#ekoIQ Ekonomi “Türkiye Doğa ile Dengeli Yeni bir Sosyoekonomik Modele Dönüşümü Başlatmalı”
Ekonomi

“Türkiye Doğa ile Dengeli Yeni bir Sosyoekonomik Modele Dönüşümü Başlatmalı”

Doç. Dr. Barış Karapınar, Paris Anlaşması’nın onanmamasının, önümüzdeki dönemde izlenecek yol haritasının son 20 yılda izlenilenden farklı olmayacağının işareti olacağını söylerken, “Diğer ülkeler, geleceğin sürdürülebilir toplumsal ilişkilerinin temellerini atıp hızla ilerlerken biz arkadan gelen ‘gelişmekte olan’ ülke olmaya devam edeceğiz” diyor.

Yazı: Dilan KARACAN

Paris Anlaşması’na taraf olunmayarak bu zamana kadar neler kaybedildi? Anlaşmaya taraf olunmazken sunulan nedenlerin (fonlara ulaşılamıyor, gelişmiş ülke statüsünden gelişmekte olan ülke statüsüne geçiş sağlanamıyor gibi) haklılığı hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Paris Anlaşması iklim değişikliği ile savaşım alanında küresel hedefleri belirlemesi anlamında tarihi bir anlaşma. Hedefler net: İklim değişikliğine neden olan sıcaklık artışlarını 1.5-2 derece altında tutmak. Bu hedefler tüm dünya vatandaşları için yol gösteriyor ve hepimizin hayatını etkileyen bu sorunla ilgili taleplerimizi meşrulaştırıyor. Bu hedeflere ulaşma konusundaki sorumluluğun dağılımı ve yol haritasının netleştirilmesi gerekiyor. Ancak anlaşmayı imzalayıp onaylayan ülkeler hedefi ve anlaşmayla gelen süreci kabul etmiş oluyorlar. Bu tarihsel sorumluluk anlamında önemli. Kasım 2020’ye geldiğimizde anlaşmaya taraf olan 197 ülkeden 189’u anlaşmayı onadı. Türkiye anlaşmayı onamayan sekiz ülkeden biri (Angola’nın imzalamasıyla sayı yediye indi e.n.). Öncelikle bu durum Türkiye’nin iklim değişikliği sorununun sorumluluğunu devlet seviyesinde almadığını  gösteriyor. Aslında zaten uluslararası müza-kerelerdeki pozisyonunu, Türkiye’nin son 20 yılda hızla artan seragazı salımlarını teşvik eden fosil yakıt politikalarının bir yansıması olduğunu düşünmek gerekir. Finansal kaynaklara erişim ya da ülke statüsü üzerine kurulu müzakere söylemi, temeldeki yapısal siyasi sorunu maskeliyor.

Peki Türkiye düşük karbonlu ekonomik sisteme geçişe hazır mı? Hedef karbon emisyonu seviyelerine ulaşmanın Türkiye için maliyet-fayda durumu hakkında ne söyleyebilirsiniz?

