konusunda radikal bir paradigma değişimine ihtiyaç vardır…”
Önerilen “Kentsel Paradigma Değişimi”nde yerellik ve katılımcılık var. “Yerindenlik ve yerel öz-yönetimin tanınması ilkelerini esas alan ve kentsel yönetişim ve idareyi sorumluluk paylaşımı ve yerel makamların yanı sıra sivil toplumun da etkili katkıları ile şeffaf ve hesap verebilirliği öne çıkaran bir yapıda güçlendiren etkili ademi merkeziyetçilik.’’
Benim katıldığım toplantılara hükümetin çeşitli kamu kuruluşları da katılıyor. Benim dinlediklerimi onlar da dinliyorlar. Hatta bu anlaşmalara imza da atıyorlar. Ama iş uygulamaya geldi mi her şey bir tarafa atılıyor.
Avrupa’da kentlerdeki kamu alanları halkla beraber tasarlanıyor. Bizde halkın park olarak kalmasını istediği Gezi Parkı’na Cumhurbaşkanı kışla yaptırma konusunda inatlaşmayı seçiyor. Cumhurbaşkanı kent parkına neden karışır?
Kabataş’a Martı Projesi
Kabataş, İstanbul’un önemli ulaşım merkezlerinden biri. Tramvay hatları, füniküler ile sağlanan metro bağlantısı, çok sayıda otobüs hattının kalkış noktası, Bursa-İstanbul ve İstanbul içi hatlarda hizmet veren deniz otobüsleri iskeleleri, şehir hatları ve motor seferlerinin yapıldığı iskelelerden her gün binlerce kişinin yolculuk yaptığı Kabataş. Buraya yeni transfer merkezi projesi yapılacağı haberi yayılmaya başladı. 17 Haziran’da kapanacak denildi, kapanmadı. İDO yaz tarifesine bu notu eklemiş: “İstanbul Büyükşehir Belediyesi Martı Projesi nedeniyle Kabataş seferlerimiz yeni açılacak olan Beşiktaş iskelemizden yapılacaktır. Beşiktaş iskelesinin açılmasıyla birlikte güncel tarife paylaşılacaktır.”
Yaşam kalitesini önemseyen bir yönetim olsa aylar öncesinden görüş almak üzere projeyi halka anlatır, tartışılmasını sağlardı. Akıl akıldan üstündür yaklaşımıyla insanları mağdur etmeden, İstanbul trafiğini gerçekten rahatlatacak bir proje ortaya çıkabilirdi. Ama tabii böyle olmadı. İnsanlar ne oluyor diye birbirine soruyor. Kabataş toplu taşımaya kapatılacaksa bu ne zaman olacak? Tramvaya nereden binilecek? Füniküler çalışacak mı? Seferler Beşiktaş’a kaydırılacaksa zaten yoğun olan Beşiktaş ve civarı bu ek trafik yükünü kaldırabilir mi? Halk tedirgin. Ama İstanbul Büyükşehir Belediyesi her zamanki ketum tutumuyla hiçbir şekilde bilgi vermiyor.
Kabataş Yolcu İskelesi proje teklifinin ele alındığı İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi Komisyon raporunu okudum (13.05.2016 tarihli, 2016/976 No’lu dosyadaki, 160 No’lu Rapor). Değerlendirme için gönderildiği komisyon Kabataş projesinden etkilenecek tesislerin listesini çıkarmış. Projenin hangi kanun ve yönetmeliklerin kapsamına girdiğini; onayı alınması gereken kamu kuruluşlarını belirlemiş. Ama komisyonda bulunan HİÇ KİMSENİN aklına “Vatandaşın görüşünü alalım” demek gelmemiş. HİÇ KİMSENİN aklına, “İnşaat süreci içinde vatandaş ne yapacak?” sorusunu sormak gelmemiş. “Kabataş kapatıldığında vatandaşın mağdur olmaması için alternatifler oluşturalım. Vatandaşı bilgilendirelim de tedbirini alsın” diyen olmamış.
Halbuki önlerinde 2012’de Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nde bakım ve onarım çalışmaları süresince yaşanan kaos örneği var. Hatırlarsınız, köprüyü kullananların bir kısmı olayı köprüde onarım çalışmaları başladığı gün öğrenmişti. Zaten felaket olan köprü trafiğinin üzerine, tedbir alma fırsatı verilmediğinden insanlar saatlerce trafikte sıkışıp kalmıştı. Alternatif olarak deniz otobüslerine yönelenler, doluluk nedeniyle iskelede kalmıştı. İDO hazırlıksız yakalandığından yolcu ve çalışanlar arasında kavga kıyamet kopmuştu. Keşmekeş içinde ek seferler düzenlenmişti. Köprü geçişine alternatif olarak şehir hatları vapurlarının seferlerini artırmak ancak haftalar sonra devreye sokulmuştu. Ama anlaşılan bütün bu olup bitenden ders alan olmamıştı.
İnsanına değer veren bir yönetim olsa, o komisyonda ortaya atılan ilk konuların “Halkın görüşü nedir?” ve “Halkın mağdur olmasını nasıl engelleriz?” olması gerekirdi. Ama olmadı. Bu sorular hiç sorulmadan proje “karar alınmak üzere Büyükşehir Belediye Meclisi’ne havale olunmuştur”.
Ülkemizde ne yerelliğe ne de halkın görüşüne saygı var. Bu da Türkiye’de yaşamanın fıtratında olsa gerek.