WWF Türkiye İklim ve Enerji Programı Müdürü Tanyeli Sabuncu, Türkiye’nin halihazırdaki emisyon azaltım yolu olan artıştan azaltım yerine mutlak azaltım yolunu tercih etmesi gerektiğini belirtirken, “Yapılan analizler bütün ülkelerin Türkiye gibi hareket ettiği bir senaryoda küresel ısınmanın 4 dereceyi aşacağını ortaya koyuyor. Bu noktada mutlak azaltımı, yani emisyonların geçmişte belirlenen bir referans değere oranla mutlak olarak azaltılması gerekliliğini benimsiyoruz” diyor.
Yazı: Bulut BAGATIR
STK’lar 2030 hedefi için 2020’ye göre en az %35’lik bir emisyon azaltım hedefi belirledi. Bu hedefin içeriği nedir? 2030 hedefi nedir ve ne anlama geliyor?
Bildiğiniz gibi önümüzde 1,5 derece eşiği bulunuyor. Başta Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) olmak üzere bilim insanları iklim krizini durdurmak için küresel ısınmanın 1,5 derecede sınırlandırılması gereğine işaret ediyor. Bunu başarabilmek için küresel ölçekte seragazı emisyonlarının 2030’dan başlayarak her 10 yılda bir yarı yarıya azaltılması, 2050’de de sıfıra indirilmesi gerekiyor. Geçtiğimiz yıl COP26’da Türkiye’nin de dahil olduğu Paris Anlaşması’na taraf olan ülkeler orta ve uzun vadeli iklim hedeflerini bu amaca hizmet edecek şekilde gözden geçirmek üzere anlaştı. Bu çerçevede Türkiye’nin de yeni iklim hedefini açıklaması bekleniyor. WWF Türkiye’nin de yer aldığı 12 STK, Türkiye için iddialı bir iklim hedefinin ne olabileceği üzerine çalıştı. “Karbon Nötr Türkiye Yolunda İlk Adım: Kömürden Çıkış 2030” raporu ve “Türkiye’nin Karbonsuzlaşma Yol Haritası:2050’de Net Sıfır” isimli iki farklı rapordan yola çıkarak yaptığımız çalışmanın sonucunda Türkiye’nin 2030 yılında seragazı emisyonlarını 2020 seviyesine kıyasla %35 oranında azaltmasının mümkün olduğunu gördük. Buradan hareketle Türkiye’nin 1,5 derece hedefine giden yolda uluslararası camiada üzerine düşeni yerine getirmek için iddialı bir hedef belirlemesi yönünde çağrıda bulunduk.
2020 seviyesine göre %35’lik bir azaltım öneriyorsunuz. 2020 tarihini seçmenizin nedeni nedir?
Paris Anlaşması çerçevesinde ortaya konan hedefleri incelediğimizde üç farklı kategoride hedef konduğunu görüyoruz. Bunlardan biri artıştan azaltım. İkincisi tavan yılı. Bir diğeri de mutlak azaltım. Tavan yılı olarak bir hedef belirlendiğinde emisyonların o tarihte en yüksek seviyeye ulaşıp sonrasında düşüşe geçeceği öngörüsü yapılıyor. Artıştan azaltım söz konusu olduğunda, ülkeler seragazı emisyonlarında hiçbir önlem alınmadığı takdirde ulaşılacak seviye için bir öngörüde bulunuyor, alacakları önlemlerle bu artışı belirli oranda sınırlamayı taahhüt ediyorlar. Nitekim Türkiye’nin 2015 yılında verdiği azaltım hedefi artıştan azaltım hesaplamasına dayandırılmış ve 2030 yılı için %21 azaltım öngörülmüştü. Ancak bu öngörü dahilinde 2012 yılında 430 MtCO2e olan emisyon değerinin, %21 oranında sınırlama hedefine karşın 2030’da iki katından fazla artarak 929 MtCO2e olacağı anlaşılıyor. Başka bir deyişle Türkiye emisyonlarını azaltmak yerine iki kat artıracağını söyledi. Günümüzde ise karşı karşıya olduğumuz durum, artıştan azaltım veya tavan yılı gibi yavaş seyirde emisyonları azaltma yollarının bizi 1,5 derece hedefinin çok uzağına götüreceğini gösteriyor. Yapılan analizler bütün ülkelerin Türkiye gibi hareket ettiği bir senaryoda küresel ısınmanın 4 dereceyi aşacağını ortaya koyuyor. Bu noktada mutlak azaltımı, yani emisyonların geçmişte belirlenen bir referans değere oranla mutlak olarak azaltılması gerekliliğini benimsiyoruz. İklim STK’ları olarak açıkladığımız hedefte 2020 seviyesini seçmemizin nedeni de Türkiye’nin en güncel seragazı emisyon istatistiklerinin 2020 yılına dair olması. Çalışmalarımız bize, 2020 yılı itibarıyla 524 MtCO2e seviyesinde olan seragazı emisyonumuzu, 2030 yılında 340 MtCO2e’ne indirmenin mümkün olduğunu gösteriyor.