Yeni dönemde düşük karbonlu ekonomik sistemi daha bütünsel bir modelin parçalarından biri olarak ele almak gerek. İnsani boyutta daha eşitlikçi, kapsayıcı ve paylaşımcı, aynı zamanda doğa ayakizinin çok büyük oranda azaltıldığı hatta sıfırlandığı siyasal, sosyal ve ekonomik bir dönüşümün parçası olarak düşünmek gerek. Ekonomik değer üretiminin doğal varlıkların tüketiminden bağlantısının koparıldığı bir model. Biyoçeşitliliği yok etmeyen, toprak, su ve orman varlıklarını eritmeyen bir model. Karbondan arındırma da bu sürecin doğal bir parçası olacak. Aslında bu derece bütünsel bir dönüşüm olmadan sadece düşük karbona geçişin olanaklı olmadığını düşünüyorum. COVID-19 krizi, çıkış nedeniolarak doğa ile ilişkimizin artık geri dönüşü olmayan bir kırılma noktasına geldiğini gösterdi. Parçalı ve kısmi çözümlerle sorunu erteleyebildiğimiz aşamayı çoktan geçmiş olduğumuzu düşünüyorum. Türkiye özelinde yaptığımız bilimsel çalışmalar da, geleneksel büyüme politikalarını izlemenin bölgesel ve işlevsel düzeyde var olan eşitsizliklerin kapalı bir ekonomik yapı ile birlikte derinleşeceğini ve sürdürülebilir olmadığını gösteriyor. Teknolojik kazanımlarla desteklenmiş, karbon vergileri gibi iklim politika araçlarıyla yönlendirilmiş, ekosistem restorasyonu üzerine yoğun yatırım ve iş olanakları yaratan bir strateji hem daha eşitlikçi hem de yapısal olarak bütüncül ve sürdürülebilir bir model yaratacaktır. Bu dönüşümün motoru olacak yenilenebilir enerji, sürdürülebilir tarım, yeşil turizm, akıllı binalar, sürdürülebilir ulaşım ve şehir altyapısı gibi hızla büyüyen sektörler hem geleneksel sektörlere göre daha fazla iş olanağı yaratıyor hem de bugün yaşadığımız krizlere karşı dayanıklılığı ve direnci artırıyor. Geleneksel modelin gerçek maliyeti bu krizde trilyonlarca dolar olarak ortaya çıktı. Bundan sonra bu dönüşümü sağlamanın değil sağlamamanın maliyetlerini düşünüyor olmalıyız. Türkiye hızla yön değiştirip eşitlikçi, katılımcı, paylaşımcı ve doğa ile dengeli yeni bir sosyoekonomik modele dönüşümü başlatmalı.

Paris Anlaşması imzalanmazsa uzun vadede küresel ekonomik ve sosyal sistemden tarihi bir kopuş yaşanabilir mi?

Bu durumun COVID-19 krizi sonrasında giderek yoğunlaşacak iklim değişikliği gündeminde Türkiye’yi uluslararası platformda yalnız bırakıp itibarsızlaştıracağını söyleyebiliriz. Aslında daha önemlisi, uluslararası diplomasi boyutundan daha derin bir kopuş sorunuyla karşı karşıya olabileceğimizi düşünüyorum. Birçok ülke sıfır-karbon olma hedefi koyup bunun altını dolduracak ekonomik ve kurumsal altyapıları oluşturuyor. Yüzlerce milyar dolarlık yeşil yatırım paketleri geliştiriyorlar. Geleceğin ekonomisini şekillendirecek firmaların ortaya çıkmasını ve gelişmelerini sağlayacak ekosistemler yaratıyorlar. Aslında iklimle ilgili koyulan hedefler bahsettiğim dönüşümün tetikleyici ya da destekleyici faktörleri olarak işlev görüyor. Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı risk, bu dönüşümün dışında kalmak. Bu alanda ayak diremeye devam etmemiz bizi geleceğin dünyasından geri kalmaya sürükleyebilir.

Paris Anlaşması’nın imzalanmamasının Türkiye’ye ekonomik ve sosyal zararları nedir?

Türkiye’nin, iklim değişikliğinin etkilerinden en fazla etkilenen coğrafyalardan birinde yer alan bir ülke olarak bu konuda sorumluluktan kaçması etik olarak kabul edilmemesi gereken bir durum. Bu noktada anlaşmanın onanmaması önümüzdeki dönemde izlenecek yol haritasının son 20 yılda izlenilenden farklı olmayacağının işareti olacaktır. İklim değişikliğinin etkilerine kırılganlığı giderek artan bir ekonomi, özellikle tarımsal üretimde yaşanacak krizler, gıda güvenliği sorunları, enerji sektöründeki dışa bağımlılık, altyapı sistemlerinin kaldıramayacağı doğal afetlerin sıklığının ve yoğunluğunun artması gibi sorunlar ve giderek artan maliyetleri ile yüz yüze kalınacak. COVID-19’da olduğu gibi iklim değişikliğinin özellikle kırılganlığı yüksek ve uyum kapasitesi düşük sosyal grupları daha olumsuz etkilemesi var olan eşitsizlikleri derinleştirecek. Yoksulluk artacak. Diğer ülkeler geleceğin sürdürülebilir toplumsal ilişkilerinin temellerini atıp hızla ilerlerken biz arkadan gelen “gelişmekte olan” ülke olmaya devam edeceğiz.

About Post Author