Böyle bir emisyon azaltım hedefi birçok sektörün dönüşmesini gerektirecek. Yaptığınız çalışmada hangi sektörler için nasıl öneriler sundunuz?
Dört temel alandan bahsediyoruz aslında. Bunlar; elektrik üretimi, ulaşım, sanayi ve binalar. Elektrik sektöründe kömürden tamamen çıkışa yönelik bir adım atılmalı. Bu çerçevede elektrik üretiminde yenilenebilir enerji kaynaklarının payının %75’e çıkarılması gerekiyor. Ulaşım tarafına baktığımızda ise tıpkı elektrik üretiminde olduğu gibi, fosil yakıtların kullanımının azaltılmasının ve mümkün olduğunca elektrikli araç sayısının artırılmasının hedeflenmesi gerekiyor. Bu çerçevede de elektrikli araç sayısının toplam araç sayısı içerisindeki oranının binek araçlarda %20’ye, toplu ulaşımda ise %10’a çıkarılmasını öngören bir yaklaşıma ihtiyaç var. Demiryolu yatırımlarının artırılması da elzem. Bu yatırımlar artırılarak bireysel araç kullanımında %5, toplu ulaştırma ve yük taşımacılığında ise %10 oranında raylı sisteme geçiş yönünde tercih değişikliği sağlanması gerektiğini düşünüyoruz. Sanayi tarafına baktığımızda enerji verimliliği çok kritik bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle çimento ve demir-çelik gibi karbon yoğun ağır sanayi kollarında kömür gibi fosil yakıtlardan elektrikli sisteme geçişin önceliklendirilmesi gerektiğini belirtiyoruz. Benzer şekilde hizmet sektöründe de petrol yerine elektrik enerjisinin kullanılması ve doğrudan yenilenebilir enerji kullanımının artırılması elzem. Öte yandan sanayide elektrik fiyatlarının çok yoğun bir şekilde artmasıyla birlikte gördüğümüz solar çatı gibi öz tüketim yatırımlarının daha da artırılması gerekiyor. Binalarda, konutlarda ve ticari binalarda ısınma amaçlı kömür ve sıvı fosil yakıt kullanımının sonlandırılması ve büyük ölçüde elektrikli ısınmaya geçilmesi öngörülüyor.
STK’lar tarafından sunulan hedef arasında kömürden tamamen çıkılması önerisi vurgulanıyor. Türkiye, bu hedef doğrultusunda kömürden ne zaman ve ekonomik anlamda darbe almadan nasıl çıkabilir?
Kömürden çıkış son derece kritik çünkü kömürden elektrik üretimine baktığımızda Türkiye’deki emisyonların dörtte birinin buradan kaynakladığını görüyoruz. Bu noktada çok daha ucuz ve akılcı kaynaklar olan rüzgara ve güneşe yatırımların artırılması gerekiyor. Geçtiğimiz yıl yayımladığımız ve farklı STK’ların ortak bir çalışması olan “Kömürden Çıkış 2030” raporunda mevcut durum, nükleer ile birlikte yenilenebilir enerji yatırımlarının arttığı kömürden çıkış ve nükleersiz kömürden çıkış senaryolarına baktık. Burada da mevcut kömür teşviklerinin kaldırıldığı ve kirleten öder prensibi çerçevesinde karbon emisyonlarının fiyatlandırıldığı durumda en geç 2030 yılına kadar kömürden çıkışın mümkün olduğunu görüyoruz. Bu hedef doğrultusunda rüzgarın ve güneşin üretim kapasitesini artırmak da kritik önem taşıyor. Her iki kaynak için mevcut hedeflere baktığımızda yılda 1-2 GW düzeyinde bir artış hedeflendiğini görüyoruz. Bu artışın yılda 6-7 GW seviyesine çıkarılması gerekiyor. Bu sayede 2030 itibarıyla yenilenebilir enerji kaynaklarının payını %75’e çıkarmak mümkün. Burada şunu da not düşmek lazım: Sistem esnekliği. Bunu sağlayabilmek için batarya yatırımlarını artırmak ve güçlendirmek gerekiyor.
Kömürden çıkış ile birlikte adil geçiş tartışmaları da hız kazanıyor. Enerji dönüşümünün gerçekleştirildiği bir senaryoda istihdamda bir artıştan söz edebilir miyiz?
Evet çünkü kömür yerine yenilenebilir kaynaklara yatırım yapıldığında çok daha yüksek istihdam üretmenin mümkün olduğunu bize çeşitli çalışmalar gösteriyor. Bunlardan en sonuncusu Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) Türkiye özelinde yayımladığı bir rapor.
Burada öngörülen rakamlara göre hem yenilenebilir enerji hem de enerji verimliliği alanlarında yapılacak yatırımlarla ilave 300 bin istihdam sağlamak mümkün. Adil geçişi sağlamak için işgücü piyasasının dönüşümünün nasıl olacağının, başta sendikalar olmak üzere tüm paydaşlarla birlikte planlanması gerekiyor. Bu çerçevede bu alanda çalışan kişilerin tercihlerinin önceliklendirilmesi lazım. Yanı sıra destekleyici mekanizmalara ihtiyaç var. Buna yönelik bir çerçeve önerisi ile yakın zamanda karşınıza çıkacağız.
Türkiye Paris Anlaşması’nı onaylamasından sonra ilk kez bir iklim müzakeresine katılıyor. Afrika COP’unda iklim finansmanı konusunun başat konulardan biri olması bekleniyor. Bu çerçevede Türkiye ve küreselde ayrı ayrı değerlendirilmek üzere nasıl bir iklim müzakeresi süreci bizi bekliyor?
Finansman en önemli konulardan biri. 2009 yılından bu yana devam eden bir süreç var. Kopenhag’da verilen yıllık 100 milyar dolarlık yardım sözü halen yerine getirilemedi. Gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelere iklim krizinin etkilerini hafifletmede yardım edecekleri taahhüdünü vermişlerdi ancak bu sözü şimdiye dek tam anlamıyla yerine getirmediler. Önümüzdeki döneme ilişkin ilave finansman mekanizmalarının oluşturulması konusu da önemli. Teknoloji aktarımını sağlayan ve emisyonların azaltılmasına imkan sağlayan finansmanın yanı sıra iklim krizinin gelişmekte olan ülkelerde halihazırdaki etkilerine uyumun finansmanının da artırılması kritik önem taşıyor. Geçtiğimiz yıl yapılan çağrılarda emisyon azaltımına yönelik finansman ile uyum finansmanı oranının %50-50 olacak biçimde kurgulanması yönünde bir irade ortaya çıkmıştı. Diğer tarafta finansmanla ilişkili bir başka konu da kayıp ve zarar konusu. İklim krizine en az katkı yapan ancak iklim krizinden en çok etkilenenlerin kayıp ve zararlarının nasıl önleneceği, daha da önemlisi bunların nasıl tazmin edileceğine dair tartışmalar sürüyor. Zararların tazmin edilmesine yönelik yoğun finansman talepleri var ancak buna dair bir gelişme yok. Emisyon azaltımına yönelik daha güçlü hedeflerin ortaya konması gerekiyor. COP26’ya giderken özellikle 1,5 derece hedefinin uzağında olunması, ülkelerin bu anlamdaki hedeflerini güçlendirmesi taleplerini artırmıştı. Müzakerelerin sonunda da ülkelerin orta ve uzun vadeli hedeflerini gözden geçirmeleri ve güçlendirmelerine yönelik bir madde kabul edilmişti. Bu yıl yine bunlara yönelik tartışmalar devam edecek. Gıdada ise gıda ürünlerinin üretiminden dağıtımına ve tüketimine kadarki süreçte kayıpların önlenmesi, emisyonların üretim aşamasında azaltılması ve iklim krizinin etkileriyle birlikte tarımsal verimliliğin azal-masının nasıl yönetileceğine dair tartışmaları da görebiliriz. İlk kez bu yıl gıda sistemlerinin bir bütün olarak ele alınabileceğinin işaretlerini görüyoruz.
Paris Anlaşması’nda ortaya konan hedeflere ilişkin adımların düzenli olarak gözden geçirilmesi öngörülmüştü. Bu yıl gözden geçirme süreci başlıyor. Şimdiye kadar ülkeler tarafından emisyon azaltımı, uyum ve finansman gibi anlaşmanın belli başlı alanlarında atılan adımlar bir bütün olarak ele alınacak. Ortaya konan amaçlarla, bugüne dek atılan adımlar arasında nasıl bir boşluk olduğu değerlendirilecek. Türkiye ise geçtiğimiz yıl anlaşmaya taraf olarak bu yöndeki iradesini açıkladı. Uzun vadede ise 2053’te net sıfır ülke olma sözü verdi. Bu taahhütleri yerine getirme yolunda yeni azaltım hedefi açıklayacak. Bu, Türkiye için en kritik konu. Bu hedeflerinde ve ortak çabalarda Türkiye üzerine düşeni yapmaya kararlı mı, bunu göreceğiz. Finansman kısmında Türkiye’nin önemli çekinceleri vardı. Ancak geçtiğimiz yıl anlaşmaya taraf olmadan önce imzalanan bir mutabakatla 3,5 milyar dolarlık bir finansman elde etti. Bu yöndeki çekinceleri büyük ölçüde hafifledi. Diğer yandan bir kritik unsur daha var: Emisyon azaltımına giden yolda ülkelerin ortaya koyduğu çabaya yönelik işbirliği mekanizmalarının oluşturulması. Türkiye’de bir emisyon ticaret sisteminin devreye gireceğini biliyoruz. Kyoto Protokolü kapsamında küresel ölçekte emisyon azaltımına yönelik çabalar sonucunda ortaya çıkan sonuçların sertifikalandırılıp ticaretinin yapıldığı bir mekanizma vardı. Paris Anlaşması çerçevesinde de yine bu amaca hizmet eden mekanizmaların oluşturulması öngörüldü. Bu kapsamda bunun nasıl hayata geçirileceğine dair müzakereler de devam edecek. Türkiye’nin bu konudaki pozisyonu da kritik bir nokta olacak.